Restorasyon Forum

Hoşgeldiniz Ziyaretçi. Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Restorasyon Forum - Reklam Alanı

Gönderen Konu: İstanbul Müzeleri  (Okunma sayısı 59158 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Müzeleri
« : 27 Ocak 2009, 16:57:32 »
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne Bağlı Müzeler

İstanbul Arkeoloji Müzeleri (Eminönü)

[solresim]http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/08/02/00056882.jpg[/solresim]İstanbul Eminönü ilçesinde, Gülhane Parkı girişinin sağından Topkapı Sarayı Müzesi’ne çıkan Osman Hamdi Bey Yokuşu’nun bitiminde yer alan Arkeoloji Müzeleri, Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk’ten meydana gelmiştir. Bu nedenle de birkaç müzeyi kapsadığından ismi “İstanbul Arkeoloji Müzeleri” olmuştur.

Türkiye’deki ilk müzecilik çalışmaları Sultan Abdülmecit zamanında Tophane Müşiri Ahmet Fethi Paşa (1801–1858) tarafından başlatılmıştır. Topkapı Sarayı dış avlusunda bulunan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun cephane ve silah ambarı olarak kullanılan Aya İrini (Hagia Eirene) Kilisesi’nde Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) ile Mecma-i Asar-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) ismi altında kurulmuştur. Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm valiliklerine genelgeler gönderilerek bölgelerindeki eserlerin buraya gönderilmesi istenmiştir.

Bu yıllarda yabancı hafirlerin Anadolu’da kazı yaptıkları ören yerlerinde buldukları önemli arkeolojik eserlerin yurt dışına kaçırılmalarını önlemek amacı ile bazı çalışmalara başlanmıştır. İstanbul’dan gönderilen genelgelere olumlu yanıtlar alınmış ve bazı eserler İstanbul’a gönderilmeye başlanmıştır. Bununla beraber, eserlerin yurt dışına kaçırılması da önlenememiştir.






[solresim]http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/08/02/00056924.jpg[/solresim]Aya İrini Kilisesi’nde toplanan bu eserler ilk defa müze ismi ile Ali Paşa’nın (1815–1871) sadrazamlığı, Saffet Paşa’nın (1814–1883) Maarif Nazırlığı sırasında Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) ismi altında açılmıştır. Bundan kısa bir süre sonra müze kapatılmış, Ahmet Vefik Paşa’nın 1872’de Maarif Nazırı olmasından sonra da Müze-i Hümayun yeniden kurulmuş ve yönetimi Dr.Philipp Anton Dethier’e bırakılmıştır. Dethier’in müdürlüğü sırasında H.Scliemann Troia’da bulduğu eserler Yunanistan’a kaçırılmış, Dethier bu eserlerin geri alınması için çaba sarfetmiştir. Atina’da açılan dava kazanılmış olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun maddi yönden sıkıntı içerisinde olmasından ötürü belirli bir ücret karşılığı davadan vaz geçilmiştir.

İlk Asar-ı Atika Nizamnamesi 1874 yılında yayınlanmış, bu yönetmeliğe göre bulunan eski eserlerin yalnızca üçte birinin yurt dışına götürülmesi öngörülmüştür. Bu arada Dethier’in Kıbrıs’tan 88 sandıklık eski eserleri yurda getirmesi ve Anadolu’dan gelen eserlerin artması sonucunda yeni bir binaya gereksinim duyulmuştur. Ancak maddi imkânsızlıklardan ötürü, yeni bir müze yapımı yerine Çinili Köşk’ün müzeye dönüştürülmesi uygun görülmüştür. Çinili Köşk’te yapılan düzenlemeler, eserlerin taşınması uzun zaman almış ve müzenin açılışı 1880 yılında yapılmıştır. Müzedeki eserlerin katalogu da bu sırada hazırlanmıştır.






[solresim]http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/08/02/00056925.jpg[/solresim]Dethier’in ölümünden sonra 1881’de Sadrazam Ethem Paşa’nın oğlu Ressam Osman Hamdi Bey Müze-i Hümayun müdürlüğüne atanmıştır. Onun atanması ile de Türk Müzeciliği yeni bir boyut kazanmıştır. Osman Hamdi Bey eski eserlerin koleksiyonlarını bilimsel yönden yaptırmış, teşhir ve tanzimi yenilemiştir. G.Mendel’e müze katalogunu hazırlatmış, müzedeki eserlerin daha da zenginleşmesi için 1883–1895 yıllarında Nemrut Dağı’nda, Myrna’da, Kyme’de, Aiolia Nekropollerinde, Lagina Hekate mabedinde kazılar yaptırmış, burada ortaya çıkan eserleri müzeye getirmiştir. Bunun ardından Sayda’da 1887–1888 yıllarında Krallar Nekropolünde yaptığı kazılarda dünyaca ünlü İskender Lahdi denilen lahit başta olmak üzere, Ağlayan Kadınlar, Satrap, Likya ve Sayda Kralı Tabnit’in lahitlerini bularak gemi ile müzeye getirmiştir. Çinili Köşk bu kadar çok eserin sergilenmesi için yetersiz kalmıştır. Bu nedenle yeni bir müze binasına gereksinim duyulmuştur. Osman Hamdi Bey saraydan aldığı izinle Çinili Köşk’ün karşısına o dönemin ünlü mimarlarından Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi hocalarından Mimar Aleixandre Vallaury’e yeni bir müze binası yaptırmıştır.

Yeni müze Lahitler Müzesi veya Asar-ı Atika Müzesi olarak 13 Haziran 1891’de açılmıştır. Aynı zamanda yeni yapılan bu müze XIX. yüzyılın sonunda dünyada müze binası olarak tasarlanan ilk on müze arasında olup, Türkiye’nin ilk arkeoloji müzesidir. Bundan sonra yeni yapılan müzede başta Sayda Lahitleri olmak üzere diğer eserlerin teşhir ve tanzimi yapılmıştır.

Müze koleksiyonlarını Balkanlardan Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’dan Arabistan Yarımadası’na ve Afganistan’a kadar uzanan Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisindeki çeşitli kültürlere ait eserler oluşturmaktadır.


















[solresim]http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/08/02/00056932.jpg[/solresim]Cumhuriyet döneminde İstanbul Arkeoloji Müzeleri ismini alan müzenin yapımından yüz yıla yakın bir süre geçmesinden ötürü teşhir ve tanzim eskimiş, eserler sayıca artmış ve bir depo niteliğine bürünmüştür. Bunun üzerine eskiyen bina restore edilmiş, yeni bir sergileme yapılmış ve müzenin Topkapı Sarayı avlusuna bakan arka cephesine, ona bitişik olarak dört katlı yeni bir ek bina yapılmıştır. Bunun için çalışmalara 1988 yılında başlanmış ve yeni düzenleme 1991’de tamamlanmıştır. Müzenin kuruluşunun 100.yılı olan 13 Haziran 1991’de ek binalarla birlikte yeniden ziyarete açılmıştır.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde eserler Arkeoloji, Eski Şark Eserleri ve Çinili Köşk’te ayrı ayrı sergilenmiştir. Müzenin arkeoloji bölümündeki en önemli eserler arasında Sayda Kral Nekropolünden getirilen İskender Lahti, Ağlayan Kadınlar Lahti ve Satrap Lahti başta olmak üzere Arkaik Dönem’den başlayarak Roma dönemi sonuna kadar gelen çeşitli heykeller, Kyme, Milet ve Ilgın’da bulunmuş Ana Tanrıça Kybele heykelleri, adak stelleri bulunmaktadır. Ayrıca Halikarnasos Maoseleum’una ait kabartmalar, Bergama Zeus Sunağı’na ait heykel parçaları, Kuvvet Tanrısı Bes, İskender başı, Aphrodisias, Ephesos ve Miletos’ta bulunan heykeller; küçük ölçüdeki çanak çömlekler, pişmiş toprak figürinler; hazine bölümünde değerli süs eşyaları, takılar ve sikkeler bulunmaktadır. Ayrıca yeni yapılan müze ek binasında da Anadolu’nun Çevre Kültürleri Bölümü’nde Kıbrıs, Filistin, Suriye, Beyrut, Sayda, Sebasteia, Magito gibi önemli kültür merkezlerinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan eserler sergilenmektedir. Müzenin Anadolu ve Truva Kültürleri Bölümü’nde Trakya’dan Troia’ya, Frigya’ya ve Gordion’a kadar uzanan alanda ortaya çıkan eserler sergilenmiştir.






















Eski Şark Eserleri Müzesi

[solresim]http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/08/02/00056891.jpg[/solresim]İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin girişinin sol tarafında bulunan yapı, 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak Osman Hamdi Bey tarafından Mimar Alexandre Vallaury’e yaptırılmıştır. Uzun süre okul olarak kullanılmış, Sanayi-i Nefise’nin 1917’de Cağaloğlu’ndaki yapısına taşınması ile bina Müze-i Hümayun’a verilmiştir. O zamanki müze müdürü Halil Ethem Bey Eski Önasya eserlerini, Klasik, Helenistik, Yunan, Roma ve Bizans eserlerinden ayırarak bu müzenin temelini atmıştır. Alman uzman Eckhard Unger 1917–1919 ve 1932–1935 yıllarında Eski Şark Eserleri Müzesini düzenlemiş ve bu konuda da yayınlar yapmıştır. Eski Şark Eserleri Müzesi 1963–1973 yıllarında restore edilerek yeniden düzenlenmiştir. Bundan sonra yeniden onarılan ve yeniden düzenlenen müze 8 Eylül 2000 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Müzede Mezopotamya, Mısır ve Anadolu kültürleri ile İslam öncesi Arap Yarımadası’na ait eserler sergilenmektedir. Bunların başında eski ve yeni Sümer çağlarına ait eserler, Mısır firavun mezarlarına ait buluntular, Asur, Babil, Hatti, Hitit ve Urartu eserleri sergilenmektedir. Ayrıca bu bölümde 70.000 levhadan oluşan çivi yazılı tablet koleksiyonları bulunmaktadır. Bu eserlerin büyük bir kısmı da XIX. yüzyıldan başlayarak I.Dünya Savaşı’na kadar geçen süre içerisinde yapılan arkeoloji kazılarından ortaya çıkarılmıştır. Eserlerin bir bölümü de Osmanlı İmparatorluğu’nun valileri ve paşaları tarafından toplanarak gönderilmiştir.




[solresim]http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/08/02/00056934.gif[/solresim]Müze 1974 yılında yeniden ziyarete açılmıştır. İki katlı bir yapı olan müzenin üst kat sergi salonlarında Mezopotamya, Mısır ve Arap eserleri sergilenmektedir. Müzenin alt katı tablet arşivi, büro ve müze depolarına ayrılmıştır.

Müzenin 1 no.lu salonunda İslam öncesi Arap eserleri bulunmaktadır. Bunların çoğunluğunu Güney Arabistan’dan gelen eserler meydana getirmiştir. Burada çeşitli kitabeler, kabartma levhalar, mezar taşları ve adak heykelleri sergilenmektedir.

Müzenin 2 no.lu salonunda Mısır koleksiyonları bulunmaktadır. Bunların başında özel koleksiyonlardan gelenler ile kazı buluntuları yer almaktadır. Sfenksler, steller, sunaklar, lahitler, mezar ve mabet buluntuları bunların arasındadır. Mısır XII.-XIII. sülaleye ait lahitler, cenaze alayını gösteren renkli papirüs, Tanrı Horus heykeli, Ölüler Diyarı Tanrısı Osiris’in heykeli, Teb şehri nekropolünde bulunmuş mezar steli, arslan başlı Ateş Tanrıçası, Sekhmet’in heykeli bu bölümdeki önemli eserler arasındadır.

Müzenin 3–6 no.lu salonlarında Mezopotamya eserleri bulunmaktadır. Bunların büyük bölümünü Dicle ve Fırat nehirleri arasında, I.Dünya Savaşı’ndan önce yapılan kazılarda ortaya çıkarılan eserler oluşturmaktadır. Bunların başında Halaf, Nineve, Eski Sümer Çağı, Yeni Sümer Çağı, Akad, Eski ve Orta Babil Çağı eserleri, Orta Asur Çağı, Yeni Asur Çağı eserleri ile Babil Çağı eserleri gelmektedir. Ayrıca bu bölümde Mezopotamya mühürleri de sergilenmektedir. Bu bölümde Yeni Asur Devletinde vezirlik etmiş olan Bel-Harran-Beli-Ussur’un steli, Asur Banipal’in kabartması, İştar kapısına giden merasim yolu üzerindeki çini kabartmalar, Eski Akad Kralı Naramsin’in steli, Sümerlerin boğa başı, Lagaş Kralı Ur-Nanşe’nin adak kabartması bulunmaktadır.





[solresim]http://www.kenthaber.com/Resimler/2006/08/02/00056936.jpg[/solresim]Müzenin 4 no.lu salonu tamamen Urartu eserlerine ayrılmıştır. Bunlardan küçük bir grup Toprakkale kazılarında ortaya çıkarılmış, çoğunluğu da satın alma yolu ile müzeye kazandırılmıştır. Büyük çoğunluğunu keramikler, çanak-çömlek parçaları, kemerler, takılar, adak levhaları ve mühürler oluşturmaktadır.

Müzenin 7–9 no.lu salonlarında Anadolu’dan ele geçen tarih öncesi çağlara ait eserler bulunmaktadır. Zincirli ile Hattuşaş (Boğazköy) kazılarında ele geçen eserler bu bölümün başta gelen kültür varlıklarıdır. Zincirli şehir kapısı ortostatı, Yerkapı sfenksi, Teşup steli, Zincirli bazalt kapı arslanı, Maraş sfenksi, Zincirli sfenksli sütun altı da diğer eserler arasındadır.

İlk Tunç Çağı’na, Hatti kültürüne, Orta Tunç Çağı’na, Koloni Devri yerleşmelerine, Eski Hitit, Hitit ve Geç Hitit kralları dönemine ait eserler çoğunluktadır. Bunların arasında Kadeş Antlaşması bu bölümün en önemli eseridir.

Müzenin Çivi Yazılı Belgeler Arşivinde Mezopotamya’nın on, Anadolu’nun da iki eski yerleşme yerinden gelmiş tabletler, 12’si büyük, 8’i küçük olmak üzere dünyanın en zengin koleksiyonlarından birini oluşturmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu Osman Hamdi Bey’in eski eserleri koruma amacı ile çıkarttığı Nizamname uyarınca yapılan kazılarda ele geçmiş, diğerleri de çeşitli tarihlerde satın alınmıştır. Bu tabletler tarih, hukuk, tıp, edebiyat, ekonomi ve dini konuları içermektedir. Ayrıca matematik, astronomi, sihir gibi konuların yanı sıra çeşitli mektuplar da bu arşivde yer almaktadır. Yaklaşık olarak 74.000 adet olan bu tabletler depolarda ve teşhirde bulunmaktadır. Müzede bu tabletlerin pek az bir bölümü sergilenebilmektedir.


Çinili Köşk Müzesi

İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin avlusunda bulunan Çinili Köşk, Topkapı Sarayı yapı topluluğunun bir bölümü olarak Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472’de sur içerisinde, Sarayburnu’ndaki koruluk içerisinde yaptırılmıştır.

Çinili Köşk Osmanlı sivil mimarisinin Selçuklu etkisinde yapılmış İstanbul’daki tek örneğidir. Kaynaklarda yeterince isminden söz edilmeyen bu köşkün mimarı bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet (1451–1481) dönemi tarihçilerinden Tursun Bey, Çinili Köşk’ü sırçadan yapılmış bir yer olarak nitelendirmiştir. Sultan IV. Murad (1623–1640) zamanında köşk içerisinde yeni düzenlemeler yapılmış ve bu arada ayna taşından bir tavus kuşu kabartmasının bulunduğu bir çeşme de buraya eklenmiştir. Çeşmenin iki tarafındaki kitabelerde de buradan Sırça Saray olarak söz edilmiştir.

Köşk 1737 yılında kısmen yanmış ve bu nedenle de onarım sonrasında, özellikle cephe mimarisi değişmiştir. XIX. yüzyılda Aya İrini’deki müzenin yetersiz kalmasından ötürü eserler buraya taşınmıştır. 1910 yılında restore edilmiş, II. Dünya Savaşı sırasında kapatılmış, 1942’de de yeniden onarılırken 1880 yılında ön kısmına eklenen merdivenler kaldırılmıştır. Daha sonra bu onarımlar 1948–1953 yıllarında da devam etmiştir.

Çinili Köşk iki katlı taş bir yapıdır. Yapımında beyaz köfeki taşlar kullanılmış, yan ve arka cephelerinde de kırmızı tuğladan dolgulara yer verilmiştir. Köşkün Haliç’e bakan çıkmalı arka cephesinde tuğla dolguların alt katında kilim deseni biçiminde bezemeler olduğu biliniyorsa da bu kısım özelliğini yitirmiştir. Köşkün ön cephesinin ortasında bulunan çinilerle kaplı büyük bir eyvandan içeriye girilmektedir. Bu girişin yanlarında derinliği fazla olmayan kemerli nişler bulunmaktadır. Köşkün asıl katında orta mekâna açılan dört eyvanlı bir şema görülmektedir. Üzerleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür.

Çinili Köşk’ün en başta gelen özelliği dış cephesi ile büyük eyvanının iç yüzeyini ve içerdeki odaların bir bölümünü kaplayan çinilerdir. Mozaik tekniğinde yapılmış olan bu çiniler firuze renkli zemin üzerine kufi yazılar ve geometrik desenlerden meydana gelmiştir.

Çinili Köşk 1737 yangınından sonra bir süre saray ağalarına tahsis edilmiş, 1953 yılında İstanbul’un 500. Fetih yılı dolayısı ile Fatih Sultan Mehmet’e ait giysiler, silahlar ve fermanlar burada sergilenmiştir. Başlangıçta Fatih Müzesi olan köşk, daha sonra Türk-İslam ve Osmanlı çini keramiklerinin sergilendiği bir bölüme dönüşmüştür. Bu müze 1981 yılında Topkapı Sarayı’ndan alınarak İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlanmış, 1990 yılında yenilenen sergileme ile İstanbul’un fethinin 539. yılında, 28 Mayıs 1992’de ziyarete açılmıştır.

Müzede Türk çağına ait çini ve keramiklerin ilk örnekleri, Selçuklu çini ve keramikleri, XIV. yüzyıla tarihlenen ve İznik çini atölyelerinde yapılan XIV.-XVI. yüzyıl çinileri, XIV.-XVI. yüzyıl Milet keramikleri, Milet işi mavi-beyaz kandiller, İznik’te yapılan Haliç işi keramikler burada sergilenmektedir. Ayrıca XVI. yüzyıl ortalarına doğru İznikli çini ustalarının kobalt mavisi ve firuzenin yanı sıra adaçayı yeşilinden zeytin yeşiline kadar değişen yeşilin çeşitli tonlarından oluşmuş mor ve eflatun ile birlikte kullanılan sert hamurlu Şam işi keramikler de burada bulunmaktadır. Bunların yanı sıra XVI.-XIX. yüzyıla kadar üretilmiş çeşitli keramikler, çiniler, Kütahya çinileri ve Çanakkale keramikleri de müzede bulunmaktadır.

Müzedeki eserlerin başında figürlü çini parçaları, yıldız çiniler, haç şeklinde çiniler, tabaklar, kâseler, mavi-beyaz tabaklar, mavi-beyaz bordür çinileri, firuzeli mavi-beyaz tabaklar, tepelikler, çok renkli kâseler, bardaklar, sürahiler, XIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Anadolu Selçuklu mihrabı, Haseki Hürrem Sultan Medresesi’ne ait pencere alınlığı, Kütahya işi gülaptanlar, ibrikler, kapaklı kâseler gelmektedir.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri yeniden düzenlenerek açılmasından sonra 17 Avrupa Ülkesinden 46 müze arasında Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülünü kazanmıştır.


Osman Hamdi Bey Yokuşu Sokak
Gülhane-Eminönü/İstanbul

Tel : (0212) 520 77 40–41–42
Faks : (0212) 527 43 00
e-posta : arkeolojimuzeleri@ttnet.net.tr

 
Ayasofya Müzesi    (Eminönü)


Sultanahmet’te Sultan Ahmet Camii’nin karşısında yer alan Ayasofya, 916 yıl kilise, 481 yıl cami ve 1935’ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdüren, mimarlık tarihinin en önemli eseridir.

Bizans tarihçilerinden Theophanes, Nikephoros ve Gramerci Leon Ayasofya`nın İmparator I. Constantinius (324-337) zamanında yapımına başlandığını, 360 yılında, II. Constantinius’un imparatorluğu döneminde tamamlandığını yazmışlardır. İlk ismi Megali Eklesia (Büyük kilise) olan yapı, V. yüzyıldan sonra Hagia Sophia (kutsal bilgelik) ismini almıştır. Bu ilk Ayasofya bazilika plânlı, ahşap çatılı, beş nefli bir yapı olup, çıkan bir isyan sonucu tamamen yanmış ve günümüze hiçbir kalıntısı gelememiştir. İmparator II. Theodosius, Ayasofya’yı Mimar Rufinos’a ikinci defa yaptırarak 415 yılında ibadete açmıştır. İkinci Ayasofya’nın da ilk Ayasofya gibi, bazilika plân düzeninde, taş duvarlı, ahşap çatı ile örtülü bir yapı olduğu bilinmektedir. Bu Ayasofya ile ilgili 1936 yılında Prof. A.M. Schneider tarafından yapılan kazılar sırasında bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bunlar mabete giriş basamakları, cephe taşları, sütunlar, sütun başlıkları, sütun kaideleri, bezemeleri ve frizleridir. Günümüzde bunlar Ayasofya’nın bahçesinde ve girişin hemen altında görülebilmektedir. Ancak, bu Ayasofya’nın da yazgısı diğerlerinden farklı olmamış, 532 yılında Hippodrom’da çıkan Nika İsyanı sırasında tamamen yanmıştır.

İmparator Iustinianus II (527-565) bu Ayasofya’lardan daha büyük, daha görkemli bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos`lu İsidoros ve Trallesli Anthemios`a günümüze ulaşan Ayasofya`yı yaptırmıştır. Mabedin yapımı için İmparator bütün eyaletlerine emirnâme göndererek bulundukları yerdeki mimari anıtlara ait parçaların, sütunların, başlıkların, mermerlerin ve renkli taşların Ayasofya`da kullanılmak üzere İstanbul`a gönderilmesini istemiştir. Ayasofya’nın yapımına 532 yılında başlanmış, bezemeler dışında çalışmalar beş yılda tamamlanmış ve 537’de ibadete açılmıştır.

Günümüzde bütün görkemiyle ayakta duran Ayasofya’da Erken Bizans mimarisinin ana hatlarının yanı sıra Roma mimari geleneğini ve Doğu sanatlarının izleri açıkça görülmektedir. Mimari yönden incelendiğinde Ayasofya’nın merkezi kubbe ile örtülü, büyük bir orta mekânı, iki yan nefi, dışarı taşkın apsidi, iç ve dış narteksi olduğu görülmektedir. Kubbeli bazilika olarak nitelenen bu yapıya, atriumun doğusundaki üç kapıdan dış narteksine girilmektedir. Üzeri uzun ve dar bir manastır tonozu ile örtülü dış narteksten de beş kapının aracılığıyla iç nartekse geçilir. Duvarları renkli mermer levhalar, mozaiklerle bezeli bu mekânın kuzey ve güneyinde de iki büyük kapı dikkati çekmektedir. Bunlardan kuzeydekinden üst galeriye çıkan rampalara, güneydeki horologion kapısından da avluya çıkılmaktadır. Bezemeleri ile son derece zengin olan iç narteksten dokuz kapının aracılığı ile Ayasofya’nın ana mekânına girilir. Bunlardan ortadaki bronz çerçeveli kapı İmparator kapısıdır. Mermer söveli kapının kanatları son derece kalın meşe ağacından yapılmış olup, üzeri tunç levhalarla kaplanmıştır.

Ayasofya’nın ibadet mekânı olan naos, dört büyük paye ve bunların arasında yer alan sütunlarla iki yan nefe ayrılmıştır. Uzunlamasına klasik Bizans bazilika plânını açıkça ortaya koyan bu mekân 73.50x69.50 metre ölçüsünde olup, St.Pierre, Seville ve Milano katedrallerinden sonra dünyada ölçü olarak üçüncü sırada bulunmaktadır. Ana mekânı dört büyük payenin taşıdığı pandantifler üzerinde, kasnak üzerine oturan kubbe 55.60 metre yüksekliğindedir. Çeşitli onarımlar nedeniyle tam bir daire özelliğini yitiren kubbe, elips şeklindedir. Güney-kuzey çapı 31.87 metre, doğu-batı çapı 30.87 metre ölçüsündedir. Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre de bu kubbenin ortasından Ruhu Mukaddes’i canlandıran ve içerisinde Hz.İsa’nın vücudunu temsil eden Mukaddes Hamurun bulunduğu gümüş bir güvercin asılıydı. Yapımından 22 yıl sonra bir deprem sonucu kubbenin doğu yönü tamamen yıkılmış, onarımını Mimar İsidoros’un aynı ismi taşıyan yeğeni üstlenmiştir. Bu defa kubbe ilkinden 7 metre daha yükseltilmiş ve yanlara açılmasını önleyecek payandalar yapılmıştır. Böylece yeni kubbenin çapı doğu-batı yönünde biraz daha küçültülmüştür. İmparator Iustinianus Patrik Eulhyhus ile birlikte 24 Aralık 562’de Ayasofya’yı bir kez daha açmıştır. Ancak, Ayasofya’ya yine de sağlam bir kubbe oluşturulamamıştır. İmparator Basileius I zamanında (867 - 886) Ayasofya yeniden onarılmış, kubbedeki çatlaklar kapatılmıştır. İmparator II.Basileius (1025-1028) zamanında 869 depreminde batı yarım kubbesi yıkılma tehlikesi ile karşılaşmış Trinidat isimli bir mimar altı yılda Ayasofya’yı yeniden onarmıştır.

Ayasofya mimarisinin yanı sıra mozaikleri ile de tanınmıştır. Ayasofya’nın mermerlerle kaplı duvarları dışında kalan tüm yüzeyleri, kemerleri, tonozları, yarım kubbeleri ve üst örtüleri birbirinden güzel mozaiklerle bezenmiştir. Bizans tarihinde İkonaklazm olarak nitelendirilen tasvir kırıcı akımdan ötürü Ayasofya’nın ilk figürlü mozaikleri tahrip edilmiş, yerine altın yaldızlı bitkisel motifli mozaikler yapılmıştır. İkonaklazm hareketinden sonra yapılan figürlü mozaiklerle anıt daha görkemli bir görünüm kazanmıştır. Bu figürlü mozaikler IX ve XII.yüzyıllarda yapılmış olup, İmparator Kapısı üzerinde, güney girişinde (Vestibul), absid yarım kubbesinde, kuzey Tympanon duvarlarında, güney galeride ve kuzey galeride görülmektedir. Kubbedeki Pantokrator İsa kompozisyonu ise Osmanlı döneminde yapılmış olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi hattının altında kalmıştır. Ayrıca üst galeride papaz odaları denilen yerde de ikinci kalitede mozaikler bulunmaktadır.

İstanbul’un Latin istilâsı sırasında Ayasofya büyük zarara uğramış, buradaki bir çok kilise eşyası ya tahrip edilmiş veya Avrupa’ya götürülmüştür.

İstanbul’un fethinden sonra kentin en eski yapılarından olan Ayasofya’nın, harap ve perişan bir halde olduğunu tarihi kaynaklar belirtmiştir. Camiye çevrilen Ayasofya’nın batıdaki küçük kubbesinin üzerine ahşap bir minare yapılmış, daha sonra da Fatih Sultan Mehmet zamanında güneybatıdaki tuğla minare, Sultan Beyazıt II döneminde buna kuzeydoğudaki ince minare eklenmiştir.

Fatih Sultan Mehmet yapının kuzeyine bir de medrese yaptırmıştır. P.G.İnciciyan bu medresenin yapım tarihini 1453 olarak göstermektedir. Fatih Sultan Mahmet’in vakfıyesinde de değindiği medrese dış narteksin avluya açılan yan kapısıyla, Sultan III.Murat’ın minaresinden başlayarak Soğuk Çeşme Sokağı’na kadar uzanıyordu. G.Gurlit’in plânından anlaşıldığına göre 50x47x35 metre ölçüsünde dikdörtgen plânlı medresenin uzun tarafında on yedişerden 34 diğer yanında da 12 hücre bulunuyordu. Bu medrese Fatih Sultan Mehmet’in külliyesinin yapımından sonra kendi haline bırakılmış, sonraki yıllarda da yıkılmıştır. Ayasofya Müzesi’nce 1982 yılında yapılan kazılarda medresenin temelleri ortaya çıkarılmıştır.

Ayasofya’nın Osmanlı döneminde ibadet mekânı içerisine mihrap, minber, vaaz kürsüleri ve hünkâr mahfili eklenmiştir. Ayrıca Teknecizâde İbrahim Efendi’nin yazıları buraya konulmuşsa da bunlar günümüze gelememiştir. Onun yazılarının yerine Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yazıları konulmuştur. Bunlardan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Nur Suresi’nden alınma ayeti kubbede bulunmaktadır. Ayrıca Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin büyük ölçüdeki yuvarlak levhaları da payandaların üzerinde bulunmaktadır.

Sultan Selim II (1566 - 1574)’in hükümdarlığının son yıllarında Ayasofya’nın duvarları dışa doğru açılmaya başlamış ve yapı, bütünüyle yıkılma tehlikesiyle karşılaşmış. Tarihçi Selanikli Mustafa Efendi, yapının bir buçuk zira (75 - 90 santim) yana meylettiğini kaydetmiştir. Bunun üzerine padişah, yanına devlet büyüklerini, Mimar Sinan başta olmak üzere hassa mimarlarını alarak Ayasofya’ya gelmiş, durumu yerinde görerek gerekli önlemleri aldırmıştır. Öte yandan Peçevi İbrahim Efendi de Sultan II Selim’in kubbeyi sağlamlaştırdığını, bazı koruyucu payeler ile iki minare yapılmasını emrettiğini belirtmiştir. Sultan II Selim’in emriyle Mimar Sinan, yapıya bitişik evleri kaldırtmış, caminin iki yanında otuz beşer arşınlık (24 metre) boşluk bırakarak yollar açmış, tahta minareyi yıkmış, kuzeybatı ile güneybatıya aynı zamanda payanda görevini üstlenecek iki minare daha eklemiştir. Ayrıca Ayasofya’nın kuzeyine, yıkılan evlerden kalan yerlere yine dayanak olmak üzere iki payanda daha yaptırmıştır. Sultan II. Selim’in Mimar Sinan’a başlattığı bu onarım oldukça uzun sürmüş, çalışmalar Sultan II. Murat’ın (1574 - 1595) saltanatının ilk yıllarında tamamlanmıştır. Sultan I. Mahmut, 1739-1740 yıllarında Osmanlı sanatının en güzel eserlerinden olan şadırvan, sıbyan mektebi, aşhane-imaret, kütüphane ve yeni bir hünkar mahfili ile mihrap yaptırmıştır. Ayasofya beş Osmanlı Padişahının aynı yerde gömülü oluşuyla da ayrı bir önem taşımaktadır. Bunlar Sultan II. Selim, Sultan III. Murad, Sultan III. Mehmed, Sultan I. Mustafa ve Sultan İbrahim’in türbeleridir.

Ayasofya’nın Osmanlı döneminde geçirdiği en önemli onarım, Abdülmecid’in isteğiyle gerçekleştirilmiş. Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin varis bırakmadan ölmesi ve vasiyeti üzerine 40 bin kese altına yaklaşan servetiyle (1846) Ayasofya’nın onarılması kararlaştırılmıştır. Onarımı yapmak üzere, İsviçre asıllı İtalyan Mimar Gaspare Fossati ile kardeşşi Guiseppe Fossati görevlendirilmiştir (1847 - 1849). G.I. Fossati’nin çalışmaları 1849 yılına kadar sürmüş, yapının iç ve dış sıvaları değiştirilmiş, mozaikleri meydana çıkarılarak temizlenmiş, sonra da üzerleri yeniden ince bir sıva ile örtülmüştür. Kubbeyi dıştan destekleyen kemerler de bu dönemde yapılmış, ayrıca çift demir çemberlerle kubbe takviye edilmiş, üst galeride dik durumlarını yitirmiş on üç sütun düzeltilmiş ve bazı kapılar yenilenmiştir. Ayasofya’nın müze oluşundan sonra onarımlar sürekli yapılmış, yapının üst örtü kurşunları, türbeleri, şadırvanı, muvakkithanesi, kütüphanesi, mihrabı ve hünkâr mahfili yenilenmiştir.
 İstanbul'un yaşlı anıt yapılarından olan Ayasofya'nın cami veya müze işlevinden hangisinin daha etkin olabileceği zaman zaman tartışılmış, güncel basında her iki yöne ağırlık kazandıracak yayınlar yapılmıştır. Bu tartışmalar sürüp giderken akıl ve bilimin ışığı altında konunun boyutları, felsefede geçen neden ve niçin sorularının yanıtlanmaması olayı daha karmaşık bir duruma getirmiştir. Konuya dayanak olarak yalnızca Fatih Sultan Mehmet'in vakfıyesi ele alınmış, gerçeğe dayanmayan iddialar da ortaya atılmıştır. Düzenlendiği çağın koşulları içerisinde Vakıfların ve Vakfıyelerin büyük rolü ve önemi olmuştur. Bunların her biri ayrı ayrı insancıl görüşleri içermekte, toplum yararına uygun hükümler ortaya koymaktadır. Ne var ki çağın gelişen koşullarında bazı vakfiyeler güncelliğini ve uygulamasını yitirmiştir. Bu bakımdan bir konuda karar verirken öncelikle vakfiye hükümlerini ortaya koymak ve bunların arkasına sığınmak da çağdaş bir görüşten çok uzaktır. Bu arada bazı çevreler Ayasofya'nın müzeye dönüşmesine neden olan Bakanlar Kurulu kararnamesinin gerçek dışı olduğudur. Bu konuda araştırma yapan Erdem Yücel'in "Belgelerin Işığı Altında Ayasofya'nın Müze Oluşu ile İlgili Bazı Gerçekler" isimli makalesinde (Türk Dünyası Araştırmaları S.78)  konuyu belgeleriyle açıklamış ve ortaya koymuştur:

"Ayasofya Bakanlar Kurulunun 24 Kasım 1934 günlü kararı ile müzeye dönüştürülmüştür. Bu kararnamenin aslı, bugün Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nde olup, bir örneği de Ayasofya Müzesindedir. Bu kararnameyi Reisicumhur Kemal Atatürk, Başvekil İsmet İnönü, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Maarif Vekili Abidin Özmen, İktisat Vekili Celal Bayar ve diğer bakanlar imzalamıştır.

Ayasofya İstanbul Vali Muavini, Evkaf Müdürü ve İstanbul Müzeler Genel Müdürü arasında yapılan bir protokol ile müze yönetimine devredilmiştir. Ayasofya Müzesinin kısa sürede ziyarete açılabilmesi için yoğun bir çalışma başlamış ve 1 Şubat 1935'te ziyarete açılmış ve ilk gün 463 yerli, 370 yabancı olmak üzere toplam 738 kişi gezmiştir.

Fatih Sultan Mehmet fetihten hemen sonra ibadet amacıyla Ayasofya'yı camiye çevirmiştir. Osmanlılarda uyulan bir teamüle göre ele geçirilen kentin en büyük dini yapısı camiye çevrilirdi. İstanbul'da da aynısı uygulanmıştır. Ayasofya'nın hemen yanı başındaki Hagia Eirene camiye dönüştürülmemiştir. Ayrıca İstanbul'u ziyaret eden yabancı devletlerin önde gelen kişileri ile yerli ve yabancı turistlerin ilk anda görmek istedikleri yer Ayasofya'dır.

Fatih Sultan Mehmet'in köhneleşmiş Bizans'ı yıkarak Ayasofya'yı camiye çevirdiği bilinen bir gerçektir. Öte yanda Atatürk'te çökmüş bir imparatorluktan yeni bir Cumhuriyet kurmuştur. Türklerin bu iki büyük dahisinden biri İstanbul'u fethetmiş, diğeri de günün koşullarını dikkate alarak Ayasofya'yı müzeye çevirmiştir. Ayrıca evrensel boyutlarda Dünya Kültür Mirasında Ayasofya'nın kendine özgü bir yeri bulunmaktadır. Bu bakımdan Ayasofya Cami mi? Yoksa müze mi? Tartışması günümüzde çağdışı bir düşünceden öteye gitmemektedir".

Bu nedenle Ayasofya sitemizde istanbul Müzeleri bölümünde yer almıştır.
 Sultanahmet Meydanı, Eminönü

Tel :     (0212) 522 17 50
Faks :  (0212) 512 54 74
E-posta: ayasofyamuzesi@hotmail.com


Aya Eireni (St. Irene) (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesinde, Topkapı Sarayı dış avlusunda Sur-ı Sultani içerisinde bulunan Aya Eireni (Aya İrini) Kilisesi, Ayasofya Müzesi’nin yönetimindedir. Başta İstanbul Kültür ve Sanat Festivali olmak üzere çeşitli etkinliklere açık olup, müzeden alınan izinle gezilebilmektedir.

Ayasofya’dan sonra Bizans’ın ikinci büyük kilisesi olan Aya İrini değişik zamanlarda yapılan onarımlarla günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre, kilisenin bulunduğu yerde Roma dönemine ait Arthemis, Aphrodite mabetleri bulunuyordu. Kilisenin yapımı oldukça eski tarihlere inmektedir. I.Constantinius döneminde, IV. Yüzyılın başında Roma mabetlerinin kalıntılarından yararlanılarak yapılmıştır. Bizanslılar bu kilise için İlahi Selamet sözcüğünü kullanmışlardır.

Ayasofya ile aynı avlu duvarı içerisinde bulunan Aya İrini 532 yılında Nika Ayaklanması sırasında yanındaki Sempson Zenon (düşkünler evi) ile birlikte yanmıştır. İmparator I.Iustinianus (527–565) Ayasofya ile birlikte Aya İrini’yi de yeniden yaptırmıştır. Yapımına 532 yılında başlanmışsa da bitim tarihi kesinlik kazanamamıştır. Sanat tarihçiler İmparatoriçe Theodora’nin ölümünden (548) önce bitirilmiş olduğu konusunda birleşmişlerdir. Iustinianus’un son yıllarında Ayasofya’nın atriumu ile birlikte Aya İrini atriumu da yanındaki iki manastır ve Sempson Zenon ile birlikte yanmıştır. III. Lon (717–741), V.Constantinius (741–775), IV. Leon (775–780) zamanındaki depremler kiliseye büyük zarar vermiş, bunu IX. Yüzyıldaki deprem izlemiştir.

İstanbul’un fethinden sonra Sur-ı Sultani içerisinde kalan Aya İrini III. Ahmet’e (1703–1730) kadar iç cebehane (cephanelik) olarak kullanılmış, daha sonra Harbiye Nezaretinin silah ambarı olmuştur. Ahmet Fethi Paşa tarafından Osmanlı’nın ilk müzesi burada açılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinden gönderilen eserler burada Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) ve Mecmia-i Asakir-i Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) ismi altında iki bölümlü bir müze olmuştur.

Aya İrini’nin ilk yapısı ahşap çatılı, üç nefli bir bazilika planında idi. Günümüze ulaşan ve 738 depreminden sonra yapılan kilisenin zemini bazilika, üst örtüsü ise kapalı Yunan haçı planındadır. I.Iustinianus devrinin tüm mimari özelliklerini yansıtan bugünkü yapı üç nefli, 100.00x32.00 m. ölçüsündedir. Ana mekânın ortasını 15.00 m. çapında ve 35.00 m. yüksekliğinde dört büyük payenin taşıdığı bir kubbe örtmektedir. İçeriden küre, dışarıdan da yüksek kasnaklı kubbenin çevresinde 20 pencere bulunmaktadır. Ancak bunlardan 14’ü kubbenin yıkılmasını önlemek amacı ile tuğlayla örülmüştür. Ana kubbenin atrium yönünde, elips görünümünde dıştan basık ve yayvan ikinci bir kubbe daha vardır. Bunun dışında kalan üst örtü beşik tonozludur.

İbadet mekânının iki yanında sütunların taşıdığı galeri bulunmaktadır. Bu sütunların başlıkları üzerinde İmparator Basileus ve eşi Theodora’nin monogramları bulunmaktadır. Apsis dıştan üç cepheli olup, her cephesine birer pencere yerleştirilmiştir. İçten yarım yuvarlak olan apsisin duvarları arasına bir metre genişliğinde kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir. Apsisin merdiven basamağı şeklindeki kademeleri bu dehliz üzerine oturtulmuştur. Bunun iki yanına da pareglesion denilen hücreler yerleştirilmiştir.

I.Iustinianus zamanında yapılan kilisenin zengin bir bezemesi vardı. Ancak bunlardan günümüze yalnızca apsis yarım kubbesindeki altın yaldızlı haç mozaiği gelebilmiştir. Bunun da nedeni Bizans’ta 726–842 yıllarında hâkim olan İkonaklazm (tasvir kırıcılık) akımıdır. Apsis yarım kubbesindeki mozaikte dört kademeli bir kürsü ve bunun üzerinde de geniş kollu bir haç görülmektedir. Buradaki haç Hz. İsa’yı, kademeli kürsü de Onun çarmıha gerildiği Golgoto Tepesi’ni tanımlamaktadır. Ayrıca Mezmurlar kitabından alınan iki satırlık bir yazı da bu kompozisyonu tamamlamaktadır.

Aya İrini müze olarak kullanıldığı zaman bu mozaiğe dokunulmamış, üzeri yalnızca bir bayrakla örtülmüştür. Aya İrini’de bu mozaikten başka mozaik olup olmadığı kesinlik kazanamamakla beraber Dr.Firfield’in burada yaptığı araştırmalarda kubbe ve pandantiflerde İkonaklazm döneminden önceye tarihlenen mozaik izleri bulunmuştur. Ana mekânda yapılan araştırmalarda ise iki parça halinde döşeme mozaikleri bulunmuştur.

Aya İrini Kültür Bakanlığı’nca 1983 yılında açılan Anadolu Medeniyetleri Sergisi’ne ev sahipliği yapmıştır.

Topkapı Sarayı I.Avlusu Sultanahmet
Eminönü/İstanbul


Kariye (Khora Kilisesi) Müzesi (Fatih)


İstanbul Fatih ilçesinde, Edirnekapı’nın kuzeyinden Haliç’e inen yamaçta bulunan Kariye Müzesi, Khora (Hora) Manastırı’nın kilisesidir. Hz. İsa’ya adanmış olan bu kilisenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kilisenin IV. Yüzyılda yapılmış olup olmadığı konusu da kesin değildir. Bizans kaynaklarında VI. Yüzyılın ilk yarısında Ayios Thedoros isimli bir kişi tarafından yapıldığı yazılıdır. Bizans kaynaklarına göre bu kişi İmparator I.Iustinianus’un eşi Theodora’nın dayısı olan bir komutandır. Sasanilere karşı savaşmış ve sonra Antakya’ya yerleşmiştir. Iustinianus onu bir dini toplantıya katılmak üzere İstanbul’a çağırmıştır. Edirnekapı’da yaşayan bu kişiden ötürü manastırın yapımına başlanmış ancak, 557 yılı depreminde manastır yıkılmıştır. Bunun üzerine imparator manastırı eskisinden daha büyük olarak yaptırmıştır. Manastır kilisesinin üç şapelinden birini Meryem’e adamıştır.

Kilisenin ilk yapımı bazilika planında idi ve mozaiklerle bezenmişti. Yanında hamam ve körler için de bir sığınma evi bulunuyordu. Günümüze gelen kilise kare planlı, üzeri kasnaklı kubbelidir. Kesme taş ve tuğla hatıllı olarak yapılan yapının dışarıya taşkın üç apsidi bulunmaktadır. Bunlardan ortadaki apsid yuvarlak olup, iki yanlardaki dışarıya çıkıntı yapmıştır. Kilisenin önünde iç ve dış narteks bulunmaktadır. Bu bölümler kubbe ve tonozlarla örtülüdür. Naos kısmının içerisi mermer kaplıdır. Bu nedenle de buradaki mozaiklerden çok azı günümüze gelebilmiştir.

VIII. yüzyılda bu manastırın var olduğu bilinmektedir. Patrik Germenos 740 yılında ölünce buraya gömülmüştür. Aynı şekilde V. Constantinius’a karşı 742 yılında ayaklanan Baktangios idam edildikten sonra onun da cesedi buraya gömülmüştür.

Khora Manastır ve Kilisesi’nin yeniden ün kazanması XI. Yüzyılın sonlarında İmparator I.Aleksios Komnenos (1081–1118) dönemine rastlamaktadır. O yıllarda çok harap bir durumda olan manastırı Aleksios’un kayınvalidesi Maria Dukaina restore ettirmiş ve kilisesini de farklı bir mimari üsluba göre yaptırmıştır. Kilise Hz. İsa’ya adanmıştır. Kısa bir süre sonra Aleksios’un küçük oğlu İsaakios Komnenos kiliseyi yeni baştan ve daha büyük ölçüde yaptırmış, kendisi için de bir mezar yeri hazırlamıştır. Sonraki yıllarda Meriç kıyısında Ferecik’te Kosmosoteria Manastırı’nı yaptırınca buradaki mezar yerini de oraya taşımıştır. Günümüzde kilisenin narteks bölümünün sağında bu mezar yerinin olduğu duvarda Hz. İsa’yı tasvir eden büyük bir mozaik pano bulunmaktadır. Bu panonun altında da İsaakios Komnenos’un mozaik bir panosu bulunmaktadır.

İstanbul’un Latin istilası sırasında (1204–1261) manastır ve kilisenin ne durumda olduğu bilinmemektedir. 1261 yılından sonra Bizans yeniden kurulduktan sonra saray ileri gelenlerinden Theodoros Metohites Kariye manastır ve kilisesini 1316–1321 yıllarında genişletmiş, içerisini mozaik ve freskolarla bezemiştir.

Thedoros Metohites XIV. yüzyılın ilk yarısında bu yapının güney tarafına bitişik olarak tek nefli bir şapel eklemiştir. Parekklesion denilen bu ince uzun mekânın altında da aynı planda bir mahzen bulunmaktadır. Bir mezar şapeli olduğu sanılan bu ek binanın orta bölümüne yüksek kasnaklı, kasnağında pencereler olan bir kubbe oturtulmuştur. Bu şapel kilisenin batı cephesinin önünü kaplayan dış hol ile batı-güney köşesinde birleşmektedir.

Kariye’deki mozaik ve freskolar Avrupa’daki Rönesans akımına paralel olarak Bizans resim sanatında yeni bir anlayışın başladığını göstermektedir. Giriş kapısı üzerinde Hz. İsa’ya kilisenin bir modelini sunan Thedoros Metohites tasvir edilmiştir. Kilise içerisindeki mozaiklerde İsa’nın ve Meryem’in hayatı ile ilgili İncil’den alınmış sahneler resmedilmiştir. Bu resimlerde resme derinlik sağlayan arka planlar ve mimari yapılara, motiflere önem verilmiştir. Buradaki sahnelerde canlılık ve günlük hayattan alınma gerçekçilik açıkça görülmektedir. Figürlerin yüz ifadeleri, hareketleri özenle işlenmiştir. İç nartekste sağ tarafta bütün duvarı boydan boya kaplayan Halke İsa’sı panosu, Meryem ve İsa’nın önünde yere diz çökmüş bir figürün XII. Yüzyılda kiliseyi yeniden yaptıran İsaakios Komnenos’a ait olduğu anlaşılmaktadır.

Kilisenin ana mekânında çok az mozaik bulunmaktadır. Yalnızca kapının iç tarafında, kemerin üzerinde Hz.Meryem’in son uykusu ve ruhunun Hz. İsa tarafından göğe çıkarılışı (Koimesis) sahnesi tasvir edilmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra bir süre boş kalan bu yapı, Sultan II. Beyazıt (1482–1512) döneminde Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Bu arada yanına yuvarlak gövdeli tek şerefeli bir minare eklenmiştir. Çemberlitaş’ta Atik Ali Paşa Camisi’ni yaptırdıktan sonra düzenlediği vakfiyesinde de Kenise Cami olarak bu yapıdan da söz etmiştir.

Caminin 1876–1877 yıllarında onarıldığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Bu dönemde İstanbullu Rum mimar P.Kuppas burada restorasyon çalışması yapmış, içerisindeki mozaiklerden bazılarını temizlemiştir. Mozaiklerinden ötürü İstanbul’a gelen yabancı gezginler Kariye’yi mutlak görmüş, bunların arasında Alman İmparatoru II. Wilhelm de bulunmaktadır. Amerikan Bizans Enstitüsü 1948’den sonra içerisindeki mozaik ve freskoların temizlik ve onarımını yapmış, Th. Whittemore başkanlığında başlayan çalışmaları onun ölümünden sonra P.A. Underwood tarafından sürdürülmüştür. Son onarımları da J.W.Hawkins 1959 yılında yapmıştır. Kariye bundan sonra 1948 yılında cami işlevi sona erdirilerek müzeye dönüştürülmüştür. Günümüzde Ayasofya Müzesi’ne bağlı ayrı bir birimdir.


Edirnekapı, Fatih

Tel    : (0212) 631 92 41
Faks : (0212) 512 54 74
E-posta: ayasofyamuzesi@hotmail.com


Fethiye (Pammakaristos Manastırı) Müzesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Çarşamba’dan Haliç’e inen yamaçta bulunan Fethiye Cami ve Müzesi Teotokos Tis Pammakaristos Manastırı’nın kilisesidir. Bu kilisenin bulunduğu yerde günümüze gelemeyen bir kitabeden İoannes Komnenos ile karısı Anna Dukaina’nın yaptırdığı bir kilise olduğu öğrenilmektedir. Ancak bu iddia kitabe günümüze gelemediğinden ötürü kesinlik kazanamamıştır.

Günümüze gelen kilise XIII. yüzyılın sonlarında Bizans sarayının önde gelen kişilerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından yaptırılmıştır.

İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in Ortodoksların başına patrik olarak atadığı Gennadios Skolarios Havarium Kilisesine yerleşmiş, 1455’te o sıralarda kadınlar manastırı olan Pammakaristos Manastırı’na Fatih Sultan Mehmet’in izni ile taşınmıştır. Bu manastırın kilisesi Ahmet Paşa tarafından mescide çevrilmiştir. Pammakaristos Manastır ve Kilisesi bir yüzyılı aşkın süre içerisinde patriklik merkezi olarak görev yapmış ve Fatih Sultan Mehmet de burayı ziyaret etmiştir.

Sultan III. Murat döneminde (1574–1595) Fethiye’nin çevresi Türk mahalleleri ile kaplanınca bu yapı Fethiye Camisi ismi ile 1590 yılında camiye dönüştürülmüştür. Patriklik makamı da Ayios Georgios Kilisesi’ne taşınmıştır.

Kilise camiye dönüştürüldükten sonra apsis kısmı yıkılmış, buraya kıble yönüne uygun bir mihrap yerleştirilmiş üzeri de bir kubbe ile örtülmüştür. Yanındaki ek binada bulunan sütunlar kaldırılmış, kubbeler ve tonozlar büyük kemerler ile desteklenmiştir. Sadrazam Sinan Paşa da batı tarafına bir medrese eklemiştir. Bu medrese avluyu U biçiminde kuşatmıştır.

XX. yüzyılın başlarında medresenin üzerine Mimar Kemalettin Bey’in çizdiği projeye göre bir ilkokul yapılmıştır. Bu arada avlu duvarları kaldırılarak külliyenin bütünlüğü yok edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Y.Mimar Süreyya Yücel tarafından 1936–1938 yıllarında Fethiye Camisi restore edilmiştir. Bu arada Amerikan Bizans Enstitüsü mozaik araştırmaları ve mozaik restorasyonu yapmış, yan bölümündeki bugün müze olarak kullanılan kısımdaki mozaikler ortaya çıkarılmıştır. Cami 1960 yılında bir onarım daha geçirmiş, uzun süre kapalı kalan cami ibadete açılmıştır.

Fethiye Camisi kesme taş ve tuğla dizilerinden oluşan bir duvar işçiliği göstermektedir. Güney cephesindeki kapının üzerinde bulunan kitabeden anlaşıldığına göre 1845 yılında onarılmış, bu dönemde barok üslupta minare eski minarenin yerine yapılmıştır. Yapı dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânının çevresini tonoz ve kubbeli bir galeri çevirmektedir. İbadet mekânı mihrap önünde iki kalın paye, ortada ikişer, yan kenarlarda da dörder paye ile üç nefe ayrılmıştır. Bunlardan mihrap önü ile onun önündeki bölüm kubbe ile geriye kalan mekânlar da çapraz tonozlarla örtülmüştür. Mihrap nişi alışılagelenin dışında sivri bir üçgen şeklinde dışarıya çıkıntılıdır.

Yapının dış cephesi son dönem Bizans mimari üslubunu yansıtan biçimde olup, tüm cephe sağır nişler ve pencerelerle üç kuşak halinde hareketli bir görünümdedir. Buradaki sağır nişler alt katta olup, hepsi yuvarlak kemerlidir. Bunun üzerindeki pencere dizisi silmeler içerisine alınmış üçüz pencere şeklindedir. Bazı yerlerde simetriden kaçılmış, üçüz pencerenin yanına yuvarlak kemerli ayrı bir pencere yerleştirilmiştir. Pencereler arasındaki boşluklara da sağır nişler oturtulmuştur. Dış cephenin bitimi yer yer yuvarlak kemere dönüşen iki sıra halindeki diş kesimi bir silme ile sonuçlanmıştır.

Fethiye Camisi’nin sağ tarafına 1315 yılında kapalı Yunan haçı planında küçük bir ek kilise Parekklesion eklenmiştir. Bizans İmparatoru Mikhael Glabas 1315 yılında ölünce karısı Maria Dukena kocasının anısına kuzey kilisenin sağ tarafına bu ek yapıyı yaptırmıştır. Bu kilise bir narteks, galeri ve naos bölümünden meydana gelmiştir. Gerçekte mezar şapeli olan bu ek kilisede Maria ve Michael Ducas’ın mezarları bulunmaktadır.

Günümüzde Ayasofya Müzesine bağlı müze niteliğindeki narteks ve galeriden oluşan bu bölüm 2.30 m. çapında bir kubbe ile örtülüdür. Cephe görünümü son Bizans devri mimarisini yansıtmaktadır. Parekklesion’un kubbe ve duvarları XIV. yüzyıla tarihlenen mozaikler ile süslüdür. Apsiste Hz. İsa, Hz. Meryem ve Yuhannes’ten oluşan Deisis kompozisyonu, kubbede de ortada İsa, iç dilimlerde Tevrat peygamberleri, tonozlar, azizler ve bir de vaftiz sahnesi görülmektedir.

Fethiye Camisi’nin bu bölümü 1990’lı yıllarda onarım nedeni ile kapatılmış ve 2006 yılında yeniden ziyarete açılmıştır.


Büyük Saray Mozaikleri Müzesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Sultanahmet Camisi'nin güneyinde, caminin külliyesi olan arasta içerisinde yer almaktadır. Bu müze günümüzde Ayasofya Müzesi yönetimindedir.

İstanbul’da Bizans İmparatorluğu döneminde Bukaleon, Hormistas, Mangan, Dafne ve Tekfur sarayları yaptırılmıştır. Bunların arasında Hipodromdan Marmara’ya doğru uzanan 100.000 m2’lik alanı Büyük Saray kaplamıştır. Büyük Saray çeşitli yapılar, tören salonları, kiliseler, bahçeler ve oyun yerlerinden oluşan küçük bir şehir görünümünde idi. Bu saraya İmparatorun Evi, Saray, Mukaddes Saray, Bukaleon, Hipodrom Sarayı, Eski Saray ve Büyük Saray gibi isimler verilmiştir.

Sarayın çevresinde Ayasofya, Aya İrini, Hipodrom, Sergios Bakkhos (Küçük Ayasofya) gibi yapılar bulunuyordu. Kuzeydoğudan güneybatıya doğru eğimli bir arazide kurulan bu saray kompleksi geniş teraslar ve duvarlarla desteklenmiş, saray da meydana getirilen bu alanın üzerinde kurulmuştur. Böylesine geniş bir alana yayılan sarayın doğusunda Magnaura ile Khalke bölümleri, güneybatısında muhafız alayı kışlaları ve diğer yan kuruluşlar yer alıyordu. Sarayın batısında İmparatorun kabul salonu ile günlük yaşantısını sürdürdüğü bölümler vardı.

İmparator I.Constantinius’un (306–337) başlattığı bu yapı topluluğu, onu izleyen imparatorların yaptırdığı ilavelerle daha da genişletilmiştir. I.Iustinianus (527-565), II.Iustinos (565-578), V.Constantinos (741-775), Teophilos (829-842), I.Basileios (867-886) ve VI. Leon’un (886-912) sarayın genişletilmesinde büyük katkıları olmuştur. Sarayın kuzeybatısında Hipodrom, Zevk Siopos Hamamları, güneybatı ve güneydoğusunda deniz, kuzeyinde Ayasofya, Senato Binası ile Augusteion Meydanı bulunuyordu.

Sarayın görkemli girişini I.Constantinius yaptırmıştır. Buradaki Khalke bölümünün altın yaldızlı kapısı ile Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre, ilginç bir kubbesi vardı. Daphe diye isimlendirilen oktogonal planlı yapının ortasında I.Constantinius’un salonu bulunuyordu. İmparatorun yabancı devlet elçilerini kabul ettiği Magnaura da yine bu dönemde yapılmıştır. II.Theodosius zamanında (408-450) saray alanındaki çalışmalar Marmara kıyılarına kadar yayılmıştı. Bu arada 409 yılında saray yakınlarında özel yapıların yapılması da yasaklanmıştı. Nika İhtilali sırasında, 532’de yakılan bu sarayı İmparator Iustinianus yeniden yaptırmıştır. Bu sırada Khalke kapısının içerisinde bulunan çeşitli heykeller, imparator tasvirleri ve mozaikler de bu bölümü çok daha zenginleştirmiştir.

Iustinianus’un saray topluluğuna eklediği en önemli yapılardan birisi de Çatladıkapı’daki Hormistas veya Bukaleon Sarayı diye isimlendirilen bölümlerdir. Pek az kalıntının günümüze ulaşan bu bölümün de imparatorun tahta çıkmadan önce tahta çıkmadan önce yaşadığı mekânlar olduğu sanılmaktadır. Sarayın bu bölümleri XX. yüzyılın başında buradan geçirilen Sirkeci demiryolunun yapımı sırasında yıkılmış ve büyük bir kısmı da çevredeki yeni yapılanmaların altında kalmıştır. Günümüzde sahil yolu üzerinde mermer söveli pencereleri ile bu sarayın mahzeni ve görkemli kapısı görülebilmektedir.

Saray II.Iustinianus zamanında batıya doğru genişletilmiş ve buradaki yapılara son derece görkemli bir taht salonu eklenmiştir. Oktogonal görünüşlü, küçük kubbeli bu taht salonu bir bakıma İtalya’daki St.Vitale ile Sergios Bacus’a benziyordu. İçerisi tümü ile mozaiklerle kaplanmıştı. Buradan Hipodroma geçişi sağlayan Triklinos denilen geçit de yine bu dönemde yapılmıştır. Bunun ardından V.Constantinius Hıristiyanlığın kutsal eşyalarının korunduğu Meryem Kilisesini, I.Basileus da Yunan haçı planlı Hagios Demetrius Kilisesini, hapishaneyi ve Taykanisterion denilen oyun sahnesini yaptırmıştır. VII. Constantinius Porphyrogennetos döneminde (913–959) eski sarayın tümünü yeni baştan restore ettirmiştir.

Bizans imparatorlarının IV.-IX. Yüzyıllar arasında yaşadıkları Büyük Saray X. yüzyıldan sonra önemini yitirmiştir. Komnenos sülalesinin imparatorları Ahırkapı ile Sarayburnu arasındaki Manganlar Sarayına ve Ayvansaray’daki Blakerna Sarayına önem vermişlerdir. Bu dönemde Büyük Saray yalnızca resmi toplantılara ayrılmıştır.

İstanbul’un Latin İstilası sırasında (1204–1261) kentin birçok yapıları gibi Büyük Saray’da yağmalanmış ve kısmen yıkılmıştır. İstanbul’u Latinlerden geri alan VII. Mikhael Palaiologos (1259–1282) Blakerna Sarayının onarımı tamamlanıncaya kadar Büyük Sarayda yaşamıştır. Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında Büyük Saray kendi haline bırakılmış, gereksinim duyuldukça yapı malzemeleri sökülmüş ve başka yerlerde kullanılmıştır.

İstanbul’un fethinden 30 yıl kadar önce buraya gelen Floransalı Buendelmonde Büyük Sarayın tamamen terk edildiğini ve bir taş yığını görünümünde olduğunu belirtmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra Büyük Saray’ın bulunduğu alan, şehrin yeniden yapılması ile ele alınmıştır. Bunun sonucu olarak da sarayın kalıntıları çevrede yeni kurulan mahalleler arasında kalmıştır. XVII. yüzyılda Sultanahmet Camisi’nin arastası bu sarayın kalıntılarının üzerine yapılmıştır. Sultanahmet’deki 1865–1852 yıllarında çıkan yangınlar arasta ile birlikte Büyük Saray kalıntılarının daha da harap olmasına neden olmuştur.

İngiltere’nin Edinburg’taki St.Adrews Üniversitesi adına Dr.D.Russel’in mali ve ilmi yardımları ile 1933-1938 yıllarında Prof.Dr. J.H.Baxter’in burada yapmış olduğu kazılarda Büyük Saraya ait mozaiklerin büyük çoğunluğu ortaya çıkmıştır. Alman mimarlarından G.Martiny kazı alanının planını çıkarmış ve bu çalışmaları yaparken de mozaiklerle karşılaşmıştır. Mozaiklerin ortaya çıkışı ile birlikte alan genişletilmiş ve bunun yanı sıra da mimari elemanlar, çanak çömlek parçaları da bulunmuştur. Çalışmalar 3.500 m2’lik sütunlu bir avluyu ortaya çıkarmıştır. Çevresi 6 m2’lik sütunlu geçitlerle çevrili olan bu avlunun güneydoğu kesiminde 25 m. uzunluğunda, 16.50 m. genişliğinde bir yapı ile bağlantılı olduğu da görülmüştür.

II. Dünya Savaşı nedeniyle kazı çalışmaları yarıda kalmış, ortaya çıkan mozaiklerin üzeri ince beton bir tabaka ile kapatılmıştır. Prof.Dr.D.Talbot Rice 1951-1954 yıllarında Büyük Saray mozaikleri üzerindeki çalışmaları yeniden başlatmış, mozaikler temizlenmiş ve yeni parçalar da bulunmuştur. Bu arada revaklı avlunun güneybatı, kuzeybatı bölümlerinde döşeme parçaları bulunmuştur. Ayrıca bugün müze olarak açılan kuzeydoğu bölümünde de 170 m.lik oldukça sağlam, iyi durumda bir mozaik döşeme ile karşılaşılmıştır. Burada bulunan mozaik döşemenin Bizans İmparatorluk atölyesinin eseri olduğu anlaşılmaktadır. Bu atölyelerde imparatorluğun dört bir yanından gelen sanatçılar çalıştırılmıştır.

Büyük Saray Mozaikleri 3 Aralık 1953’te İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlı bir bölüm olarak ziyarete açılmıştır. Açılan bu müze 26 Eylül 1979’da Ayasofya Müzesi yönetimine bırakılmıştır. Bundan sonra Büyük Saray taban ve mozaiklerinin etüt ve konservasyonu için Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Avusturya Bilimler Akademisi arasında 4 Mayıs 1982 tarihinde bir protokol yapılmıştır. Konservasyon çalışmalarını Prof. Dr.Hermann Veters ile Prof. Dr.Werner Jopst üstlenmiştir. Avusturya Bilimler Akademisi’nin çalışmalarına Ayasofya Müzesi ile İstanbul Merkez Restorasyon Laboratuarı elemanları da katılmıştır.

Büyük Saraydan günümüze ulaşabilen mozaikler çok geniş bir mekân izlenimini verdiği gibi, çok renkli canlı bir resim galerisini andırmaktadır. Mozaiklerde kireç taşı, mermer küpler, cam, terakota ve bazen de değerli taşlar kullanılmıştır. Bu mozaiklerde renkli taşların son derece maharetle yerleştirilmesindeki mükemmellik bir ressamın tual üzerindeki çalışmalarına benzemektedir. Bu mozaiklerde Hıristiyan sanatının sevdiği sembollere yer verildiği gibi benzeri konular da görülmektedir. Çoğunluğunu çeşitli av sahnelerinin, hayvan mücadelelerinin ve köy yaşantısının gözler önüne serildiği bu mozaiklerde sanatçıların ustalığı açıkça görülmektedir.

Beyaz renkli zeminlere balık pulu üslubunda ağaç ve kuşlar canlı renklerle resmedilmiştir. Hayvan mücadeleleri ise şiddet hareketleri ile resmedilmiştir. Bütün bu mozaikler zengin bordürlerle sınırlandırılmıştır. Buradaki başlıca sahneler arasında kertenkeleyi yiyen grifon, fil-aslan mücadelesi, tayını emziren kısrak, kaz güden çocuk çobanlar, keçi sağan adam, eşeğine yem veren çocuk, testi taşıtan genç kız, tarlada çalışan çiftçiler, ipe tırmanan maymun, vücuduna yılan dolanmış geyik, ellerindeki mızraklar ile kaplana saldıran avcılar, dere kenarında balık avlayan balıkçı, pazara giden köylüler, dansözler, koşan adamlar ve elma yiyen ayılar gelmektedir. Ayrıca ağaçlar, develer, haçlar, Ana Tanrıça, kentharos, dut ağaçları, keçiler, ceylanlar, ilkbahar ve kış figürleri de bu mozaiklerde yer almıştır.

Büyük Saray Mozaiklerinin tarihlendirilmesi konusunda çelişkili fikirler ileri sürülmüştür. J.H.Baxter figürlerin elbiseleri ile saç biçimlerine bakarak MS. V. yüzyılın ilk yarısında yapıldıklarını ileri sürmüştür. D.T.Rice mozaikleri 450–460 yılları arasına tarihlendirmiştir. Bunun ardından MS. VI. yüzyıl ve VII. Yüzyıl başlarından sonraya tarihlendirenler de olmuştur. Prof. Dr.Semavi Eyice ise 450–500 tarihleri üzerinde durmuştur.

Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’nin restorasyonu yapılırken, arastanın ortasındaki koridorun iki yanında bulunan müze bölümü 1987 yılında demir konstrüksiyonlu bir çatı ile örtülmüş ve iç mekânda mozaikler çevresinde gezinti yerleri yapılmıştır. Müze içerisine cadde üzerindeki bahçeden geçilerek girilmekte, arastanın altından dolaşılarak arastada dükkânları birbirinden ayıran geçide çıkılmaktadır. Bu yapılanma Y.Mimar Alpaslan Koyunlu tarafından yapılmıştır.

Müzenin 25 Ağustos 1987 yılında açılışından sonra mozaik restorasyon ve konservasyon çalışmaları 1997 tarihine kadar devam etmiştir.

Sultanahmet, Eminönü /İstanbul
Faks : (0212) 512 54 74


Topkapı Sarayı Müzesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Sultanahmet’te bulunan Topkapı Sarayı Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezi ve aynı zamanda Osmanlı hanedanının yaşamını geçirmek için Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460–1478 yıllarında yaptırılmış ve çeşitli dönemlerde eklenen yapılarla geniş bir alana yayılmıştır. Aynı zamanda devlet yönetiminde görevlendirilecek çeşitli devlet adamlarının yetiştirildiği, eğitildiği bir merkezdir.

Topkapı Sarayı yerleşme düzeni olarak iyi korunmuş bir kent görünümündedir. Çevresi kısmen surlarla çevrilidir. Sarayın sürekli olarak genişlemesinden ötürü çeşitli mimari üsluplar buraya yansımıştır. Saray tümü ile belirli bir mimari plan düzenine göre değil, küçük pavyonlar halinde köşkler ve dairelerden oluşmuştur.

Saray dış teşkilat ile bölümleri oluşturan Birun denilen bir bölüm ile iç örgütlenmeyi oluşturan Enderun’dan meydana gelmiştir. Bu bölümler birbirleri ile üç ana avlunun çevresinde yapılanmıştır.

Sarayın Alay Meydanı denilen en dıştaki avlusuna kitabesinden h.883 (1478) tarihinde yapıldığı öğrenilen ve Bab-ı Hümayun (Saltanat Kapısı) adı verilen kapıdan girilmektedir. Birûn’u oluşturan bu avluda Aya İrini yanındaki Sempson Zenon denilen düşkünler evi, hastane, fırın, Ambar-i Amire, Saray Darphanesi ve sanatkâr atölyeleri bulunmaktadır. I.Avlu Babüs-Selam denilen kapı ile Divan Meydanı veya Adalet Meydanı denilen ikinci avluya bağlanmaktadır. Osmanlı padişahlarının tahta geçtiği Cülüs törenleri ile cenaze törenleri de yine bu avluda yapılırdı. Babüs-Selam’dan Babüs-Sade’ye Vezir Yolunun sağından, Divan binası XIX. yüzyılda yapılmış Adalet Kasrı bulunuyordu. Divan binasının bitişiğinde de hazine binası yer alıyordu. Avlunun Marmara Denizi’ne bakan kuzeydoğudaki revaklarının arkasında saray mutfakları ile hizmet binaları bulunuyordu. Sarayın Haliç’e yönelik kısmında ise Has Ahırlar ile Arabacılar Dairesi bulunuyor idi.

Babüs-Selam denilen orta kapı ve Divan Meydanından itibaren asıl saray başlamaktadır. Sultan dışında herkesin atlarından inip yaya olarak içeri girdikleri orta kapıdan sonra ikinci avluya geçilmektedir. Yaklaşık 110x170 m. ölçüsündeki iç avluda revaklar, kubbe altı ve iç hazine bulunmaktadır. Enderun Osmanlı padişahı ve yanındaki Akhadımlar ile İçoğlanlarının yaşadığı, eğitim gördüğü sarayın önemli bir bölümüdür. Enderun avlusunun karşısında Arz Odası, avlunun Marmara ve Boğaz’a yönelik köşesinde de Fatih Sultan Mehmet’in kendisi için yaptırdığı Fatih Köşkü, bunun karşısında Has Oda ve sultanların özel daireleri olan bölümler, Mukaddes Emanetler Dairesi bulunmaktadır. Ayrıca Enderun’da İçoğlan koğuşları, cami ve günümüze ulaşamayan bir de hamam vardı.

Has Oda’nın Haliç’e yönelik Divan yeri denilen iki sıra sütunlu, kubbeli geniş bir revakı Sofa-i Hümayun veya Mermer Sofa olarak isimlendirilen terasa açılırdı. Bu terasta XVII. yüzyılın ilk yarısında Sultan IV. Murat ve Sultan İbrahim dönemlerinde yapılmış Sünnet Odası, İftariye Kameriyesi, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sofa Köşkü ve Baş Lala Kulesi gibi köşkler yapılmıştır. Buradan Asma Çiçek Bahçesi denilen sarayın dördüncü bölümü olan alt bahçeye inilmektedir.


Bâb-üs Saade (Orta Kapı)

Sarayın en önemli kapısı olan Bab-üs Saade Divan meydanı ile Enderûn okulunun ve padişah dairelerinin yer aldığı III. Avluya geçişi sağlamaktadır. Bu kapı Birun ile Enderûn’un orta noktasında olduğundan culüs, bayram gibi törenlerde padişahın bu kapının önünde oturması nedeniyle sarayda birinci derece önemli bir yeridir.

Değişik dönemlerde bu kapı çeşitli adlar almıştır. Bunların en yaygın olarak kullanılanları Arz Kapısı, Akağalar Kapısı ve Bâb-üs Saade’dir. Enderûn ve Birun kavramlarını ve varlığını belirleyecek şekilde yeşil ve beyaz sütunlu bir revak ortasında, dışa doğru çıkıntı yapan bir kubbe ile kapı belirgin hale getirilmiştir. Önünde saray törenlerinin yapıldığı bu kapı ve revak bölümünün Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) tasarlandığı ve oluştuğu, söz konusu törenlerin yüzyıllar boyunca aynı yerde sürdüğü bilinmektedir. Bu kapı kubbesi ve saçaklarıyla avluya doğru bir çıkma yapmış ve karşılıklı üçer sütunun üzerine oturtulmuştur. Bu mimari görüntü XVIII.yüzyın ikinci yarısında Sultan III. Mustafa döneminde yapılmıştır. Kapının üzerindeki 1774 tarihli talik hatla yazılmış manzum onarım  kitabesi bunu açıklamaktadır. II. Mahmud’un hattıyla Besmele ve tuğrası vardır. Büyük bir olasılıkla kapı çevresinin bezemesi XIX.yüzyılda II. Mahmud zamanında (1808-1839) yenilenmiştir.

Bu revak ve kapının önünde padişahların cülus törenleri ve bayram törenleri yapılırdı. Savaşa gidecek olan sadrazama Sancak-ı Hümâyûn burada törenle teslim edilirdi. Divan’ın toplantı günlerinde saraya törenle giren sadrazam tarafından önüne gelinerek selamlanması da bu kubbeli kapının Sultanın varlığını ve kudretini ifade eden sembolik bir anlam taşıdığını gösteren en belirgin davranış örneğidir.


Sünnet Odası

Sünnet Odası tek odalı olup, arkasında da küçük bir müştemilatı bulunmaktadır. Sultan İbrahim döneminde (1840–1648) yapıldığı sanılan bu köşkün daha erken bir tarihlerde yapıldığı da iddia edilmiştir. Köşkün içi ve dışı çinilerle kaplanmıştır. Bu çinilerin büyük çoğunluğu XVII. yüzyıla tarihlenmişse de içlerinde XV.-XVI. yüzyıllara ait olanlar da görülmektedir. Duvarları süsleyen mavi-beyaz çinilerin yanı sıra pencere içlerine karşılıklı çeşmeler de yerleştirilmiştir.

Osmanlı padişahları namazların sünnetini çoğunlukla burada, farzlarını da Hırka-i Saadet’te kıldıklarından bu isim buraya verilmiştir.


İftariye Kameriyesi

Sünnet Odası ile Bağdat Köşkü arasında İftariye Kameriyesi bulunmaktadır. Bu kameriye Sultan İbrahim zamanında, 1640 yılında Sünnet Odası ile çevresinde yapılan değişiklikler sırasında dışarıya taşkın dört konsol üzerine oturtulmuştur. Üzeri tamamen maden kaplı olup, oluklu bakırdan dört ince sütunun taşıdığı ince uzun, ortaya doğru şişkin bir çatı ile örtülüdür. İçten ayna tonozlu olan bu çatının üzerine de oldukça gösterişli Allah yazılı bir alem yerleştirilmiştir. Kubbe içerisinde ise altın varakla yazılmış on altı mısralık bir kitabeye yer verilmiştir. Bu kameriye bayramlarda değerli kumaşlarla döşenir ve bayram namazından sonra saray erkânının bayramlaşması burada yapılırdı. Bunun dışındaki günlerde de sultan önünde havuzu olan bu kameriyede oturarak dinlenirdi.


Bağdat Köşkü

Topkapı Sarayı’ndaki köşklerin en önemlilerinin başında gelen Bağdat Köşkü Sultan IV. Murat (1623–1640) tarafından h.1049 (1639) yılında yaptırılmıştır. Köşk sekizgen planlı olup, kenarları birer atlamak sureti ile dışarıya çıkıntılar meydana getirir.
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #1 : 27 Ocak 2009, 16:59:11 »
Sofa Köşkü (Mustafa Paşa Köşkü-Merdivenbaşı Kasrı)

Revan Köşkü’nün bulunduğu havuzlu taşlıktan iki merdivenle Lale Bahçesi’ne inilir. Lale Devri’nde Sofa ismi verilen bu bölümde binaların bakım ve temizliğini sağlayan Sofa Ocağı kurulmuştur.

Revan ve Bağdat köşklerinin yakınında bulunan Sofa Köşkü aynı zamanda Mustafa Paşa Köşkü veya Merdivenbaşı Kasrı olarak tanınmıştır. Köşkün yapım tarihi bilinmemekle beraber Silahtar tarihinde Rus elçisinin 1682’de burada kabul edildiği yazılıdır. Köşk Lale Bahçesi’ni daha aşağı bahçeden ayıran bir duvarın üzerine yapılmıştır. Bu duvarın ortasında yuvarlak kemerli kapıdan girilen köşk bir divanhane, bir özel oda ve bir de ara bölümden meydana gelmiştir. Divanhanenin altlı üstlü geniş pencereleri bulunmaktadır. Duvarları ve tavanı ahşap kaplıdır. Duvarlara açılan oymalı nişler, kapılar ve tavanlar güzel bir ağaç işçiliğini yansıtmaktadır. Duvarlara talik yazı ile Hakani Mehmet Bey’in Hilye’sinden alınma beyitler yazılmıştır.


Mecidiye Köşkü

Dördüncü avlunun sağındaki alçak set üzerinde Mecidiye Köşkü bulunmaktadır. Bu köşk yanındaki Esvap Odası ve Sofa Camii ile birlikte ayrı bir bölüm oluşturmaktadır. Mecidiye Köşkü ve onunla birlikte Esvap Odası Sultan Abdülmecit (1839–1861) zamanında Avrupa rokoko üslubunda yapılmıştır. Ancak yapım tarihini belirten bir kitabe günümüze gelememiştir. Yanındaki Sofa Camisi’nin kitabesinden h.1275 (1859) tarihinde yapılmış olduğu belirtilmiştir. Buna göre Mecidiye Köşkü de aynı tarihte yapılmış olmalıdır.

Köşkün bulunduğu yerde daha önce yapılmış olan Çadır Köşkü ile Üçüncü Yeri Köşkü bulunuyordu. Çok harap olan bu köşkler yıkılmış ve yerine bugünkü Mecidiye Köşkü yapılmıştır. Buradaki arazide seviye farkı olduğundan köşk üst bahçe seviyesine ulaşabilmek için iki katlı yapılmıştır. Köşkün yapımı sırasında eski köşkün zemini korunmuş, yalnızca üst kısmı yıkılmıştır.

Mecidiye Köşkü beyaz köfeki taşından yapılmış dikdörtgen planlı bir yapıdır. Dış cephe duvarları XIX. yüzyıl Avrupa mimarisi etkisinde yarım paye sütun ve ince uzun pencerelerle hareketlendirilmiştir. Köşke cephedeki ahşap kanatlı üç büyük kapıdan girilmektedir. Bunlardan ortadaki kapı zemin katına inişi sağlamaktadır. Köşkün duvarları yabancı ressamların imzalarını taşıyan padişah portreleri, yaldızlı aynalar ve şömineler ile süslenmiştir. Tavanlarında 20–30 kollu kristal avizeler bulunmaktadır.


Harem Dairesi

Topkapı Sarayı’nın Harem bölümü Babüs-Selam kapısından girilen ikinci avlunun (Birun) sol tarafından başlayarak üçüncü avlu (Enderun) içlerine kadar uzanmaktadır. Haremin yapımına 1578 yılında başlanmış, her padişahın döneminde yeni ilaveler yapılmış ve bu durum XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar devam etmiştir. Haremin yaklaşık 400 odası, avluları bulunmaktadır. Değişik zamanlarda yapıldığından ötürü de farklı bir bezeme ve mimarisi vardır.

Günümüzde Harem’e Arabalar Kapısı’ndan girilmektedir. Masif demirden ve iki kanatlı olan yay kemerli kapının üzerindeki kitabeden Sultan III. Murat’ın (1574–1595) bu kapıyı yaptırdığı anlaşılmaktadır. Arabalar Kapısı’ndan Harem’in asıl giriş kapısına kadar uzanan üzeri açık ince uzun bir avlu bulunmaktadır. Bu avlunun çevresinde Dolaplı Kubbe, Şadırvanlı Taşlık, Kule, Başhazinedar Ağa ve Başmuhasip Ağa daireleri, Meşhane Kapısı, Kara Ağalar Mescidi, Karaağalar Koğuşu ve Kızlar Ağası Dairesi bulunmaktadır. Bu avlunun karşısına gelen küçük bir holün arkasında da asıl Harem’in giriş kapısı bulunmaktadır. Bunun sağındaki tonozlu bir koridor ise üçüncü avluya (Enderun) açılan Kuşhane Kapısı’na uzanmaktadır.

Arabalar Kapısı’ndan kare planlı, pandantiflerin taşıdığı Dolaplı Kubbe denilen yere girilmektedir. Bu bölüm duvarlarındaki büyük gömme dolaplardan ötürü bu isimle tanınmıştır. Kubbe ve duvarlarında bezeme görülmemektedir. Buradaki dolaplarda Kızlar Ağası’nın evrakları korunurdu.

Dolaplı Kubbe’den çift kanatlı bir kapı ile dikdörtgen planlı, üzeri ayna tonoz ve kubbe ile örtülü şadırvanlı taşlığa girilmektedir. Duvarları XVII. yüzyıl çinileri ile kaplı olan bu taşlıktaki şadırvan günümüze gelememiştir. Duvarların üst kısmını kaplayan çiniler üzerinde de madalyonlar halinde Peygamber’in cenneti müjdelediği on sahabenin isimleri yazılıdır. Bu bölümün sağındaki Meşkhane Kapısı oldukça dar ve dik bir yokuşa açılmaktadır. Osmanlı padişahlarının Eyüp Sultan’daki Kılıç Kuşanma Töreni’nden saraya döndüklerinde bu kapıdan hareme girdikleri bilinmektedir.

Meşkhane Kapısı’nın karşısında Kule Kapısı bulunmaktadır. Oldukça yüksek iki katlı kulenin birinci katında taş merdivenlerle pencereli bir bölüme ulaşılmaktadır. Kulenin ikinci katı XVIII. yüzyıl üslubunda yapılmıştır.

Şadırvanlı Taşlık’taki Meşkhane Kapısı’ndan üzeri mermer oyma ayet yazılı bir kapıdan Karaağalar Mescidi’nin holüne geçilmektedir. Mescidin duvarları XVII. yüzyıl çinileri ile bezenmiştir. Ayrıca tavanlarda kalem işleri görülmektedir. Mescidin mihrabının karşısına rastlayan üçüncü bir kapıdan cariyelerin eğitildiği Kalfa Mektebi’ne geçilmektedir. Ayrıca bu mescitten bir revak altından geçilerek Karaağalar Koğuşu’na girilmektedir. Her ikisi arasındaki duvar XVII. yüzyıl çinileri ile bezenmiştir.

Karaağalar Koğuşu uzun bir aralığın iki yanında sıralanan odalardan meydana gelmiştir. Bunlardan birinci kattaki odalar birer kapı ve pencere ile bu koridora açılmıştır. Sol taraftaki odaların duvarları XVII. yüzyıla ait çinilerle bezenmiştir. Bu aralığın sonunda çinilerle kaplı büyük bir ocak dikkati çekmektedir.

Üst kattaki mekânlar aralığa eyvan şeklinde açık balkon konumundadır. Bunların önüne mermer korkuluklar yerleştirilmiştir. Aralığın üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Koğuşun birinci katının tümü Kızlar Ağasından sonra Harem’in ikinci konumdaki yöneticisi olan Karaağaların başı, Yeni Saray Başkapı Gulâm Ağa’ya aittir. Sol taraftaki çinili odalar, selamlık, yatak, misafir ve yemek odalarıdır. Yemek odasının duvarında üzerinde “sakihüm rabbihüm şaraben tahura” ayeti yazılıdır. Su ile bağlantılı olan bu ayet saraydaki hemen her çeşmenin üzerine yerleştirilmiştir.

Karaağalar Koğuşu’nun ikinci katında orta sınıftaki Karaağalara, üçüncü katında Haslılara, dördüncü katı da Acemilere ayrılmıştır. Aralığın sonundaki büyük ocağın sonunda ise Karaağalar otururdu. Koğuşun üst katlara çıkan merdiven girişinin karşısından Kızlar Ağası dairesinin holüne ve Karaağaların tuvaletine geçilmektedir.

Bu koğuşta yaşayan Karaağaların görevleri Harem kapılarını kilitlemek, kapılarda nöbet tutmak, arabalara yardımcı olmak, dışardan içeriye hiç kimseyi sokmamaktı.

Karaağalar Koğuşu’nun hemen sağında Kızlar Ağası Koğuşu bulunmaktadır. Kızlar Ağası Harem’in baş yöneticisi olup, buradaki giriş çinilerle kaplı büyük bir niş şeklindedir. Kızlar Ağası dairesinin solundan Harem’in asıl giriş kapısına gelinir, çift kanatlı demir kapılardan duvarlarında büyük aynalar olan ve burada Karaağaların nöbet tuttuğu büyük taşlığa geçilir. Aslında bu taşlık Altın Yol’a, Valide Sultan Taşlığı’na ve Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılan kapıların bulunduğu bir geçit yeridir. Asıl Harem’e giriş de burasıdır. Buradaki sağ taraftaki kapıdan Altın Yol’a, soldakinden Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılmaktadır. Üçüncü kapı da doğrudan doğruya Valide Sultan Taşlığı’na geçişi sağlamaktadır.

Kadınefendiler Taşlığı’nın girişinde Kadınefendiler dairesi bulunmaktadır. Burada birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü Kadınefendiler’in daireleri bulunmaktadır. Bu daireler üç tarafı revaklı, üzeri açık bir avlunun çevresinde sıralanmışlardır. Bu daireler kendi aralarında plan olarak farklılık göstermektedir. Birinci Kadınefendi’nin dairesi diğerlerinden daha büyüktür. Dairelerde günlük yaşantı cereyan eder, bunun için de bir mangalın çevresinde alçak sedirlerin yer aldığı iç içe ikişer oda bulunmaktadır. Bu odaların duvarları XVII. yüzyıl çinileri ile kaplanmış, tavanları kalem işleri ile bezenmiştir. İkinci Kadıefendi dairesinin solundaki büyük bir kapıdan merdivenlerle revaklı bir avlu çevresinde sıralanmış dikdörtgen planlı iki katlı cariyeler hastanesine inilir.

Valide Sultan dairesinden dar bir koridorla Hünkâr Sofası’na geçilir. Buradaki koridorun sağında Hünkâr Hamamı bulunmaktadır. Hamam Klasik Osmanlı hamamlarının mimari düzeninde, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklıktan meydana gelmiştir. Hamamın küçük ölçüdeki soğukluğundan ılıklığa ve sıcaklığa geçilir. Sıcaklığın ortasında dört çokgen kesitli sütunun taşıdığı kubbe bu bölümün üzerini örtmüş, bunun dışında kalan alanlar tonozlarla desteklenmiştir. Sol taraftaki yaldızlı, bronz parmaklıklı bölüm padişahın özel olarak yıkandığı yerdir. Bunun yanındaki diğer bölmelerde ise mermerden dört kurna bulunmaktadır. Hünkâr Hamamı’nın arkasındaki ikinci hamam Valide Sultan için yaptırılmıştır. Her iki hamamda da süsleme elemanına rastlanmamaktadır.

Hünkâr Hamamı içerisinden ayrı bir kapı ile Hünkâr Sofası’na geçilir. Hünkâr Sofası’nı XVI. yüzyılda Mimar Sinan yapmıştır. XVIII. yüzyılda Sultan III. Osman döneminde büyük bir onarım geçirmiştir. Bu bölüm kare planlı olup, dört sivri kemerin taşıdığı pandantifli büyük bir kubbe ile örtülüdür. Bunun girişinin soluna da tonozlu bir ek bölüm daha eklenmiş böylece Hünkâr Sofası genişletilmiştir. Ek bölüm iki katlı olup, ikinci kat balkon şeklinde Hünkâr Sofası’na açılmaktadır. Giriş kapısının karşısına baldaken tarzında hünkârın oturduğu yer yerleştirilmiştir. Onun sağında ve balkonun altına rastlayan yere de uzunca bir sedir yerleştirilmiştir. Sedirlerin arkasındaki duvarların alt kısımları büyük aynalarla çevrilidir. Bu aynalardan bir tanesi balkona çıkan kapıyı gizlemektedir.

Hünkâr Sofası’nın duvarları XVIII. yüzyılın barok ve rokoko üslubunda ağaç işçiliği ve duvar resimleri ile bezenmiştir. Yalnızca sağdaki duvarda Avrupa etkisinde yapılmış mavi-beyaz çiniler bulunmaktadır. Sofanın kemer ayaklarının bulunduğu bölümde balkon dışında kalan duvarlarda mavi-beyaz renkte çini Ayet-el Kürsi çepeçevre dolaşmaktadır. Duvarların üst kısmındaki bölümler çift vitrayla kaplanmıştır.

Hünkâr Sofası’nda yapılan törenlerde balkonda müzisyenler yer alır, balkonun altındaki sedirlerde Valide Sultan, Kadınefendiler, Cariye ve Gözdeler konumlarına göre otururlardı. Diğer duvar diplerine de Kalfalar sıralanırdı. Padişah yerini alınca da buradaki eğlenceler başlardı.

Hünkâr Sofası’ndan Çeşmeli Sofa’ya, oradan da Ocaklı Sofa’ya geçilmektedir. Dikdörtgen planlı olan Ocaklı Sofa’dan büyük bir kapı Valide Sultan Taşlığı’na açılır. Bu kapının karşısına önü demir parmaklıklarla çevrili büyük bir ocak yerleştirilmiştir. Valide Sultan Taşlığı’na açılan bu kapının bir diğer ismi de Taht Kapısı’dır. Buradaki sedef kakmalı bir kapıdan Başkadınefendi Dairesi’ne geçilir. Buradaki sofa kubbe ve düz tavanla örtülmüş iki bölüm halindedir. Duvarları çinilerle kaplıdır ve duvarları mavi-beyaz bir çini kuşak çepeçevre dolaşmaktadır. Bu kuşakta Sultan IV. Mehmet’e övgüler yazılıdır. Sofaya ismini veren ocak Harem’in tüm odalarında bulunan mangallara ateş sağlardı.

Harem’in içerisinde en az değişikliğe uğrayan bölüm Sultan III. Murat Has Odası’dır. Has Oda’nın girişi XVI. yüzyıl Klasik Osmanlı çeşmelerinde olduğu gibi mermer bir portal şeklindedir. Kapının üzerinde Sultan III. Murat’ın h.986 (1578–1579) yılında yapıldığını belirten kitabe bulunmaktadır. Has Oda kare planlı olup, üzeri büyük bir kubbe ile örtülüdür. Buradan Sultan I. Ahmet’in kitaplığına geçilen ikinci bir kapı vardır. Has Oda’yı Mimar Sinan yapmıştır. Burada da baldaken tarzda büyük bir oturma yeri ile büyük ölçüde bir ocak bulunmaktadır. Girişin solunda da Bursa kemeri üslubunda, niş şeklinde bir çeşmeye yer verilmiştir. Has Oda’nın üzerini örten kubbe aşı boyalı bir zemin üzerine kabartma olarak lacivert ve altın yaldızlı palmetler, Rumiler ve geçmelerle bezenmiştir. Bu bezemelerin içerisine yerleştirilen küçük aynalarla da iç mekânda gölge-ışık oyunlarının yapılması sağlanmıştır. Duvarlar boş yer kalmamacasına çinilerle kaplanmıştır. Bu çinilerin üzerinde de Harem’in diğer bölümlerinde olduğu gibi mavi-beyaz çini ile Ayet-el Kürsi yazılıdır. Bu çinilerde mercan kırmızısının kullanıldığı görülmektedir. Çiniler, hatayiler, narçiçekleri, hançer yaprakları ile bezelidir.

Sultan III. Murat’ın Has Odası içerisinden Sultan I.Ahmet’in Okuma Odası’na geçilmektedir. Bu oda kare planlı olup, üzeri Türk üçgenlerinin taşıdığı küçük bir kubbe ile örtülüdür. Duvarlar kemerler yazıtlı çinilerle kaplanmıştır. Girişin sağında ve karşısında üçer pencere, solunda gömme dolaplar, padişahın yemek odasına açılan kapı bulunmaktadır. Girişin solunda ise yine üzerinde kitabesi olan niş içerisinde bir çeşme bulunmaktadır. Buradaki dolapların, pencere kapaklarının üzerleri sedef, bağ ve fildişi kakmalıdır.

Sultan III. Murat’ın Has Odası’nın çıkışında ve sol tarafta Şehzadeler Dairesi bulunmaktadır. Birkaç basamakla çıkılan iç içe iki odadan meydana gelen bu dairedeki birinci oda kare, ikincisi de dikdörtgen planlıdır. Birinci odaya üzerinde kitabe yazılı bir kapıdan girilir. Bu bölümün duvarları çinilerle kaplı olup, üzeri ahşap bir kubbe ile örtülüdür. Girişin sağında büyük bir ocak ve Gözdeler Taşlığı’na açılan altlı üstlü iki sıra pencere bulunmaktadır. Üst sıra pencereler XVII. yüzyılın vitrayları ile bezenmiştir.

Birinci oda girişinin solundaki mermer söveli bir kapıdan ikinci odaya geçilir. Dikdörtgen planlı olan bu odanın üzeri düz bir tavanla örtülmüştür. Duvarlar, pencere araları mavi-beyaz çinilerle kaplıdır. Burada sülüs yazılı bir yazı frizi odayı çepeçevre dolaşmaktadır.

Şehzadeler Dairesi’nden çıkıldığında sol tarafta Gözdeler Taşlığı bulunmaktadır. Burada çerçeveler içerisine alınmış üç çini pano görülmektedir. Bu panoların arkasından Kutsal Emanetler Dairesi’ne geçilmektedir. Sonraki yıllarda Altın Yol’un bu bölümü üzerine Gözdeler Dairesi yapılmıştır. Çini panoların bulunduğu bu bölümün karşısından Altın Yol’a geçilir. Oldukça dar, yüksek tavanlı bir koridor halinde olan bu yolun sağında Valide Sultan Taşlığı revakı, solunda da Enderun’un bulunduğu üçüncü avlu yer almaktadır.


Kutsal Emanetler Dairesi (Hırka-i Saadet)

Yavuz Sultan Selim’in Mukaddes Emanetleri Mısır Memluklarının hazinesi ile birlikte İstanbul’a getirmesinden sonra sarayda Has Oda’da korunmuştur. Enderun’da bulunan Has Oda’nın Haliç tarafındaki Divan Yeri de denilen çift sıra sütunlu, kubbeli geniş revakı Sofayı Hümayun veya Mermer Sofa olarak isimlendirilen terasa açılmaktadır. Topkapı Sarayı’nın müze oluşundan sonra ayrı bir bölümü oluşturmuştur.

Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi, XVI.-XVIII. yüzyıla tarihlendirilen değişik çinilerle bezenmiştir. Burada Türk çini sanatının en güzel örnekleri bir araya getirilmiştir. Hırka-i Saadet Dairesi her yıl Ramazan ayının 15. günü başta Osmanlı Padişahı olmak üzere sarayın önde gelen kişileri, devlet ricali tarafından ziyaret edilirdi. İlk defa Yavuz Sultan Selim zamanında başlayan bu gelenek, Sultan VI. Mehmet’e kadar devam etmiştir.

Ramazan’ın 15. günü padişah Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelir, Tülbent Ağası süngerler ve gümüş taslar içerisinde gül suyu getirirdi. Silahtar Ağa süngerlerden bir kaçını alır gül suyunun içerisine batırdıktan sonra padişaha uzatırdı. Padişah da Hırka-i Saadet Dairesi içerisinde bulunan büyük gümüş şebekeyi gülsuyuna batırılmış süngerle temizlerdi. Bundan sonra Hırka-i Saadet’e ziyaret ertesi günü öğle namazından iki saat önce başlardı. Padişahın Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelişinden sonra Has Odalılar gümüş şebeke içerisindeki Peygamber’in hırkasının bulunduğu sandığı altınla kaplı bir sehpa üzerine koyardı. Padişah Besmele ile sandığın altın anahtarını çevirerek çekmeceyi açardı. Hırkanın bulunduğu yedi bohçanın incili şeritleri teker teker açılır ve hırka meydana çıkarılırdı. Hırka-i Saadet’i ziyaret hırkanın sağ omuzu üzerine konan tülbendi öpmekten ibaretti. Tülbendi her öpen anı olarak tülbendi alır ve yerine yenisi konurdu. Başta padişah, devlet erkânı, saray erkânı, Harem Ağaları, Enderun-u Hümayun, Zülüflü Ağalar ayrı ayrı Hırka-i Saadet’i ziyaret ederdi. Padişah sağında Sadrazam, solunda Kızlar Ağası olmak üzere sandığın başında durur, bu sırada Has Odalı ağalar yüksek sesle Kuran okurdu. Ziyaretten sonra padişah hırkayı yine altın sandığa koyar ve kilitlerdi.

Hırka-i Saadet diye isimlendirilen Hz. Muhammed’in hırkası 1.24 m. boyunda geniş kollu siyah yünlü bir kumaştan dokunmuştur. Ancak hırkanın üzerinde bazı eksiklikler bulunmaktadır. Hz. Muhammed bu hırkayı Mekkeli Şair Kâab bin Züher’e hediye etmiştir. Muaviye bin dirhem gümüş karşılığında bu hırkayı almak istemiş, Kâab buna razı olmamış, ölümünden sonra bin dirhem gümüş karşılığında veresesi tarafından satılmıştır. Hırka-i Saadet Emevilere, Abbasilere, Memlukluların eline geçmiş, sonra da Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra da İstanbul’a getirilmiştir.

Hırka-i Saadet Dairesi’nde Uhut Savaşı sırasında Hz. Muhammed’in kırılan dişinin bir parçası, Nakşi Kademi Şerif denilen Hz. Muhammed’in Miraç sırasında bastığı ve ayağının izinin çıktığı taş, Ukap diye isimlendirilen siyah renkli Sancağı Şerif, Kâbe suyunun akması için ahşap üzerine altın kaplanmış altın oluk, Bağdat’ta bulunan ve İstanbul’a gönderilen Mührü Saadet, Hz. Muhammed’in teyemmüm için kullandığı söylenen Teyemmüm Taşı, Name-i Saadet denilen İslâmiyet’in ilk yıllarında Hz. Muhammed’in başta İran, Mısır ve Bizans olmak üzere pek çok kişiye dine davet mektupları, Kuranların yanı sıra Mesahifi Şerifeler, Süyuf-u Mübareke diye isimlendirilen 20 adet kılıç bulunmaktadır. Bu kılıçların Hz. Muhammed’e, Hz. Davut’a, Hz. Ebubekir’e, Hz.Ömer’e, Hz. Osman’a, Hz. Zeynel Abidin’e, Hz. Zübeyr İlmi Al Avam’a, Ebül Hasan’a, Caferi Tayyar’a, Halid bin Velid’e, Ammar bin Vasr-ül Muays’e ve diğer kirama ait olduğu bilinmektedir.

Bunların yanı sıra Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra Mekke Şerifi Muhammed Ebu-l Berekât Harem-i Şerif’in anahtarı ve kilidi, Lihye-i Saadet denilen Sakal-ı Şerifler, Hz. Musa’nın budaklı ağaçtan asası, Hz. Muhammed’in altın yaldızlı muhafaza içerisindeki yayı, altın ve gümüş çerçeveli Hacer-i Esved, Hz. İbrahim’in mavi mermerden tenceresi, Bab-ü Tövbe kanadı, Hz. Muhammed’in gaslinde kullanılan suyun şişesi, üzerinde Ayet-el Kürsi yazılı nalınlar, Hz. Fatma’ya izafe edilen seccade bulunmaktadır.

Topkapı Sarayı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 3 Nisan 1924’te müze haline getirilmiş ve müzenin ilk müdürü de Tahsin Öz olmuştur. Müzede geçici ve sürekli sergi mekânları, kubbe altı, Arz odası, Enderun Kütüphanesi, Sofa Köşkü, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sünnet Odası, Harem, Zülüflü Baltacılar Koğuşu gibi teşhir alanları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra silahlar, İstanbul cam ve porselenleri, işlemeler, hazine, kaftanlar ve padişah portreleri gibi bölümler bulunmaktadır.


Hazine Bölümü

İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı hazinesi bir süre Yedikule Hisarı’nda korunmuş, Saray-ı Cedid-i Amire adı ile tanınan Topkapı Sarayı’na 1478 yılında taşınmıştır. Hazine Odası olarak kullanılan bir bölüm II. Avluda kubbe altının sağında korunmaktadır. Hazine Odası günümüzde dört odadan meydana gelmiştir. Bunlardan birinci odada Yavuz Sultan Selim’in İran seferi sırasında getirdiği eserler bulunmaktadır. Burada altın ve gümüş yaldızlı üzengiler, firuze zümrüt ve altın süslemeli taslar bulunmaktadır. İkinci oda zümrüt ve zümrütlü eserlere ayrılmıştır. Burada Sultan I.Ahmet’e (1603–1617) ait olan zümrütlü askılar, hançerler, mine ve altınlı kaplar bulunmaktadır.

Hazinenin üçüncü odasında en önemli eseri ve aynı zamanda Topkapı Sarayı’nın simgesi olan Kaşıkçı Elmasıdır. Bu elmasın ilginç bir öyküsü vardır:

Kaşıkçı Elmasının Osmanlı Saray hazinesine nasıl geldiğine açıklık getiren, saray arşivinde ve ne de başka yerlerde yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Elmasın saraya gelişi farklı biçimde yorumlanmış, ancak hiç birisinde gerçeği yansıtan bilimsel bir belge ortaya konulamamıştır.

Yerli ve yabancı kaynaklarda Pigot elması olarak isimlenen ve günümüzde nerede olduğu bilinmeyen bir elmastan söz edilmektedir. Pigot elmasının Kaşıkçı elması olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır. Bunu ortaya atanların dayandığı tek nokta Pigot elmasının 85,5 kırat, Kaşıkçı Elmasının da 86 kırat oluşudur.

Pigot elması ile ilgili öykülerden birine göre, elmas Madaras Mihracesinden satın almıştır. Bunun ardından birçok kez el değiştirmiş ve sonunda Napolyon Bonaparte’nin annesi tarafından satın alınmıştır. Napolyon’un annesi oğlunu Elbe adasındaki sürgünden kurtarabilmek için elması satışa çıkarmış, Mora Valisi Tepedelenli Ali Paşanın bir subayı tarafından 150.000 altına satın alınmış ve Paşaya hediye edilmiştir. Söylentiye göre de Ali Paşa elması kavuğunun ön kısmındaki sorgucunun ortasına koydurmuştur. Dr. Ülbercht Wirth isimli bir Alman yazarı “Der Balkan” isimli kitabında bunu gösteren bir resmi yayınlamıştır. Tepedelenli Ali Paşa gözden düştükten sonra padişah tarafından öldürüleceğini anlamış ve yakınlarına elmasın toz haline getirilmesini, karısının da öldürülmesini istemiştir. Ancak Onun bu vasiyeti yerine getirilmemiştir. Paşa öldürüldükten sonra hazinesi İstanbul’a getirilmiş ve Topkapı Sarayındaki devlet hazinesine konulmuştur.

Bir başka söylentiye göre de Kaşıkçı elması Ayvansaray yakınındaki bir çöplükte bulunmuştur. İstanbul’un Latinler tarafından soyulduğu günlerde Latinlerin arasında bulunan Robert Clari Bizanslıların hazinelerinden, altın taçlarından, mücevherlerinden söz etmiştir. Bizans hazinesine ait olan bu elmasın çöplüğe nasıl düştüğü bilinmemektedir. Tarihler bu konuda sessiz kalmıştır.

Ayvansaray’daki çöplükte rastlantı sonucu bulunan elmasın Osmanlı sarayına gelişini Raşit Tarihi ile Defterdar Sarı Mehmet Paşanın Zubde-i Vekaiyat isimli eserinde “Zuhur’u Elmas-ı Kıymet” olarak şöyle yazmışlardır:

“İstanbul’da Eğrikapı mezbelesinde bir müdevver taş bulunup bulan gafil-i bi-baht bir yaymacı kaşıkçı ile üç kaşığı mübadele. Ba’dehu kuyumculardan biri mezbur kaşıkçıdan ol taşı on akçeye mübayaa eylemiş ve yine kendü esnafından birine göterip elmas olduğu nümayan oldukta hisse talebi ile ol dahi şerik olmak isteyüp beyinlerinde niza vaki ve giderek bu ahval kuyumcubaşıya mün’akis oldu. Kuyumculara birer kese akçe verip taşı ellerinden aldığı Vezir-i Azam Mustafa paşa Hazretlerinin mesmuu oldukta kuyumcubaşıdan kendü için almak daiyesinde iken taraf-ı padişahiye aks olup talebini müş’ir hattı hümayun sadir olup. Hasılı taş meydana çıkarılıp işletildikte 84 kırat bir adım’ül misl elmas zuhur etmeğin Hazine-i Hümayun’a zapt olunup bu mukabelede kuyumcubaşıya kapucubaşılık tevcihi ile ikram ve birkaç kese akçe in’am olundu”

Bunun yanı sıra Eremya Çelebi Kömürcüyan da Eğrikapı’da “XVII. Yüzyıl sonlarında İstanbul’a gelen F.Genelli, bir gencin Tekfur Sarayı harabeleri içinde bulduğu elmasın Sultan IV. Mehmet’in eline geçtiğini ve değerinin 100.000 kuron olduğunu belirtmiştir. Sultan IV. Mehmet döneminde Rusya seferi için Hazine-i Hümayunda değerli eşyaların tespiti yapılırken düzenlenen hazine defterinde “ Kebir elmas yüzük adet l85 kırat “denilen iri bir elmas yüzükten söz edilmiştir. Büyük olasılıkla bu elmas yüzük Kaşıkçı Elmasıdır. Ayrıca Sultan I. Abdülhamit dönemine ait hazine defterinde de “Kaşıkçı” tabir olunan bir adet büyük bir elmas yüzükten söz edilmiştir.

Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümünde özel bir vitrinde 7610 numaraya kayıtlı olarak sergilenen Kaşıkçı Elması 42x35x16 m/m; çevresindeki pırlantalarla birlikte 70x60 m/m ölçüsündedir. Pershape (armut) biçiminde ve Briolette kesimlidir. Çevresinde iki sıra halinde altın yuvalar içinde 49 pırlanta bulunmaktadır. Bu pırlantalar klasik kesimde ve en tepedeki Kaşıkçı Elmasına eş deş biçimde 11x8 m/m boyutundadır. Bu küçük pırlantanın iki yanından başlayarak elması çevreleyen diğer pırlantalar çeşitli ölçülerdedir. En küçükleri 5x5 m/m, en büyükleri de 8x8 m/m boyutlarındadır. Elmasın alt kısmı foya adı verilen ince bir gümüş varak ve onunda altı 12 ayar altın plaka ile kaplanmıştır.

Bu bölümde ayrıca bayram tahtı, Osmanlı nişanları, Sultan III. Selim’in avizesi, Sultan II. Mahmut’un pembe sarı mineli güller ve aralarında mavi çiçeklerin de bulunduğu resmi, altın şamdanlar, tuğlar bulunmaktadır.

Hazinenin dördüncü odasında İran Hükümdarı Şah İsmail’e ait olduğu üzerindeki yazılardan anlaşılan kemer, pazubent ve bir de kupa vardır. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’a ait fildişi ayna, Nadir Şah’ın Sultan I. Mahmut’a (1730–1754) armağan ettiği taht, çeşitli altın yaldızlı Kuran muhafazaları, murassa bastonlar, murassa kupalar, mineli hançerler ve mücevherli sorguçlar bulunmaktadır.


Silah Seksiyonu (Dış Hazine)

Kubbealtı’nın yanında yer alan sekiz kubbeli hazine binası Kanuni döneminde yapılmıştır. Fatih döneminde II. Avludaki hazinenin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Burada devlet gelirlerini oluşturan vergiler saklanırdı. Maliye Defterhanesi, Osmanlı padişahlarının elçilere ve saraylılara hediye ettikleri hilat denilen kaftanlarla bazı değerli eşyada burada saklanırdı.

XVI.- XVII. yüzyıllarda ve dış cephede geniş bir saçağının olduğu bilinen yapının bu bölümünde hazine görevlileri ve koruyucuları ulufe günlerinde paraları torbalara koyarak hazırlık yaparlardı. Yapının içinde ve girişin tam karşısında yer alan iki katlı iç hazine bölümü çok iyi korunmaktaydı. Defterdarın sorumluluğundaki Hazine, gerektiğinde açılır ve sadrazamda bulunan padişah mührü ile mühürlenirdi.

Bina günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait içinde değişik dönemlere ait silahların sergilendiği Silahlar Seksiyonu olarak kullanılmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi dünyanın sayılı silah koleksiyonlarını bir araya getirmiştir. Bu bölümde VII. Yüzyıldan XX. yüzyıla kadar uzanan pek çok silah teşhir edilmektedir. Burada on binin üzerinde silah bulunmaktadır.

Osmanlı Devletinde ilk kez silahlar Cebehane ismi altında Edirne’de toplanmış, daha sonra İstanbul’da Aya İrini’de koruma altına alınmış ve bunların büyük bölümü de Topkapı Sarayı’na götürülmüştür. Topkapı Sarayı’nda silahlar iç hazinede saklanmaktadır. İç Hazine kalın duvarlarla çevrili dikdörtgen bir mekân olup, burası üç büyük payenin taşıdığı sekiz kubbe ile örtülüdür. Yapı üslubundan bu bölümün XV. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda onarılmış ve değişikliğe uğramıştır. Son olarak da XVIII. yüzyılda salonun kuzeyine bir bölüm eklenmiştir.

Topkapı Sarayı Silah Bölümünde Arap, Memluk, İran ve Osmanlı silahları önemli bir yer tutmaktadır. Burada koleksiyonun en eski örnekleri olan Arap kılıçları, Memluk kılıçları, Memluk zırhları, miğferleri, baltaları, topuzları, şeşperleri, mızrakları, alemleri; ganimet veya hediye yolu ile toplanan İran silahları arasında kılıçlar, baltalar, miğferler, zırhlar, topuzlar, şeşberler, mızraklar, ok ve yaylar, alemler bulunmaktadır.

Topkapı Sarayı’nda Türk dönemine ait silah koleksiyonu dünyanın en zengin koleksiyonlarındandır. İstanbul’un fethinden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar geçen süre içerisinde toplanan bu silahlar arasında, kılıçlar, yatağanlar, zırhlar, miğferler, tüfekler, tabancalar, baltalar, topuz ve şeşberler, ok ve yaylar, at başı zırhı, mızraklar, kalkanlar, alemler kronolojik bir sıra halinde sergilenmiştir.


Cam ve Porselen Bölümü

Topkapı Sarayı Müzesi’nde İstanbul’da yapılmış yerli porselenler ve Çin porselenleri ayrı bir bölümü meydana getirmiştir. Yıldız Sarayı’nda kurulan atölyede yapılmış olan eserler başta olmak üzere XVIII. yüzyıldan itibaren Galata, Beykoz, Eyüp ve Balat’taki çini ve çömlek atölyelerinde yapılan porselenler ve cam işleri burada bir araya getirilmiştir. Eser-i İstanbul damgalı eserlerin yanı sıra Beykoz imalathanesinde yapılan porselenler, Venedik işi camlar yine bu bölümdeki önemli eserler arasındadır. Ayrıca Hüseyin Zekai Paşa imzalı Yıldız porselen tabağı, Sultan II. Abdülhamit armalı porselen fincan ve tabaklar, çay takımları, tuğralı saatler, değişik tipte çeşmi bülbüller, çeşmi bülbül sürahiler, kristal leğen ve ibrikler, vazolar, aşure testileri, porselen levhalar, seledon kaplar, Çin Mink Çağı ibrik ve kâsesi, mavi-beyaz çini tabak, Mink Çağı’na ait tabak, Atam imzalı Yıldız porselen sürahisi, Yıldız işi Topkapı Sarayı’nın ikinci kapısının resmedildiği kapaklı kâse, padişah portreli fincan ve tabaklar, İsveç vazosu, Sevr porselenleri, Japon porselenlerinin çeşitli örnekleri bölümün başlıca eserleri arasındadır.


Kaftanlar Bölümü

Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli imalathanelerinde yapılmış saray mensupları için özel olarak dokunmuş saray kumaşları bu bölümün başlıca eserleri arasındadır. Ünü Avrupa ülkelerine kadar yayılmış olan Bursa tezgâhlarında dokunan çatma, kadife, atlas, çuha, kemha kumaş örnekleri yine bu bölümde sergilenmektedir.

Enderun hazinesinden Topkapı Sarayı Müzesi’nin bu bölümüne geçen kumaşların bir kısmı hediye, savaş ganimeti, sipariş ve satın alma yolu ile elde edilmiştir. Bu eserler üzerinde yüzyılların birikimi, özellikle padişahın iç ve dış giysileri görülmektedir. Osmanlı geleneğine göre ölen padişahların tüm giysileri bohçalanır, mühürlenir ve Silahtar Hazinesinde saklanırdı. Bu nedenle de padişahlara özgü giyim eşyaları sarayın önemli bir koleksiyonunu oluşturmuştur. Bunların arasında Fatih Sultan Mehmet’in 21 kaftanı, Kanuni’nin 77 kaftanı, Sultan I. Ahmet’in 13 kaftanı, Sultan II. Osman’ın 30 kaftanı ve Sultan IV. Murat’ın 27 kaftanı bulunmaktadır.

Bunların yanı sıra Sultan II. Beyazıt’ın kaftanı, Kanuni Sultan Süleyman’ın ipek kaftanı, Kemha Kaftan denilen kaftanlar, Seraser kaftanlar, çatma kaftanlar ve Selimiye denilen kumaşlar bulunmaktadır. Bu bölümde Çatma, Çuha, Atlas, Gezi, Hatayi, Kadife, Kemha, Seraser, Sof, Serenk denilen örnekler de vardır.



İşlemeler Bölümü


Topkapı Sarayı İşlemeler Bölümünde Selçuklular döneminden başlayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar süren zaman dilimi içerisinde Türk işlemeleri, motifleri ve düzenleri ile bir arada sergilenmiştir. Bu işlemelerin üzerinde çeşitli bitkiler, güller, narçiçekleri, sümbüller, laleler, karanfiller, çarkıfelekler, çeşitli meyveler, yapraklar, Çin bulutları, üç benekler ve çintemaniler bulunmaktadır.

Bu işlemelerdeki motiflerde peyzaja önem verilmiş, özellikle çiçeklere özen gösterilmiş, kıvrık dallar, meyveler, fiyonklar ve vazolar da onları tamamlamıştır.

Bu bölümde Buhara işi örtü, çeşitli makrameler, sedir yastıkları, bohçalar, nişan bohçaları, kadın giysileri, kaşbastılar, mendiller, çevreler, uçkurlar, ayna örtüleri, nihaliler, berber futası, yorgan yüzleri, yastık yüzleri, taht örtüsü, taht saçağı, deri üzerine altın simle işlenmiş kutu, üç etekler, XVII. yüzyıl çizmeleri, çeşitli yazmalar, peşkirler, hilatlar, kahve örtüleri sergilenmiştir.


Padişah Portreleri Bölümü


Topkapı Sarayı Müzesi’nde Osmanlı padişahlarına ait portreler zaman zaman sergilenmektedir. Çoğunlukla Avrupalı ressamların yaptığı bu portrelerin sergilenmesini ilk kez Atatürk istemiştir. Çeşitli nedenlerle gerçekleşemeyen bu sergileme II. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılmıştır. Saray-ı Enderun denilen üçüncü avluda ilk kez Osmanlı padişahlarının, sultanların ve devletin önde gelen kişilerinin tabloları sergilenmiştir. Daha sonra bu sergileme ayrı bir bölüm oluşturmuştur.

Bu portreler arasında Sultan Osman’ın XVII.-XVIII. yüzyıla tarihlenen, Dr.Marten tarafından 1929 yılında müzeye hediye edilen portresi, Baiazıtth’nin yapmış olduğu Yıldırım Beyazıt’ın portresi, XVII.-XVIII. yüzyılda resmedilmiş, 1943 yılında T.K.Koperler’den satın alınan Çelebi Mehmet’in, Sultan II. Murat’ın yağlı boya resimleri, Fatih Sultan Mehmet’in 1865’te Venedik’ten Sir Henry Layard’dan satın alınan ve Dolmabahçe Sarayı’ndan müzeye getirilen yağlı boya tablosu, Sultan II. Beyazıt’ın XIX. yüzyılda Fransa ekolünce yapılan tablosu, Yavuz Sultan Selim’in 1926 yılında Dolmabahçe Sarayı’ndan getirilen yağlı boya portresi, A.Ehrenfeld’den 1930 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınan Kanuni Sultan Süleyman’ın tuval üzerine yağlı boya tablosu, orijinali Münih’te bulunan bir sanatçının elinden kopya olarak çıkmış Kanuni Sultan Süleyman tablosu, Venedik ekolü bir ressamın XVI. yüzyılda yaptığı Yavuz Sultan Selim portresi, Sultan III. Murat’ın, Sultan III. Mehmet’in Fransız ekolü yağlı boya tabloları, Sultan I. Ahmet’in, Sultan IV. Murat’ın, Sultan İbrahim’in, Sultan IV. Mehmet’in, Sultan II. Süleyman’ın, Sultan II. Ahmet’in, Sultan II. Mustafa’nın, Sultan III. Ahmet’in, Sultan I.Mahmut’un, Sultan III. Osman’ın, Sultan III. Mustafa’nın, Sultan I.Abdülhamit’in, Sultan III. Selim, Sultan IV. Mustafa, Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murat, Sultan II. Abdülhamit, Sultan V. Mehmet Reşat’ın tabloları bulunmaktadır.

Bu tablolar yabancı ressamlar tarafından XVI.-XIX. yüzyıllar arasında yapılmıştır. Bu resimler Osmanlı saray giysileri konusunda da ayrı bir bilgi vermektedir. Son Osmanlı hükümdarı IV. Mehmet Vahdettin’in duralit üzerine yağlı boya tablosu Antranik isimli bir sanatçı tarafından 1915–1916 yılında fildişi üzerine yapılmış olup, buradan Yaşar Çallı tarafından büyütülmüştür.


Saat Seksiyonu (Silahtar Hazinesi)

Saatler Enderun Avlusu’nda Hırka-i Saadet Dairesi’nin yanında Eski Silahlar Hazinesi’nin bulunduğu yerde teşhir edilmektedir. Bu bölümde çeşitli dönemlerde kullanılmış 350’ye yakın saat bulunmaktadır. XVIII.-XIX. yüzyıllara tarihlendirilen bu saatler içerisinde 30 kadarı Türk yapımıdır. Diğerleri Avrupa’dan satın alınmış ve Sultanlara hediye edilmiştir. Türk saatlerinin en eskisi 4 adet olup, XVII. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Türk saatleri imzalı ve üzerlerinde yapan ustaların isimleri yazılıdır. Saatlerin muhafazaları, kadranları ince bir işçilik göstermektedir. Aynı zamanda Osmanlı kuyumculuk sanatı ağaç ve maden işçiliği ile birleşmiştir.

XIX. yüzyıldaki saatçi ustalarının büyük çoğunluğu Mevlevi olduğundan bazı saatler Mevlevi sikkesi biçiminde yapılmıştır. Arşiv belgelerinden öğrenildiğine göre padişahlar bu saatçi ustalarını himaye etmişlerdir.

Topkapı Sarayı’nda yabancı kökenli saatler çoğunluktadır. Bunların başında İngiliz, Alman, Avusturya, Fransız, İsviçre ve Rus saatleri gelmektedir. Büyük çoğunluğu yabancı devlet adamlarının elçiler vasıtası ile sultanlara hediye ettikleri saatlerdir. Bu saatler arasında ünlü Markwick-Markham, Le Roy markaları da bulunmaktadır. Saraya hediye edilen saatlerin çoğu Osmanlılar için özel olarak yapıldığından rakamlar Arapçadır. İçlerinde müzik kutulu olan saatler de bulunmaktadır.


Sultan III. Ahmet Kütüphanesi

Topkapı Sarayı’nın III. Avlusunda, Enderun’da Arz Odası’nın arkasında bulunan kütüphaneyi Sultan III. Ahmet 1719 yılında yaptırmıştır. İlk yapılışında Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere 3.515 yazma eser burada bulunuyordu.

Kütüphane zemin kat üzerine tek katlı olarak yapılmıştır. Kitapların rutubetten korunması amaçlanmış, ön kısmına merdivenle çıkılan dar bir revak yerleştirilmiştir. Bunun önüne de aynı dönemde bir çeşme yapılmıştır. Kütüphane içerisinde okuma için gerekli aydınlatma iki sıra halindeki altlı üstlü pencerelerle sağlanmıştır. İç kısımda duvarlar XVI. yüzyıl çinileri ile bezenmiştir. Ayrıca kitap dolaplarının kapakları sedef, fildişi ve kakma olarak ağaç işçiliğinin en güzel örnekleridir. Duvarlarında da hattat padişahlardan olan Sultan III. Ahmet’in bir yazısı bulunmaktadır.

Kütüphane içerisinde Sultan III. Ahmet’in vakfiyesi, kitapların ilk envanter defteri ve kütüphane temelinin atıldığı bir kazma bulunmaktadır. Bu kazma aynı zamanda Sultan Ahmet Camisi’nin yapımında da kullanılmıştır. Kütüphanede Osmanlı Hat, Minyatür ve Tezhip sanatının en güzel eserleri bir araya getirilmiştir. Piri Reis Haritası da burada bulunmaktadır.




Saray Mutfakları

Topkapı Sarayı II. Avlusunun girişinin sağında yer alan Saray Mutfaklarına üç ayrı kapıdan girilmektedir. Bu kapılardan biri Kiler-i Amire Kapısı, ortadaki Has Mutfak Kapısıdır. Bab-üs Sade Kapısına yakın olan üçüncü kapı Helvahane Kapısıdır.

Mutfaklar ayrı birimler halinde olup, iki taraftan saçaklı bir servis yolu üzerindedir. Birun ve Enderun için yemek pişirilen mutfakta on ayrı göz vardır. Ulufe dağıtımında ve şenliklerde de bu mutfaklarda yemekler hazırlanmaktadır.

Mutfaklar sarayda yaşayanlar ve çalışanlar için ayrı bir düzen içerisindedir. Padişah mutfağında yalnızca padişah için yemek pişirilir ve çeşitli yemekler özel olarak hazırlanırdı. Padişah mutfağında Serçini denilen bir baş aşçı ile 12 yardımcı aşçı görev yapardı. Serçini denilen baş aşçı aynı zamanda elçi kabullerinde ve padişahın kullandığı porselen takımların da sorumlusu idi.

Saray mutfağı için imparatorluğun değişik yerlerinden canlı hayvanlar, sebzeler, meyveler ve baharat getirilirdi. Oldukça kalabalık bir kadrosu olan mutfakların asıl sorumlusu Matbah-ı Âmire Emini olup, bu görev vezir rütbesine yakın derecede idi. Mutfaklarda tatlıların yapıldığı helvahanelerin yapıldığı Helvacıbaşı kalabalık bir ekiple tatlı yaparlardı. Kilercibaşı personelin yönetimini üstlenmiştir ve aynı zamanda mutfaklarda görev yapanların göreve getirilmeleri veya işlerine son verilmeleri ile ilgilenirdi.

Günümüzde Kiler-i Âmire’nin kapısından girince sağ tarafta bulunan vekilharç dairesi onarılmış ve müze atölyeleri haline getirilmiştir. Fotoğraf atölyesi ile konservasyon atölyesi de burada bulunmaktadır. Bunun karşısındaki kiler ve yağhane ise onarılmış ve Müze Saray Arşivi olarak kullanılmaktadır.

Yağhane binasının yanındaki iki katlı ahşap Aşçılar Mescidi bugün de korunmaktadır. Mescidin iki yanında aşçılar, helvacılar ve tablakârların koğuşları bulunuyordu. Günümüzde bu mekânlar müze teşhir salonu olarak kullanılmaktadır. Aşçılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılan binada Gümüşler, Avrupa porselenleri ve Billûrlar teşhir edilmekteydi. 1999 depreminden sonra bu bölümlerden Gümüş seksiyonu dışındakiler ziyarete kapatılmıştır. Karşıda ayrı bölümler halinde müze teşhir salonları haline getirilmiş mutfaklarda, Çin ve Japon porselenleri teşhir edilmektedir.


Has Ahırlar (Istabl-ı Âmire)

Topkapı Sarayı’nın II. avlusunun Haliç yönünde, Silah Seksiyonu, Kubbealtı ve revakların arkasında kalan alanda Has Ahırlar bulunmaktadır. Buraya Babü’s-Selam’ın sol tarafındaki meyilli bir yolla ulaşılmaktadır. Yolun II. Avludan sonraki kısmında Has Ahırların kapısı, cenazelerin çıkarılmasında kullanıldığı için Meyyit Kapısı adıyla anılır.

Fatih Sultan Mehmed’in Has Ahırları, II. ve III. Avlu denilen Divan Meydanı ve Enderûn’daki binalardan sonra, Sûr-ı Sultâni’nin tamamlanması sırasında yaptırmıştır. II. Avlu’nun bu yönünü tamamı ile kaplayan Has Ahırlarda padişahın ve Enderun’daki yüksek rütbeli kişilerin bineceği seçme atlar bulunurdu.

Haz Ahırlar ince uzun bir yapı olup, kuzey ucunda üzeri kubbe ile örtülü bir mekân ve onunla bağlantılı odalar, Raht-ı Hümayun Hazinesi bulunuyordu. Burada padişah ve yüksek rütbeli kişilerin atlarında kullanılan değerli taşlarla süslenmiş koşum takımları, eğerler korunuyordu. Bu bölümde ayrıca, Ahır Emini ile diğer üst düzey yöneticilerin odaları da bulunuyordu. Istabl-ı Âmire’de (Has Ahır) Osmanlı kaynaklarından öğrenildiğine göre, 3.000’den fazla kişi görev yapıyordu. Ayrıca sarayın bahçelerinde ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde bu kısma bağlı örgütlenme, tavla, atölye ve çeşitli binalar da bulunmakta idi.


Saray Camileri

Ağalar Camisi (Saray Kütüphanesi)

Ağalar Camisi Enderun avlusunun Haliç tarafında, Has Oda’dan evvel yer almaktadır. Padişahlar, Akağalar ve İçoğlanların ibadeti için kullanılan bu caminin, Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451–1481) yapıldığı sanılmaktadır. Cami Mekke’ye yönelik olması için hafif diagonal biçimde yerleştirilmiştir.

Cami kesme taştan kare planlı ve tek kubbeli olup, yanında tek şerefeli taş gövdeli yuvarlak bir minaresi bulunmaktadır. Günümüzde Saray Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Kütüphanede sultanların hazinelerinde sakladıkları el yazmaları ile sarayın çeşitli köşk ve koğuşlarından toplanan son derece kıymetli el yazma ve minyatürlü kitaplar bulunmaktadır.



Beşir Ağa Camisi

Istabl-ı Amire’nin güney ucunda Beşir Ağa Camisi vardı. XVI. yüzyılda yapılan bu caminin yanına bir de hamam yaptırılmıştır. Buradaki caminin yerine I. Mahmut döneminde(1730–1754) Harem ağası olan Beşir Ağa tarafından XVIII. yüzyılda bugünkü cami yeniden yaptırılmıştır. Bu nedenle de cami Beşir Ağa Camii olarak bilinmektedir.

Cami kesme taştan kare planlı olup, fevkani bir yapıdır. Üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür.


Aşçılar Mescidi


Sarayın mutfaklar bölümünde, Yağhane binasının yanında Aşçılar Mescidi bulunmaktadır. Mescit, fevkâni ahşap bir yapı olup, üzeri kırma çatı ile örtülüdür.


Sofa Camisi

Sofa Ocağı denilen koğuşun ve Mecidiye Köşkü’nün yanında bulunan bu camiyi Sultan II. Mahmut yaptırmıştır. Kaynaklardan burada daha önce yapılmış bir mescidin olduğu öğrenilmektedir.

Cami kesme taştan kare planlı olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Küçük ölçüde bir camidir. Yanındaki minaresi kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.


Haremağaları Mescidi

Harem’in içerisinde bulunan bu cami fevkani, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Cami yuvarlak kemerli kesme taş bir koridorun üzerinde Harem’e bitişiktir. Kare planlı olup, üzeri pandantifli kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür.

Cephe görünümü bir sıra kesme taş, bir sıra tuğla dizisi ile hareketlendirilmiştir. İbadet mekânı iki yan kenarında altlı üstlü ikişer, mihrap yanında da altlı üstlü birer pencere ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen mermer söveli olup, üzerleri tuğladan yuvarlak sahte kemerlidir. İkinci sıra pencereler sivri kemerli ve vitraylıdır.

Minare yer konumundan ötürü caminin kubbe ile birleştiği yerde, kesme taştan ve şerefesiz olarak sembolik yapılmıştır.


Sultanahmet-Eminönü
Tel :   (0212) 512 04 80
Faks : (0212) 528 59 91


Türk ve İslâm Eserleri Müzesi (İbrahim Paşa Sarayı) (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanı’nda bulunan İbrahim Paşa Sarayı’ndaki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ilk defa Süleymaniye Camisi yapı topluluğunun Dar-ül Ziyafesi olarak tanımlanan imaretinde kurulmuştur. Süleymaniye Camisi ile birlikte 1550–1557 yıllarında yapılan imarette, Süleymaniye medreselerinde görevli hoca ve öğrencilerin yemek gereksinimleri karşılanıyordu.

XIX. yüzyılın ortalarında Türkiye’de başlayan müzecilik çalışmaları sırasında İslâm ve Osmanlı eserlerinin bir araya getirilmesi düşünülmüştü. O yıllarda imparatorluğun vakıf yapılarında müzelik eserler bulunuyordu. Dönemin Evkaf Nazırı Hayri Efendi’nin öncülüğünde bir komisyon kurularak bu eserlerin toplanması kararlaştırılmıştır. Bu komisyona Mehmet Ziya (İhtifalci), İbnülemin Mahmut Kemal (İnal), Reşat Fuat, İsmet, Armenak ve Ahmet Hakkı Bey’lerden kurulmuştu. Bu komisyon 1911–1914 yıllarında yoğun bir çalışma yaparak cami, mescit, medrese, dergâh ve türbe gibi yapılardaki teberrükât eşyalarını incelemiş ve imparatorluğun en uzak bölgeleri ile bağlantı kurmuştu. Bu çalışma sonunda yazma eserler, madeni eserler, çini kap kacak ve halılardan oluşan Evkaf-ı İslamiye Müzesi (bugünkü Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) kurulmuştur.

Müze 14 Nisan 1914 tarihinde açılmış, açılışta veliaht Yusuf İzeddin Efendi başta olmak üzere Hamdi Bey, Besim Ömer Paşa, Sadrazam Sait Halim Paşa, Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi ve Tarihçi Ahmet Rasim de bulunmuşlardı. Onların yanı sıra çeşitli devlet kuruluşlarının önde gelenleri, yabancı diplomatlar ve misafirler ile davetli sayısı 250’ye ulaşmıştı.

Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de müzeciliğe daha da önem verilmiş, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ismini alan Evkaf-ı İslâmiye Müzesi Hars Müdürlüğü kanalı ile Maarif Vekâleti’ne bağlanmıştı. O yıllarda Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlı bir kuruluş olan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi 1964 yılında yeniden düzenlenmiş ve müstakil bir müdürlük haline getirilmiştir.

Süleymaniye Külliyesi’nin imaretinde 1983 yılına kadar işlevini sürdüren Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Sultanahmet Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı’nın restore edilerek düzenlenmesinden sonra oraya taşınmıştır.

İbrahim Paşa Sarayı XVI. yüzyıl Osmanlı mimarisinin önemli yapılarından biri olup, Hipodromun oturma kademeleri üzerinde bulunmaktadır. Yapım tarihi kesin olmamakla beraber, bu yapı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1520 yılında on üç yıl sadrazamlık yapan İbrahim Paşa’ya hediye edilmiştir.

İbrahim Paşa Sarayı kaynaklardan ve minyatürlerden öğrenildiğine göre; At Meydanı’nda (Hipodrom) yapılan şenlik, düğün gibi olayların yanı sıra Osmanlı tarihindeki isyanlarda da ismi geçmiştir. İbrahim Paşa’nın 1536’da öldürülmesinin ardından ondan sonra gelen sadrazamlar tarafından kullanılmış, kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi, cezaevi olarak da kullanılmıştır. Bir ara avlusu içerisine evler yapılmış, bir bölümünden askerlik şubesi olarak yararlanılmıştır.

İbrahim Paşa Sarayı ilk yapılışında dört büyük iç avlu çevresinde yapılmış bir saray idi. Osmanlı sivil mimarisindeki ahşap yapıların aksine bu yapı kesme taştan yapılmıştır. Bugün müze olarak kullanılan bölümü dışında kalan yerlerine Adliye Sarayı ve Tapu Dairesi yapılmıştır. Günümüzde müze olarak kullanılan bölüm Osmanlı minyatürlerinde ve Batılı sanatçıların gravür ve tablolarında görülen ikinci avlu, merasim salonu ve onu çevreleyen kısımlardır.

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi yazı ve yazma eserler; halı, kilim ve düz yaygılar; madeni eserler, çini ve keramik eserler, ağaç işleri, taş oymalar ve kitabeler ve etnoğrafik eserlerden meydana gelmiştir.


Yazma Eserler Bölümü

Osmanlı yazı sanatının en güzel örneklerini bir araya getiren bu bölümdeki eserler tarihi gelişim içerisinde kronolojik olarak değerlendirilmiştir. İslâmiyet’in ilk yıllarından günümüze kadar kullanılan yazı örnekleri burada bulunmaktadır.

Hicretin ilk yıllarına tarihlendirilen ceylan derisi üzerine kufi yazı ile yazılmış kuranlar, Hz. Osman’a ait olduğu söylenen kuranlar, İbn-i Bevvab’ın, Yakut El-Mustasami’nin, Abdullah Seyrefi’nin yazıları, Abbasilerin tarihi belgeleri, Endülüs Memlüklularının, İlhanlıların, Muzafferilerin, Timurluların, Safevilerin, Selçukluların, Anadolu Beylikleri’nin ve Osmanlıların yazı örnekleri ile ciltleri burada bulunmaktadır. Minyatürlü ve minyatürsüz yazmaların yanı sıra XIX. yüzyılda yangından kurtarılan Beni Ümeyye Camisi’nden İstanbul’a getirilen Şam evrakı da bu bölümün koleksiyonlarını tamamlamaktadır.

Bu bölümde ayrıca XV.-XVI. yüzyıla ait minyatürlü Firdevzi Şeyhnamesi başta olmak üzere 600 İran yazması bulunmaktadır.

Türk yazı sanatının nesih, sülüs, rık’a, talik, mubari örneklerinin tezhip sanatı ile gelişimi yine burada sergilenmiştir. Osmanlı yazı sanatının ünlü hatalarından Şeyh Hamdullah, Ahmet Karahisari, Hafız Osman, Yesarizâde Mehmet İzzet, Mustafa Rakım, Hakkı Bey, Şefik Bey, Alaaddin Bey, Mehmet Ekrem Bey, Faik Efendi ve Halim Efendi’nin yazıları da yine burada görülmektedir. Bunların yanı sıra çeşitli devirlere tarihlendirilen ciltler, padişah tuğraları, fermanlar, beratlar, temliknameler, vakfiyeler, minyatürlü eserler, maktalar, mühürler, makaslar, divitler ve kalem traşlardan oluşan yazı takımları, dini ve özel yapıları süsleyen çeşitli levhalar yine bu bölümün önde gelen eserleri arasındadır.

Bu bölümde hat sanatının çeşitli tekniklerine yer verildiği gibi başta ceylan ve oğlak derilerinden yapılmış çeşitli kâğıt örnekleri, tezhipte kullanılan boyalar da değişik şekillerde bulunmaktadır.


Halı ve Kilim Bölümü

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde dünyanın en zengin halı, kilim ve düz yaygıları ayrı koleksiyonlar halinde bulunmaktadır.

Selçuklu sanatının XIII. yüzyılda meydana getirdiği, kendine özgü özellikleri olan, üstün renk anlayışını yansıtan sekiz halının yanı sıra Osmanlıların yıldızlı, madalyonlu, kuşlu, ejderli, taraklı, hayat ağaçlı Uşak halıları, XV. yüzyıl ejder motifli halılar bu bölümde bulunmaktadır. Ayrıca Bergama, Lâdik, Mucur, Kula, Gördes, Milas, Konya, Afgan, Kafkas ve İran halı ve kilimleri de onları tamamlamaktadır. Bunların yanı sıra XV.-XVII. yüzyıl arasında Anadolu’da dokunan, Holbein isimli bir ressamın eserlerinde görülen Holbein Halıları’ndan örnekler, Hereke fabrikalarında dokunan Osmanlı saray halıları da yine bu bölümde bulunmaktadır.

Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nin kuruluşu sırasında cami, dergâh ve türbe gibi yapılardan derlenen halılara 1970’li yıllardan sonra satın alma yolu ile yenileri eklenmiştir. Yakın tarihlerde ise çeşitli Anadolu kilimlerinin yanı sıra düz yaygılar da onlara eklenmiştir.


Madeni Eserler Bölümü

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde maden işçiliği yönünden oldukça zengin bir koleksiyon bulunmaktadır. Buradaki madeni eserlerin çeşitliliği, sanat nitelikleri müzeye çok daha zengin bir görünüm kazandırmıştır.

XIII. yüzyıllara tarihlendirilen Selçuklu maden işlerinden başlayarak günümüze kadar ulaşan süreç içerisinde yapılmış madeni eserler burada sergilenmektedir. Bu madeni eserlerin üzerindeki yazılardan İslâm sanatındaki emir ve sultanlar hakkında da bilgi edinilmektedir.

Büyük Selçukluların önemli maden yapım merkezlerinden Horasan ve Herat; Osmanlıların Sivas, Konya Erzurum, Diyarbakır, Tokat, Bursa ve Edirne’de yapılmış madeni eserleri değişik formları ile dikkati çekmektedir. Ayrıca Osmanlı sanatında uygulanan çeşitli maden tekniklerinde yapılmış tunç, gümüş, bakır ve tombak şamdanlar, tepsiler, ibrikler, leğenler, kazanlar, davullar, dirhemler, kapı tokmakları, usturlaplar, kandiller, gülaptanlar, buhurdanlar, değerli taşlarla süslü murassa madeni eserler ve kemerler bu bölüme zengin bir görünüm kazandırmıştır. Bunların yanı sıra Cizre Ulu Camisi’nden buraya getirilen ejder figürlü kapı tokmağı, burç ve gezegen sembolleri ile bezeli XIV. yüzyıl şamdanları, XII. Yüzyıl Selçuklu davulu, XIII.-XIV. yüzyıl Selçuklu kurşun kartalı, XIII. yüzyıl tunç havan, XV. yüzyıl Selçuklu Sultanı Kayıtbay’a ait badiye, XVI. yüzyıl Osmanlı gümüş ajur tekniğinde yapılmış gümüş fener, XVIII. yüzyıl tunç Osmanlı yangın musluğu, XVI.-XVIII. yüzyıl Osmanlı alemleri bu bölümün önemli eserleri arasındadır.


Ahşap Eserler Bölümü

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin ahşap eserler bölümünde İslâm ülkeleri, Selçuklu beylikler ve Osmanlı döneminde yapılmış ağaç işçiliğinin en güzel örnekleri bir araya toplanmıştır. İslâm, Selçuklu ve Osmanlı ağaç işlerinin tarihsel gelişimi, bezemeleri ve yapım tekniklerini gösteren bu koleksiyonun en erken örnekleri IX. Yüzyılda Abbasi döneminden başlayarak günümüze kadar gelmektedir.

XIII. yüzyıl Anadolu Selçuklu ağaç eserleri Karaman imaretinin pencere kanatları, XIV. yüzyıl Konya Sadreddin Konavi Türbesi’nin pencere kanadı, Sultan Keykavus’un XIII. yüzyıla tarihlendirilen rahlesi, Seyyid Mahmud Hayrani’ye ait XIII. yüzyıl Selçuklu sandukası bölümün başlıca eserleri arasındadır. Bunların yanı sıra Osmanlı sanatının ortaya koyduğu kündekâri, geçme, oyma, taklit kündekâri tekniğinde yapılmış çeşitli kapı, rahle, Kuran mahfazası ve çekmeceleri, kahve soğutucuları, XVIII. yüzyıl Edirne işi çekmece, Edirnekâri üslupta yapılmış çekmeceler ayrı bir yer tutmaktadır. Osmanlı sanatının ortaya koyduğu sedef, bağa, fildişi ve kemik kakmalı rahle ve Kuran mahfazaları da üzerinde durulacak eserler arasındadır.


Keramik ve Cam Eserler Bölümü

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde İslâm öncesi, İslâm dönemi, Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı dönemi çini ve keramikleri zengin bir koleksiyon halinde sergilenmiştir. XI. Yüzyıl Büyük Selçukluların önemli kültür merkezlerinden Nişabur, Rey, Keşan, Sultanabad gibi keramik yapım merkezlerinin yanı sıra Konya, İznik ve Kütahya’da yapılmış olan çini eserler bu bölüme zenginlik kazandırmıştır.

XIII. yüzyıl Samarra’da, XIII.-XIV. yüzyılda Rakka’da yapılmış perdahlı Keşan keramikleri, XIII. yüzyılda Anadolu’da mozaik ve minai, sıratlı ve sır üstü tekniğinde yapılmış çiniler, alçı örnekleri, ştuklar, freskler yine bu bölümün belli başlı eserleri arasındadır.

XIX.-XX. yüzyılda Çanakkale’de yapılmış Çanakkale seramikleri de değişik form ve teknikleri ile ayrı bir bölümü oluşturmuştur.

İslâm-Osmanlı kültüründe önemli bir yeri kapsayan cam işçiliğinin belli başlı örnekleri yine burada bulunmaktadır. Az sayıda olmalarına rağmen müzedeki cam eserler kronolojik olarak sıralanmış, onları Osmanlı cam işleri, Memluklu eserleri ile Venedik kandilleri tamamlamıştır.


Taş Eserler Bölümü

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin taş eserler bölümünde İslâm ve Osmanlı döneminin özelliklerini yansıtan taş eserler, Mezopotamya, Suriye, Mısır ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toplanmıştır. İslâmiyet’in ilk yıllarına kadar inen bu eserler yazı ve tarihi bilgiler yönünden son derece önemlidir.

Kufi, sülüs, celi sülüs yazılı olan bu eserlerin hepsinde mükemmel bir taş işçiliği görülmektedir. Bu taş eserlerin büyük bir kısmı, özellikle kitabeler günümüze çeşitli nedenlerle ulaşamayan cami, mescit, medrese, dergâh, sebil ve çeşme gibi yapılara aittirler. Mezar taşları ise her biri kendine özgü ayrı birer tarihi belge niteliğinde olup, Türk mitolojisinde isimleri geçen ejder, sfenks, grifon gibi figürlüdür. Bu eserler arasında Halep Valisi Özdemir’in 1493 tarihli lahit mezarı, Mustafa Rakım’ın levhası, kufi yazılı Halife El Mehdi’nin yaptırdığı camiye ait VIII.-IX. Yüzyıl küfi yazılı kitabe, XII. Yüzyıl Selçuklu grifonlu kitabesi de bulunmaktadır.


Etnografya Bölümü

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin İbrahim Paşa Sarayı’na taşınmasından sonra yer darlığından Süleymaniye’de sergilenemeyen ve satın alma yolu ile müzeye kazandırılan etnografik eserler ayrı bir bölümde sergilenmiştir.

Bu bölümde Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden toplanmış halı-kilim tezgâhları, dokumalar, yün boyama teknikleri, halk dokuma ve işleme sanatı örnekleri, yöresel zenginlikleri içinde kostümler, ev eşyaları, el sanatları, el sanatı aygıtları, göçer çadırları kendilerine özgü mekânlar içinde sergilenmektedir.

Türk İslam Eserleri Müzesi 1984 yılında Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Yarışması Jüri Özel Ödülü'nü, 1985 yılında da Avrupa Konseyi-UNESCO tarafından çocuklara kültür mirasını sevdirme konusundaki çalışmalarından ötürü verilen ödülü almıştır.

Süleymaniye'deki müzenin kuruluşunda Can Kerametli'nin; İbrahim Paşa Sarayı'ndaki müzenin yeniden düzenlenmesinde ve bugünkü durumuna gelmesinde Dr.Nazan Ölçer'in büyük payı olmuştur.


Sultanahmet Meydanı, Eminönü

Tel :   (0212) 518 18 05
Faks : (0212) 518 18 07


Adam Mickiewickz Müzesi (Beyoğlu)

İstanbul Beyoğlu ilçesi Kasımpaşa, Yenişehir’de bulunan Adam Mickiewickz Müzesi Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin yönetimindedir.

Adam Mickiewickz Polonya’nın ünlü şairlerinden olup, Polonya’nın işgale uğradığı 1795–1918 yıllarında birçok Polonyalı ile birlikte Polonya’nın siyasi bağımsızlığı için çaba sarfetmiştir. Bu arada 22 Eylül 1855’te Polonya asıllı Sadık Paşa komutasında kurulacak ve Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı savaşacak olan Polonya taburunu toplamak üzere İstanbul’a gelmiştir. Hasta olarak geldiği İstanbul’da 26 Kasım 1955’te İstanbul’da ölmüştür. Adam Mickiewickz’in İstanbul’da öldüğü ev 1870 Büyük Beyoğlu yangınında yanmıştır. Bugünkü bina bir başka Polonyalı siyasi mülteci olan Jean Gorczynski tarafından yaptırılmıştır. 1955’te Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin yönetimine bırakılmıştır. Müze üç katlı evde yeni düzenlemelerden sonra 1984 yılında açılmıştır.

Müzede şairin yaşadığı dönemin kültürel ve siyasi özellikleri yansıtılmış, Polonya’nın tarihsel gelenek ve görenekleri, Polonya ile Avrupa halklarının kurtuluş mücadelesi, şairin çocukluk yılları ile ilgili ilk şiirleri burada sergilenmiştir. Ayrıca Polonyalı şairin Maryla Wereszczakowna’ya duyduğu aşk nedeni ile yazdığı eserler, Osmanlı İmparatorluğu’nda geçirdiği günler farklı bölümler halinde müzede bir araya getirilmiştir.

Adam Mickiewickz’in ölümünden sonra cesedi İstanbul’dan Paris’e götürülmüş ve Montmorency Mezarlığı’na gömülmüştür. Mezarı üzerine 1867 yılında aile dostu Fransız heykeltıraş A.Preault tarafından üzerinde madalya bulunan mezar taşı dikilmiştir. Polonyalı şairin sembolik kabri müzenin bodrum katında mermer bir lahit olarak bulunmaktadır. Bu bölümde Adam Mickiewickz’in 27 Kasım 1855’te alınmış maskının bir kopyası, mezarın önündeki odada da Polonya ve dünyada onunla ilgili yapılmış heykeller ile Xawery Dunikowski’nin yapmış olduğu iki bronz heykel de sergilenmektedir.


Kasımpaşa Yenişehir, Tatlıbadem Sokak
Beyoğlu-İstanbul
Tel : (0212) 253 66 98



Divan Edebiyatı Müzesi (Galata Mevlevihanesi) (Beyoğlu)


İstanbul Beyoğlu ilçesi’nde bulunan Divan Edebiyatı Müzesi (Galata Mevlevihanesi) Beyoğlu’ndan Yüksekkaldırım’a inen Galip Dede Caddesi’nin hemen başındadır. Bir diğer adı da Kulekapısı Mevlevihanesi’dir.

Ağaçlarla kaplı ıssız bu yeri, Sultan II. Beyazıt Bostancıbaşılık ve Beylerbeylik yapan İskender Paşa’ya vermiş, O da burada bir av çiftliği kurmuştu. Mevlana’nın torunlarından Sema-i Mehmet Dede, Paşa’dan Mevlevi dergâhı yapmak için arazisinin bir bölümünü istemişti. İskender Paşa da bu dileği kabul etmiş ve Galata Mevlevihanesi’nin 1491’de yapımına başlanmıştır. Galata Mevlevihanesi kuruluşundan kısa bir süre sonra halveti zaviyesine dönüşmüş, XVII. Yüzyıl başlarında Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin kurucusu Sırrı Abdi Dede’nin çabasıyla yeniden Mevlevihane’ye dönüşmüştür. Galata Mevlevihanesi Sultan III. Mustafa zamanında 1765-1766’da Tophane yangını sırasında yanmışsa da padişahın emriyle o yıl yeniden yapılmıştır. Mevlevihane’yi Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdülmecid birkaç kez onartmıştır. Ancak bunlardan Sultan III. Selim’in yaptırdığı onarım, diğerlerinden biraz farklı olmuş ve Divan Edebiyatında iz bırakmıştır. O yıllarda Galata Mevlevihanesi’nin post makamında Şeyh Galip bulunuyordu. Divan Edebiyatına yenilik getiren şeyh Galip harap olmaya başlayan, suyu akmayan Mevlevihane’nin onarımını devrin sadrazamına yazdığı ve buna eklediği bir kaside ile istemiştir. Sadrazam da bu durumu padişaha arz ederken Şeyh Galip’in kasidesini de ona eklemiştir. Sultan III. Selim bu kasideyi çok beğenmiş Mevlevihane’nin onarımının yanı sıra uzak bir kaynaktan suyunu da getirtmiştir. Bundan sonra padişah, Mevlevihane’nin açılışına katılmış, bu olaydan birkaç gün sonra da Kaptan Paşa Akdeniz seferinden başarı ile dönünce Mevlevihane’nin uğurlu geldiği düşünülmüştür.

Galata Mevlevihanesi mimari olarak ilgi çeken bir yapıdır. Avlu girişinin yuvarlak kemeri üzerinde Sultan II. Mahmut’un tuğrası ile şair Lebib’in talik yazılı onarım yazıtı yer alır. Kapının iç yüzünde ise Sultan III. Selim’in yapmış olduğu bu onarımı dile getiren Şeyh Galip’in dizeleri bulunmaktadır. Mevlevihane’nin girişinde XIX. Yüzyıla tarihlenen Halet Efendi’nin Kütüphanesi, Sultan Abdülmecit’in onardığı 1649 tarihli Hasan Ağa çeşme ve sebili yer almaktadır. Avluda, üzerinde Mevlevi sikkesinden ilginç bir âlemi olan Şeyh Galip’in türbesi vardır. Bu türbeyi Hüseyin Ayvansarayî’den öğrendiğimize göre, Bağdat seferi dönüşünde (1810) Halet Efendi yaptırmıştır.

Semahane, selamlık ve derviş hücrelerini bir araya getiren ahşap yapı avlunun sonundadır. Arazi konumundan ötürü, ön tarafı iki, arka tarafı da üç katlıdır. Semahanenin kapısı üzerine Sultan Abdülmecit’in tuğrası ile 1895 tarihli onarım yazıtı yerleştirilmiştir. Semahanenin içerisi sekiz ahşap sütunun ve bunların arasındaki korkulukların yardımıyla sekizgen plana dönüştürülmüştür. Girişin karşısında mihrap ile minber, ikinci katta kafeslerle ayrılmış mahfiller, şeyh dairesi, Konya Postnişini hücresi ile hünkâr mahfili yer almaktadır. Girişin üzerindeki balkon mıtrip heyetine ayrılmıştır. Sol taraftaki Bacılar Dairesinde de yabancı misafirler sema ayinini izlerlerdi. Mevlevihane’nin hamam, mutfak ve kilerleri avlunun ayrı bir köşesinde yapılmışlarsa da bunlar günümüze gelememiştir.

Dergâhların kapatılmasından sonra bir süre Mevlevihane kendi yazgısıyla baş başa kalmış; haziresinin bir bölümüne Beyoğlu Evlendirme Dairesi yapılmış, semahane Vakıflarca lojman olarak kullanılmış, Halet Efendi Kütüphanesi de polis karakoluna dönüşmüştür.

Mevlevihane’nin bu perişanlığını önleyebilmek için İstanbul’u Sevenler Cemiyeti 1947’de onarımını yaptırmış, ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na, sonra da Kültür Bakanlığı’na devredilmiştir. Kültür Bakanlığı Mevlevihane’nin yeniden onarımını yapmış ve burada Mevlevi kültürü ile divan edebiyatı eserlerini bir araya getiren “Divan Edebiyatı Müzesi”ni açmıştır (26.Aralık.1975). Müzenin kuruluşunda Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü Can Kerametli’nin ve Necati Ergin’in büyük emeği geçmiştir. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne bağlı bir birim olan bu müze açılışı ile birlikte Müdürlük haline getirilmiş ve müzenin ilk müdürlüğüne de Türk ve İslâm Eserleri Müzesi uzmanı Erdem Yücel getirilmiştir.

Divan Edebiyatı Müzesi’nin Semahane Bölümünde kös, rebab, kabak kemençe, baron kemençe, ud, halile, kanun, davul, zurna, tekke defi, növbe, kudüm gibi çeşitli Mevlevilikte kullanılan musiki aletleri sergilenmiştir. Ayrıca Mevlevilerin kullandığı dilli kaval, billur kaval, sibsi, gümüş telli zurna ve nefir gibi ney çeşitleri de onları tamamlamaktadır.

Semahanede çeşitli tombak, gülabdanlar, buhurdanlar, celi sülüs yazı ile sikke içerisinde istif edilmiş “Ya Hz.Mevlâna Celaleddin-i Rumi” yazılı levha, Hilye-i Şerif, keçe seccadeler, çeşitli mesneviler, Galata Mevlevihanesi’nin son şeyhi olan Ahmet Celaleddin Efendi’ye ait hırka, çeşitli Mevlevi sikkeleri, mestler, müttekalar, fermanlar ile tennure hırka ve sikkeden oluşan Mevlevi giysileri de sergilenmiştir.

Müzenin ikinci katı Bektaşi babası Ahmet Said’in camaltı tekniği ile yapılmış sembol resimleri, bu Mevlevihane’de yetişmiş olan Şeyh Galib, İsmail Ankaravi, Esrar Dede, Fasih Dede ve şair Leyla Hanım’ın el yazmaları; çeşitli işlemeli seccadeler, Mevlevi ve Bektaşi tespihleri, aşere seccadesi, rahleler, gümüş şamdanlar, çeşitli dönemlerde yazılmış Kuranlar, mesneviler, maktalar, makas, divit ve hokkadan meydana gelen yazı takımları, kalemler, Bektaşilerin boyunlarına astığı teslim taşları, Halveti Tarikatına ait değişik taşlar, mataralar, bakır sahanlar, İznik seramikleri, bakır kepçeler, Tophane işi lüleler, üzerlerinde Kelime-i Tevhit yazılı yaldızlı fincanlar, divan şairlerine ait divanlar ile fermanlar ile Sultan III.Selim’in tuğrası bulunmaktadır.

Mevlevihane’nin haziresi Mevlevi kültürü, hat sanatı, bezeme ve tarihi yönünden de son derece önemlidir. Burada Galata Mevlevihanesi’nde şeyhlik yapmış olanlar, kudümzenler, neyzenler, divan sahibi olan şairler gömülüdür. Ayrıca Humbaracı Ahmet paşa’nın, Türkiye’de ilk matbaayı kuran İbrahim Mütefferika’nın, ünlü bestekâr Vardakosta, Seyyid Ahmed Ağa’nın, Nayi Osman Dede’nin, Tepedelenli Ali Paşa’nın mezarları bulunmaktadır.


Galip Dede Caddesi No:15 Tünel-Beyoğlu/İstanbul
Tel :    (0212) 245 41 41
Faks : (0212) 243 50 45

Kaynak : www.kenthaber.com
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #2 : 27 Ocak 2009, 17:09:16 »
Yıldız Sarayı Müzesi (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde bulunan Yıldız Sarayı, deniz kıyısından başlayarak, kuzeye doğru yükselen tüm yamaçları ağaçlarla kaplı 500.000 m2 yüzölçümü olan koruluk ve bahçeler içerisindeki köşklerden, saraylardan ve çeşitli yapılardan meydana gelmiştir. Sarayın bulunduğu “Hazine-i Hassa”ya kayıtlı bu arazi Kanuni Sultan Süleyman döneminden beri padişahlar tarafından av sahası olarak kullanılmaktaydı.

Bu araziye ilk kasrı Sultan I. Ahmet (1603–1617) yaptırmıştır. Sultan IV. Murad (1617–1640) bu alana avlanmaya geldiğinde bu kasırda dinlenmiştir. Bunun ardından XVIII. yüzyılda önce Sultan III. Selim (1789–1807) annesi Mihrişah Sultan için bir başka kasır daha yaptırmış ve bu kasra Yıldız ismini vermiştir. Bunun yanı sıra sarayın iç bahçesine de rokoko üslubunda bir çeşme eklemiştir. Sultan III. Selim’den sonra Sultan II. Mahmud (1808–1839) Yıldız Sarayı bahçesinde düzenlenen ok atışları ve güreş oyunlarını seyretmek için buraya gelmiştir. Bu nedenle de 1834–1835 yıllarında yeni bir köşk yaptırarak çevresine yeni bir bahçe düzenlemiştir. Sultan II.Mahmud “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” ismi ile kurduğu yeni ordusunun talimlerini Yıldız Sarayı bahçesinde yaptırmış ve onları izlemiştir. Sultan II. Mahmud’un oğlu Sultan Abdülmecid (1839–1861) burada yapılmış olan köşkleri yıktırmış ve onlardan daha güzel olan “Kasr-ı Dilküsa” isimli köşkü 1842 yılında annesi Bezm-i Alem Valide Sultan için yaptırmıştır. Sultan Abdülaziz’in (1861–1876) ise, Osmanlı İmparatorluğu’nda bir yüzyılı aşkın süre mimari yapıları ile hâkim olan Balyan ailesine Büyük Mabeyn Köşkünü yaptırmış ardından dış bahçede Malta ve Çadır Köşkleri ile asıl sarayı oluşturan Çit Kasrını onlara eklemiştir. Böylece Yıldız Sarayı, Osmanlı padişahlarının yaptırmış olduğu köşklerle saray kompleksine dönüşmüştür.

Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra yerine geçen Sultan V. Murad (1876) üç aylık saltanatını Yıldız Sarayı’nda sürdürmüştür. Sultan Murad’ın akli dengesizliğinden ötürü tahttan indirilmesinden sonra kardeşi Sultan II. Abdülhamid (1876–1909) Dolmabahçe Sarayı’nın deniz kıyısında bulunması ve sarayın herhangi bir ayaklanmada denizden kuşatılma olasılığını göz önünde bulundurarak Yıldız Sarayı’na taşınmıştır.

Bundan sonra sarayın yeniden yapılanmasına başlanmış, çevredeki araziler satın alınarak bugün Yıldız Parkı denilen dış bahçeler genişletilmiş ve bunun içerisinde de yeni imar çalışmaları yapılmıştır. Böylece saray bahçeleri ile birlikte 80 dönümlük bir araziye yayılmıştır. Yıldız Sarayı Hümayunu ismi verilen bu yapı topluluğunda sultanların, şehzadelerin ikamet olarak kullandıkları, resmi görevlilerin görev yaptıkları köşkler, tiyatro, müze, kitaplık, eczane, hayvanat bahçesi, mescit, hamam, tamirhane, marangozhane, demirhane, kilithane gibi çeşitli yapılar bulunuyordu. Ayrıca sarayın hemen dışında da Osmanlı I.Ordusuna bağlı bir hassa tümeni de konuşlanmıştı.

Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra yerine geçen Sultan Mehmet Reşat (1909–1918) buradaki Hususi Daire denilen köşkün Dört Mevsim Salonunda ameliyat edilmiştir. Sultan VI. Mehmet Vahdettin ise (1918–1922) Dolmabahçe Sarayı’nda ikamet etmiş zaman zaman da Yıldız Sarayı’na gelmiştir.

Yıldız Sarayı Avrupa şehircilik ve saray kompleksine göre biçimlendirilmiştir. Sarayda birbirini izleyen avlular, bu avluların çevresinde yapılar sıralanmıştır. Oldukça geniş bahçenin çevresinde de küçük köşkler, tiyatro, kütüphane sıralanmıştır. Sarayın I.Avlusunda Büyük Mabeyn Köşkü, Yaveran Dairesi, Çit Kasrı, Silahhane, Marangozhane bulunmaktadır. Sarayın II. Avlusunda ise Harem binalarının yanı sıra kültürel ve sanatsal yapılar bulunmaktadır. Has Bahçe adı ile bilinen yerdeki Harem Dairesi’nden başlayan saray Cihannüma Köşkü’ne kadar devam etmektedir. İç Bahçenin değişik yerlerine birbirlerinden bağımsız, Ata Köşkü, Kameriye Köşkü ve Cihannüma Köşkü gibi köşkler yapılmıştır.

Sarayın en görkemli yapısı olan Abdülaziz’in Balyan ailesine yaptırdığı Büyük Mabeyn Köşkü’nün yanında Seyir Köşkü ve Çit Kasrı, onların karşısında da Yaveran Dairesi bulunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesinden sonra saray uzun süre terk edilmiş, bir süre Harp Akademileri binası olarak kullanılmıştır. Bu arada sarayın bazı bölümleri TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na, İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’ne (IRCICA) Yıldız Üniversitesi’ne bağlanmış bir bölümü de 1978 yılında Kültür Bakanlığı’na devredilmiştir.

Kültür Bakanlığı sarayda müzecilik çalışmalarına başlamış, Yıldız Sarayı Müze Müdürlüğü’nü kurmuş ve ardından Saray Tiyatrosu yeniden düzenlenerek 6 Ocak 1994’te açılmıştır. Bunu Sahne Sanatları Müzesi izlemiş, 8 Nisan 1994’te de Yıldız Sarayı Müzesi ziyarete açılmıştır.

Sarayın önemli yapılarından Sultan II. Abdülhamit’in özel marangozhanesinde Yıldız Sarayı Müzesi kurulmuştur. Bu bölüm dikdörtgen planda, 90 m. uzunluğunda olup, duvarlara bitişik ahşap kirişlerin yardımı ile üzerini örten tavan desteklenmektedir. Sultan II. Abdülhamit dönemine ait eski fotoğraflarda bu bölümün bir ara müze olarak kullanıldığı da anlaşılmaktadır. Müze içerisindeki eserlerin bir bölümü Topkapı Sarayı Müzesi’nden buraya getirilmiştir.

Yıldız Sarayı Müzesi’nde Sultan II. Abdülhamit’in yaşamı ile ilgili anılara yer verilmiştir. Bunların yanı sıra padişahın kullandığı giysiler, fincan, tütün tabakası, kılıç, kırbaç ve yabancı devlet ricali tarafından Ona hediye edilen eşyalar bulunmaktadır. Ayrıca iyi bir marangoz olan Sultan II. Abdülhamit’in kullanmış olduğu marangozlukla ilgili araç ve gereçler de burada sergilenmektedir. Yıldız Sarayı binalarına, özellikle Mabeyn Köşkü’ne ait mobilyalar ve dekoratif eşyalar da burada bulunmaktadır. Yıldız Sarayı için sarayın dış bahçesinde kurulan saray mimarı D’Aranco’nun yapmış olduğu fabrikada saray için üretilen damgalı, tarihli ve bazılarında da Sultan II. Abdülhamit’in tuğrası bulunan Yıldız Sarayı porselenleri de sergilenmektedir. Bu koleksiyonların arasında Sultan II. Abdülhamit’in portresinin olduğu fincan takımları da bulunmaktadır. Ayrıca müzede Sultanahmet’teki III. Ahmet Çeşmesi’nin sedef kakmalı maketi, Abdülhamit’in faytonu da teşhir edilmektedir.

Yıldız Sarayı Müzesi yönetiminde Osmanlıdan günümüze ulaşan tek saray tiyatrosu olan Yıldız Saray Tiyatrosu da ayrı bir bölüm olarak ziyarete açılmıştır. Sultan II. Abdülhamit tarafından Vasilaki Kalfa’nın oğlu Yanko’ya 1889 yılında yaptırılan tiyatro bezemesi ile dikkati çekmektedir. Avrupa tiyatro ve opera binalarının küçük bir kopyası olan dikdörtgen planlı olan bu tiyatronun duvarları kalem işleri, tavanı da altın yaldızlı yıldız motifleri ile bezenmiştir. Salonun üst tarafında ortada padişahın olmak üzere balkon localarla çevrilmiştir.

Günümüzde tiyatronun fuayesinde sayıları 400’e yaklaşan tarihi sahne kostümleri bir koleksiyon halinde sergilenmektedir.

Yıldız Sarayı Tiyatrosu’nun yanında bulunan Gedikli Cariyeler Dairesi Sahne Sanatları Müzesi olarak 1987 yılında açılmıştır. Bu küçük müzede Türk tiyatro tarihi ile ilgili, her biri arşiv değerinde belgeler, fotoğrafların yanı sıra ünlü sanatçıların kişisel eşyaları, orta oyununa ait belge ve objeler, gölge oyunu ile ilgili figürler ve onların yapımında kullanılan araç ve gereçler sergilenmiştir. Ayrıca sahne kostümleri, dekorlar, tasarımlar ve dekor maketleri de burada bulunmaktadır. Bu kostüm tasarımları arasında N.Perof gibi ünlü tasarımcıların yapmış olduğu sahne tasarımları da bulunmaktadır.

Yıldız Sarayı’nda, Sultan II. Abdülhamit döneminde saray hizmetkârlarının yemekhanesi olarak yaptırılmış olan ve daha sonraki yıllarda silahhaneye dönüştürülen tek katlı, dikdörtgen planlı yapı ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çeşitli kültürel faaliyetlerde kullanılmak üzere kiralanmaktadır.


Yıldız-Beşiktaş/İstanbul
Tel : (0212) 258 30 80
Faks : (0212) 258 30 85


İstanbul Hisarlar Müzesi (Sarıyer)

İstanbul Hisarlar Müzesi Müdürlüğü merkezi Rumeli Hisarı olmak üzere Anadolu Hisarı ve Yedikule Hisarı’ndan meydana gelmişti. Rumeli Hisarı Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlı yönetilirken 1952–1958 yıllarında Topkapı Sarayı Müzesi’nin kontrolü altında onarılmış ve 1968 yılında ayrı bir müdürlük haline getirilmiştir. Onarım çalışmaları Topkapı Sarayı Müzesi Müdür Yardımcısı Elif Naci başkanlığında, belirli aralıklarla Y.Mimar Cahide Tamer, Y.Mimar Mualla Anhegger (Eyüboğlu) ve Y.Mimar Selma Emler tarafından yapılmıştır. Yedikule Hisarı ile Anadolu Hisarı da bu dönemde onarılarak Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Günümüzde Hisarlar Müzesi Müdürlüğü; Rumelihisarı, Anadoluhisarı ve Çengelköy’deki Vahdettin Köşkü’nden meydana gelmiştir.

Bu müze anıt-müze olduğundan teşhir salonları ve depoları bulunmamaktadır. Yalnızca Rumelihisarı’nın giriş avlusunda Halil Paşa Kulesi’nin önünde XVIII.-XIX. yüzyıl toplar, gülleler ile Bizanslıların Haliç’e gerdiği zincirin bir parçası bulunmaktadır.


Rumeli Hisarı (Boğazkesen Kalesi) (Sarıyer)

Rumeli Hisarı Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden önce, 30.000 m2’lik bir alana yapılmıştır. Hisarın yapımına 1451–1452 yıllarında başlanmıştır. Rumeli Hisarı Boğaz’ın en dar ve akıntılı yerinde Yıldırım Beyazıt’ın yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın tam karşısında yapılmıştır. Kalenin yapılmasındaki amaç, İstanbul kuşatması sırasında Karadeniz’den gelecek yardımları önlemek idi. Nitekim 1452 yılında buradan geçen ve yapılan ikazlara aldırmayan Kaptan Antonio Rizo kumandasındaki bir Venedik kalyonu batırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet bu kaleyi yaptırarak kuşatma sırasında arkasını da emniyete almayı düşünmüştür.

Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde bu hisarın ismi Kule-i Cedide, Neşri tarihinde Yenice Hisar, Aşıkpaşa ve Nişancı tarihlerinde de Boğazkesen Hisarı olarak geçmiştir. Tarihçi Dukas’tan öğrenildiğine göre; Fatih Sultan Mehmet 1451 kışının başında egemenliği altındaki yöneticilere gönderdiği emir ile bölgelerindeki bütün usta ve işçilerin burada toplanmasını istemiştir. Hisarın yapımına 1452 yılı Mart ayının sonunda başlanmış ve 139 gün gibi çok kısa bir sürede bitirilmiştir. Kalenin yapılmasına başlanması üzerine Bizanslılar kaleyi ele geçirmeyi düşünmüşlerse de Fatih Sultan Mehmet onlara gönderdiği haberle kaleyi Karadeniz ile Akdeniz arasındaki korsanlara karşı yaptırdığını belirtmiştir. Bizans askeri yönden de zayıf olduğundan kalenin yapılmasına göz yummuştur.

Kalenin yapımda kullanılan keresteler İzmit ve Karadeniz Ereğlisi'nden; taşlar Anadolu'nun değişik yerlerinden ve devşirme mimari parçalar çevredeki harap Bizans yapılarından elde edilmiştir. Rumeli Hisarı üçü büyük biri küçük dört kule ve bunları birbirlerine bağlayan sur duvarlarından meydana gelmiştir. Kulelerden deniz kıyısında olanı Çandarlı Halil Paşa, kuzeydeki Saruca Paşa, güneydeki de Zağanos Paşa tarafından yaptırılmıştır.

XVIII. yüzyılda İstanbul’a gelen gezgin Tournefort bu kulelerin üzerlerinin kurşun külahlarla kaplı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Melling’in yapmış olduğu gravürlerde de aynı şekilde kulelerin üzerinin sivri birer külahla örtülü olduğu gösterilmiştir. Sonraki yıllarda yapılan Allom’un gravürlerinde ve Miss Pardoe’nin gravürlerinde bu külahlara değinilmemiştir.

Rumeli Hisarı’nın Dağ Kapısı, Hisarpeçe Kapısı, Dizdar Kapısı ve Sel Kapısı denilen dışarıya açılan dört ana kapısı bulunmakta olup, bir de Meyyit Kapısı (Cenaze Kapısı) bulunmaktadır. Kuleleri birleştiren surlardaki seğirdim yollarına on sekiz yerden merdivenlerle çıkılmaktadır.
Çandarlı Halil Paşa Kulesi on iki köşeli, içeriden sekiz katlıdır. Kulenin içerisi yuvarlak olup, dış çapı 23.80 m. duvar kalınlığı 7 m. yüksekliği de 35 m. dir. Kulenin giriş kapısı iç avluya açılmaktadır. Kulenin dışarısında satrançlı kufi yazı ile Allah ve Muhammed yazılıdır. Bu kulenin önünde Hisarpeçe denilen ayrı bir sur duvarı ve bir de kapısı bulunmaktadır. İlk yapımında Hisarpeçe önünde bir iskele olduğu sanılmaktadır.

Kıyıdan bakıldığında sol tarafta, deniz seviyesinden 57 m. yüksekliğindeki Zağanos Paşa Kulesi bulunmaktadır. Kesme taştan yuvarlak olan bu kulenin çapı 26.70 m. dir. Kule ortasındaki yuvarlak ve boş alan 14.70 m. çapında 25 m. yüksekliğinde, duvar kalınlığı da 7 m. dir. İçten dokuz katlı olan kulenin katları ahşap olduğundan günümüze gelememiştir. Her katta duvarların içerisine beşik tonozlu hücreler yerleştirilmiştir. Üst kısımda ise burcu çevreleyen bir devriye yolu bulunmaktadır. Kulenin korkulukları mazgallıdır.

Kuleye ilk girişte helezoni bir merdivenle doğrudan doğruya dördüncü kata çıkılmaktadır. Kulenin kuzeyinde Dağ Kapısı, doğusunda da Sel Kapısı bulunmaktadır. Kulenin ana duvarında Arapça yapım tarihlerini belirten iki kitabe bulunmaktadır. Kitabelerde kuleyi yaptıran Zağanos Paşa’nın ismi yazılıdır.

Kitabe:
”Bu sarp ve yüksek kalenin inşaasını Sultanü’azâm ve Hakan el-muazzam Muhammed bin Murad Han emretti: O’nun memleketi ve kulu ve mükerrem veziri Zağanos Paşa bin Abdullah hakkındaki lûtfu ilânihaye payidar olsun.856 senesi Recep ayında tamam oldu h. 856 (1452).”

Deniz kıyısından bakıldığında sağ tarafta bulunan Saruca Paşa Kulesi denizden 43 m. yüksekliktedir. Kulenin dıştan çapı 23.80 m. orta boşluğunun çapı 9.80 m. duvar kalınlığı da 7 m. dir. Kulenin tüm yüksekliği 28 m. dir. Kule içerisinde bulunan ahşap katlar günümüze gelememiş, ancak duvarlar üzerindeki izlerden her katta bir ocak bulunduğu anlaşılmaktadır. İçerisindeki katları belirten izler Zağanos Paşa Kulesinde olduğu gibi burada da görülmektedir. Kulenin yapımından sonra buraya bir kitabelik konulmuş ancak kitabe yazılmamıştır.
Saruca Paşa Kulesi ile Zağanos Kulesi ve Halil Paşa kuleleri arasındaki arazi eğimli ve inişli çıkışlı olduğundan sur duvarları da buna uydurulmuştur. Ayrıca Saruca Paşa ile Zağanos Paşa kuleleri arasında beş küçük burç bulunmaktadır.

Kale, İstanbul’un fethinden sonra Boğaz’ın kontrolünü üstlenmiş, sonra da hapishane olarak kullanılmıştır. İşkodra Seferi sonrasında gözden düşen Vezir Gedik Ahmet Paşa bir süre burada hapsedilmiştir.

Rumeli Hisarı 1509 depreminde zarar görmüş ve sonra onarılmıştır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yangın geçirmiş, Sultan III. Selim zamanında (1789–1807) onarılmış ve kendi haline bırakılmıştır. Bundan sonra halkın kale içerisine yerleşmesine izin verilmiştir. Önceleri yalnızca kale dizdarı ve muhafızların oturduğu avludaki evlere yeni ilaveler yapılmış ve burası yerleşime açılmıştır.

Fatih Sultan Mehmet devrinde küçük bir mescit yapılmış, ancak zamanla harap olmuştur. Günümüzde bu mescidin bulunduğu yerde sahne platformu bulunmaktadır. Yalnızca mescidin minaresi ayaktadır. Caminin bulunduğu yerin altında ise büyük bir su sarnıcı, avlunun çeşitli yerlerinde de üç ayrı çeşmesi vardır.

Evliya Çelebi biraz abartılı olarak burada 150 ev olduğundan bahsetmiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında kale içerisinde “Hisariçi Mahallesi” kurulmuştur. Bu mahalle 1953 yılında yapılan kalenin restorasyonu sırasında kamulaştırılarak yıkılmıştır.


Yahya Kemal Caddesi No: 42 Rumelihisarı
Sarıyer /İstanbul
Tel/Faks : (0212) 263 53 05


Anadoluhisarı (Beykoz)

İstanbul Boğazı ile Göksu (Aretas) Deresi’nin Boğaz’a karıştığı yedi dönümlük, denize doğru uzanan alanda bulunan bu kale çevreye ismini vermiştir. Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır. Kalenin bulunduğu alanda yapılan araştırmalarda daha eskiye yönelik kalıntılara rastlanmamıştır.

Yıldırım Beyazıt’ın bu kaleyi yaptırmasındaki amaç Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi de önlemek idi. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Güzelcehisar olarak ismi geçen bu kaleye Gözlücehisar ismi de yakıştırılmıştır. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde kalenin yapım tarihi 1394–1395 olarak belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemi tarihçilerinden Tursun Bey buradan Yenihisar veya Yenicehisar olarak söz etmiştir. Hoca Sadettin Efendi de buraya Akçahisar olarak değinmiştir. Aşıkpaşazâde tarihinde bu kalenin yapılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır:

“Yıldırım Beyazıt, Kocaeli’nden geçerek, İstanbul’a doğru geldi (1390–91) ve Şile Kalesini alan Yahşi Bey’i gönderdi. Sultan Boğazkesen üzerinde Güzelce Hisar adlı bir şato yaptırdı.”

Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında 1402’de yapılan Ankara Savaşı’ndan sonra kale Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bu dönemde Osmanlı Beyliği dağılma aşamasına geldiğinden Süleyman Çelebi Bizans’ın desteğini sağlamak amacı ile İstanbul’a yakın olan Kartal, Pendik gibi yerler Bizans’a geri verilmiş, ancak kalenin bu dönemdeki durumu bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda Süleyman Çelebi’nin bir süre burada kaldığı da belirtilmektedir.

Fatih Sultan Mehmet Rumelihisarı’nı yaptırırken Anadoluhisarı’nın çevresini de bir Hisarpeçe ile çevirmiştir. Bu duvarın arkasına yerleştirilen toplar ile de Boğaz’dan geçen gemilere gerektiğinde ateş açılması sağlanmıştır.

İstanbul’un fethinden sonra bu kalenin işlevi bitmiş ve bir süre suçlu Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılmıştır. XVII.-XVIII. yüzyıllarda bir süre Boğaz’a yönelik kazak akınlarının önlenmesinde kullanılmış, daha sonra Boğaz girişindeki kale ve istihkâmların yapılması ile de önemini yitirmiştir.

XVI. yüzyılda hisar ve çevresinde görevli askerlerin ve ailelerin yerleşmesi ile burası küçük bir mahalle konumuna gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde hisarın önüne küçük bir mescit yapılmış ve burası Anadoluhisarı Mescidi Mahallesi ismi ile eski kayıtlara geçmiştir.

Evliya Çelebi burada 1080 ev, 7 mektep, 20 dükkân, namazgâh ve mescitten oluşan bir mahalle olduğunu ve Üsküdar Subaşılığı’nın kontrolünde bulunduğunu yazmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarına doğru hisarın etrafı yalı ve saraylarla doldurulmuştur.

Anadoluhisarı Osmanlı mimarisinde kale mimarisine göre yapılmıştır. İlk yapımında kare planlı bir kule ve bunu çevreleyen duvarlardan meydana gelmiştir. O dönemde kalenin bulunduğu yer kayalık bir burun olduğundan denizin sur duvarlarına kadar geldiği sanılmaktadır. Göksu Deresi’nin getirdiği alüvyonlar daha sonra arazi konumunu değiştirmiş, kalenin duvarlarının çevresi dolmuş ve kale iç kısımda kalmıştır.

Anadoluhisarı dört ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bunlar Asıl Kale (İç Kale), İç Kale duvarı, Dış Kale duvarı ve Dış Kale duvarındaki kulelerdir. Asıl Kale bazı yerlerde toprakla düzleştirilerek kayalık üzerine oturtulmuştur. Kare planlı ve oldukça yüksek bir yapıya sahiptir. Duvarların üzerindeki kirişlere ait çukurlardan kalenin üç katlı bir şato görünümünde olduğu anlaşılmaktadır. Üst örtüsünün ne şekilde olduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Melling’in gravürleri ile Pertusier Atlası’nda kurşun örtülü sivri külahlı olduğu görülmektedir. İstanbul’a 1830 yılında gelen Thomas Allom’un gravürlerinde ise hisar çatısız olarak görülmektedir. Bu da gösteriyor ki, kalenin külahı 1830 yılından önce yıkılmıştır.

Kalenin taş blok ve tuğlalardan oluşmuş duvar kalınlığı 2–3 m. arasında değişmektedir. Buraya yapılacak muhtemel bir saldırının kuzeyden gelme olasılığı göz önünde bulundurularak bu yöndeki duvarlar daha kalın tutulmuştur. Giriş İç Kale duvarından birinci kata atılan asma bir köprü ile sağlanmıştır. Ayrıca batı duvarlarına oyulan taş merdivenlerle zemine, ahşap merdivenlerle de üst katlara geçiş sağlanmıştır. Sonraki yıllarda bu giriş değiştirilmiş, kalenin güney-batı duvarlarına yeni bir kapı açılmıştır. Kalenin üst katında mazgallar ve istihkâm siperleri bulunmaktadır. Sur duvarlarını içeriden 1,5 m. genişliğinde bir yol çepeçevre dolaşmaktadır. İç Kale duvarları 2–3 m. kalınlığında olup, kuzey-batı ve kuzey-doğu köşelerinden Asıl Kale’ye bağlanmaktadır. Ayrıca mazgallı duvarların köşelerine de dörder nöbetçi kulesi yerleştirilmiştir.

İç Kale’den sonra yapılmış olan Dış Kale duvarları tamamen kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Duvar örgü sistemini büyük taş dizilerinin aralarına dizilen küçük taşlar oluşturmuştur. İç Kale duvarlarına göre daha ince olan Dış Kale duvarları İç Kale’ye güney-doğu ve kuzey-doğu köşelerinden bağlanmıştır. Mazgallı korkuluklarla sonuçlanan Dış Kale duvarlarının üç köşesine de silindirik, yarım yuvarlak ve at nalı biçiminde üç kule yerleştirilmiştir.

Dış Kale duvarlarında bulunan kuleler kendi aralarında at nalı, yarım yuvarlak ve silindirik olmak üzere üç tanedir. At nalı şeklindeki kulelerin çapı 4.75 m. olup, kalınlığı 2 m. dir. Büyük olasılıkla denizi kontrol altında tuttuğundan ötürü de bu duvarlara mazgallar yerleştirilmiştir. Buna benzer olan yarım yuvarlak kule 7,5 m. çapında olup, ahşap kirişlerle dört kata ayrılmıştır. Ahşap merdivenlerin birbirine bağladığı katlarda mazgal delikleri, iç kısımlarda ise dikdörtgen ve yarım daire şeklinde kapı ve pencere izleri görülmektedir. Bu kulelerin eteklerinde taş tuğla sıraları ile aralarındaki balık kılçığı biçiminde tuğla örgüler dikkati çekmektedir. Surun kuzey köşesinde kayalık tepe üzerinde bulunan mazgallı, silindirik kule ise 6 m. çapında ve üç katlıdır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Anadoluhisarı İstanbul Belediyesi tarafından onarılmış, bu arada ortasından geçirilen Üsküdar-Beykoz karayolu kalenin bir bölümünün yıkılmasına ve özelliğini kısmen de olsa yitirmesine neden olmuştur. Bu yol yapımı sırasında çevresindeki kaleye bitişik evler kamulaştırılarak yıkılmış ve kalenin kalan kısımlarının ortaya çıkması sağlanmıştır.

Günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı yönetimindeki Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlıdır. Bakanlık tarafından 1992–1993 yıllarında acil onarımları yapılmıştır. Ziyarete kapalı olan kale Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’nden alınan izinle gezilebilmektedir.


Anadoluhisarı, Beykoz-İstanbul


Yedikule Hisarı (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesinde bulunan Yedikule Hisarı Bizans İmparatoru II.Theodosios (408-450) döneminde yapılan Bizans kara surlarının en önemli giriş kapısı olan Porta Aurea (Altın Kapı) arkasında İstanbul’un fethinden dört yıl sonra 1457-1458 yıllarında Fatih Sultan Mehmet tarafından İç Kale olarak yaptırılmıştır.

Altın Kapı’nın iki pilonu ve aynı sıradaki iki burcundan yararlanılarak üç kulesi olan bir sur eklenmiş ve beşgen şeklinde yedi kuleli bir kale meydana getirilmiştir. Kalenin yapımı sırasında Bizans surlarının üç geçidi kapatılmış ve önündeki köprü de yıkılmıştır. Buradaki Altın Kapı önünde bulunan kabartma plakalardan 12 tanesinin 1620 yılına kadar yerinde durduğu İngiliz Elçisi Sir Th.Roe’den öğrenilmektedir. Bir süre sonra da kaybolan bu plakaların ne olduğu bilinmemektedir.

Semte ismini veren Yedikule Hisarı düz bir arazide beşgen bir kale olarak yapılmış, üç köşesine üzerleri yüksek pramidal külahlarla örtülü üç büyük kule eklenmiştir. Bu kulelerin arası yarım yuvarlak ve biri de köşeli altı küçük burç ile takviye edilmiştir. Ayrıca Altın Kapı’nın dışında kule ile korunan bir kapı ve onun kuzeyine de küçük bir kapı daha eklenmiştir. Bu küçük kapının üzeri sonradan örülerek kapatılmıştır. Büyük kulelerden kuzeydoğudaki yuvarlak olanı ”Hazine veya Darı”, güneydoğudaki “ Kız (Top) Kulesi”, ortadaki prizma şeklindeki ise “Zından Kulesi” olarak isimlendirilmiştir. Bu kule bir süre hapishane olarak kullanıldığından buradaki tutukluların duvarlara yazdığı yazılardan ötürü de “Kitabeler Kulesi” olarak anılmıştır. Kule içten 13 m. çapında, dıştan sekiz kenarlı poligonal şekildedir. İçerisi ahşap kirişlere tutturulmuş katlara ayrılmıştır. En üst katta mazgallı bir devriye yolu vardır. Dik bir merdivenle çıkılan kulenin üzerinde bir sahanlık, buradan da ayrı bir merdivenle diğer katlara inilmektedir. Bu kulenin yapımına Sultan III. Ahmet (1703–1730) zamanında başlanmış ve Sultan III. Osman (1754–1757) zamanında tamamlanmıştır. Kulenin dış duvarlarındaki onarım kitabesinde h. 1163 (1749) tarihi ile “Mâşâllâhı te’âlâ-Yüce Tanrının izniyle” yazılıdır.

Güneydeki “Küçük Kule” adı ile tanınan burç 1766 depreminde yıkılmış ve daha sonra yenilenmemiştir. Günümüzde bu burca ait kalıntılar hendek seviyesinde görülmektedir.

Giriş kapısının üzerindeki “Bayrak Kulesi”nin iki tarafında muhafız odaları bulunmaktadır. Bu kulenin duvar kalınlığı 5 m. olup, yuvarlak mekânın çapı ise 9.50 m. dir. Kulelerin içerisine kapılardan girilmektedir. Buradaki geçitlerden rampa ve merdivenlerle kulenin katlarına çıkılmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinden öğrenildiğine göre; kalenin yapımını bitirdikten sonra içerisine dikdörtgen planlı, ahşap çatılı küçük bir mescit eklemiştir. Mescit 1813 yılında onarılmış, 1905 yılında yıkılmış, yakın tarihlere kadar da minare kaidesi gelebilmiştir. Darüssaade Ağası Beşir Ağa bu mescidin yanına bir sıbyan mektebi yaptırmıştır. Mescidin yanındaki kitabesiz çeşme de yakın tarihlerde onarılmıştır. Sonraki yıllarda buraya yapılan evlerle Yedikule Hisarı bir mahalle konumuna gelmiştir.

Yedikule Hisarı 1700’lü yıllarda onarılmış, 1754 depreminde poligonal kule yıkılmış ve yeni baştan yapılmışsa da 1766 depreminde yine zarar görmüştür. Yedikule zindan olarak kullanılmış, Aksaray ile Yedikule’yi de kapsayan 1782 yangınında çevresindeki yapılarla birlikte yanmış ve içerisindeki tutuklular da yanarak ölmüştür.

Yedikule’nin 1831’de zindan olarak kullanılmasına son verilmiş, Topkapı Sarayı önündeki Aslanhane’ye ait heykeller buraya getirilmiştir. Bundan sonra kale ve Altın Kapı bir kez daha onarılarak Baruthane olarak kullanılmıştır. 1878’de Maarif Nezaretine tahsis edilmiş ve içerisine kız okulu yapılmış ancak, buradaki eğitim fazla sürmemiş ve 1895’te Müze-i Hümayun’a bağlanmıştır. Kale içerisindeki toplar da Askeri Müze olarak kullanılan Aya İrini’nin bahçesine götürülmüştür. Harbiye’deki Askeri Müze açıldıktan sonra bu toplar oraya taşınmıştır. Yedikule’nin bahçesinde taş top güllesi, mermer sütun başlığı, sütun parçası ve pişmiş toprak küp gibi toplam 17 parça eser açık-teşhirde yer almaktadır.

Yedikule Hisarı ve Altın Kapı’nın son onarım ve restorasyonu Y.Mimar Cahide Tamer tarafından 1958–1970 yılları arasında yapılmıştır. Bundan sonra Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak 1985’te ziyarete açılmıştır. Günümüzde Yedikule kültür ve sanat merkezi olarak kullanılmakta olup, STİ Vakfı’na tahsis edilmiştir.

Kale Meydanı Caddesi No: 4 Yedikule
Fatih-İstanbul
Tel: (0212) 585 89 33
(0212) 584 40 12


Türbeler Müze Müdürlüğü (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesinde, Sultanahmet yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan Sultan I.Ahmet’in türbesinin müştemilatında İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü bulunmaktadır. Müze Müdürlüğü’nün bulunduğu Sultan Ahmet Türbesi Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın eseridir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin seddine ve Türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair” 677 sayılı yasadan sonra, Konya’da Mevlâna Dergâhı dışındaki türbeler kapatılmış ve içerisindeki eserler Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün teberrükât depolarına kaldırılmıştır. Bu kanunun ardından 16 Eylül 1925 günlü kararname ile bu tür yapılarda bulunan tarih, sanat tarihi ve etnoğrafya yönünden değerli eşyaların müzelerde toplanacağı belirtilmiştir. Bundan sonra 6 Nisan 1926 günlü karar ile Mevlana Dergâhı’nın müze olarak açılması kararlaştırılmıştır.1950 yılında çıkarılan bir yasa ile Türk büyüklerine ait mimari ve sanat yönünden değerli olan türbeler ziyarete açılmıştır.

İstanbul’da bulunan ve şehrin değişik semtlerine dağılmış olan türbelerin bazıları Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, bazıları belediyenin, bazıları da Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Müsteşarlığı’nın yönetiminde bulunuyordu. İstanbul’da bulunan türbelerden 119 tanesi mülkiyeti Vakıflarda kalmak şartı ile işlevleri önce Topkapı Sarayı’na, sonra da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne bağlı bir birim olarak ayrılmıştır. İstanbul’daki 119 türbenin müzelik nitelikte oluşundan ötürü 1979 yılında İstanbul’da Türbeler Müze Müdürlüğü kurulmuştur. Bu türbelerin başında Osmanlı Hanedanına, Evliya mertebesine erişmiş olanlar ve Türk büyükleri gömülü bulunmaktadır.

Türbelerden büyük çoğunluğu mimari ve tarihi yönden son derece zengin yapılardır. Bu türbeler arasında Eyüp Sultan Türbesi, Sultan I.Ahmet Türbesi, Sultan II. Beyazıt Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, Hürrem Sultan Türbesi, Mihrişah Valide Sultan Türbesi, Karacaahmet Sultan Türbesi, Yavuz Sultan Selim Türbesi, Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri Türbesi, Sultan II. Mahmut Türbesi, Sultan Reşat Türbesi, Sultan II. Abdülhamit Türbesi, Zal Mahmut Paşa Türbesi, Keçecizâde Fuat Paşa Türbesi, Şehzade Mehmet Türbesi, Ramazan Efendi Türbesi, Hattat Mustafa Rakım Efendi Türbesi, Ferhat Paşa Türbesi, Ya Vedud Sultan Türbesi, Cerrah Mehmet Paşa Türbesi, Cedid Havatin Türbesi, Sümbül Efendi Türbesi başta gelmektedir.

Bu türbelerden Sultan I.Ahmet Türbesi, Eyüp Sultan Türbesi, Fatih Sultan Mehmet Türbesi, Turabi Baba Türbesi, Şeyh Vefa Türbesi, Turhan Sultan Türbesi ziyarete açık bulunmaktadır. Onun dışındaki türbeler, Türbeler Müdürlüğü’nden alınan izinle ziyaret edilmektedir.


At Meydanı, No:2 Sultanahmet
Eminönü-İstanbul
Tel    : (0212) 518 29 19
Faks : (0212) 517 05 44
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
Ynt: İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #3 : 27 Ocak 2009, 17:11:07 »
TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na Bağlı Müzeler

Dolmabahçe Sarayı (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Boğaziçi ile Dolmabahçe Caddesi arasında yer alan 250.000 m2’lik alanda kurulmuş olan Dolmabahçe Sarayı, günümüzden dört yüzyıl öncesinde büyük bir koy konumunda idi. Osmanlı döneminde donanmanın sefere çıktığı, dönüşte karşılandığı bu koy XVII. yüzyıldan sonra doldurulmuş ve çoğu kez de padişahların eğlenceler düzenlediği bir Hasbahçe’ye dönüşmüştür.

Evliya Çelebi buradan şöyle söz etmiştir: “Eskiden servili küçük bir bağ iken, Sultan Osman-ı Şehit fermanı ile donanma iki bin kadar kayık ve mavnanın taş toprak getirerek koyu doldurmuştur.” Aynı yüzyılda yaşamış olan Eremya Çelebi Kömürciyan, Sultan I. Ahmet’in (1603–1617) veziri Nasuh Paşa’nın zamanında 1611–1614 yıllarında sahilin doldurulduğunu yazmıştır. Böylece doldurulan bu alanda Sultan II. Selim (1566–1574) ilk defa burada bir kasır yaptırmıştır. Silahtar Tarihi ile Raşit Tarihi de burada yapılmış olan yalı ve köşklerin 1680 yılında yıktırıldığını, çevresindeki bostanların ve yolların buraya katıldığını yazmaktadır. Naima Tarihinde de Sultan IV. Murad’ın (1623–1640) Sultan Ahmet Han köşkünde oturan padişahın Nefi’nin hicivlerini okuduğu sırada yanına bir yıldırım düştüğünü ve bunu uğursuzluk saydığı için şairi bir daha hiciv yazmamaya yemin ettirdiği yazılıdır.

Sultan IV. Mehmet (1648–1687) ve Lale Devri’nde Sultan III. Ahmet’in (1703–1730) buradaki eskimiş yapıları kaldırdığı ve yerlerine yeni sahil köşkleri yaptırdığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Sultan I. Mahmut ise (1730–1754) Dolmabahçe Bayırı’nda Bayıldım Köşkü isimli bir köşk yaptırarak sık sık buraya gelmiştir.

XIX. yüzyılda Melling ile İsveç elçisi d’Ohsson’un albümlerinde burada yapılmış olan köşk ve kasırların resimleri görülmektedir. Bu alanda yapılmış olan köşk ve kasırların en tanınmışlarından birisi de Beşiktaş Sahil Sarayı idi. Bu saray Sultan Abdülmecit döneminde (1839–1861), 1843 yılında bölüm bölüm yıkılmıştır. Bu alanda yapılan Dolmabahçe Sarayı 15.000 m2’lik bir alanı kaplamakta olup, sarayın temelleri meşe kazıklar ve ağaç hasırlar üzerine atılmıştır. Saray XIX. yüzyılın ikinci yarısında Batı etkisinde gelişen bir mimari üslupta devrin önemli mimar ailesi olan Baylanlardan, Agop Karabet Balyan ile Serkiz Balyan’ın eseridir. Dolmabahçe Sarayı yarı kâgir bir yapıdır. Sarayın ana duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeler de ahşaptan yapılmıştır. Çatı ahşap ve kurşun kaplıdır. Sarayın deniz ve batı cephesindeki pencereler saray camhanesinde özel olarak yaptırılmış ve güneş ışıklarını süzen eflatun renkli camlardır. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Bu sarayın yapımından sonra Topkapı Sarayı terk edilmiştir.

Dolmabahçe Sarayı dikdörtgen birbirlerine simetrik planlı bir yapı olup, 285 oda, 46 salon, 6 hamam ve 68 tuvaletten meydana gelmiştir. Denize 600 m. lik bir rıhtımı olan sarayın kara tarafında ise biri çok süslü olmak üzere iki anıtsal, yedi de tali kapısı bulunmaktadır. Deniz tarafında ise beş yalı kapısı bulunmaktadır. Anıtsal kapılardan Hazine Kapısı denilen kitabe ve tuğralı kapı Dolmabahçe Sarayı’na yönelik olan kapıdır. Diğer anıtsal kapı Merasim veya Saltanat Kapısı ismini taşır. Hazine Kapısına göre daha özenli ve daha büyük olan bu kapının asıl özelliği içte ve dışta içbükey oluşundan kaynaklanmaktadır. Kapı ard arda getirilmiş bir çift bükey duvardan meydana gelmiştir. Buradaki içbükey duvarların uçları küçük birer kule şeklinde yükseltilmiştir. Yapı topluluğu içerisindeki Veliaht Dairesinin de ayrı girişleri vardır. Muayede Salonunun karşısında bulunan giriş ise oldukça büyük ölçüde ve çok bezemelidir. Kapının iki yanında kare planlı ayaklar ve bunları birbirlerine bağlayan lentolar görülmektedir. Bu ayaklar son derece zengin dekore edilmiş olup, çeşitli motifler, madalyonlar, taşlara adeta bir dantel görünümünde işlenmiştir.

Bu kapılardan içeriye girilen saray bahçesi dört ayrı bölüm halinde düzenlenmiştir. Bunlardan kareye yakın dikdörtgen olan ön bahçe Fransız bahçe mimarisinden örnek alınarak düzenlenmiştir. Köşeleri yuvarlatılmış, denize paralel sekiz köşeli bir havuz ile daire biçimli bir göbek bahçenin ana noktasını oluşturmuştur. Deniz yönünde uzanan bahçe ise ön bahçenin bir uzantısı olup, saray rıhtımı boyunca uzanmaktadır. Bu bölümde Muayede Salonu eksenine göre simetrik, oval göbekler meydana getirilmiştir. Bunların dışında kalan sarayın diğer bahçeleri kapalı ve özel nitelikli bahçelerdir. Özellikle Veliaht Dairesi, Harem ve Kuşluk bahçeleri bunların başında gelmekte olup, bahçelerin ortalarına oval veya daire biçimli havuzlar yerleştirilmiştir. Bütün bu bahçeler yüksek duvarlarla çevrelenmiştir.

Sarayın ana yapısı kıyı boyunca denize paralel olarak yapılmış ve birbirine paralel üç bölümden meydana gelmiştir. Bunlar Mabeyn-i Hümayun, Muayede Salonu ve Hususi Daire isimlerini almıştır. Bu plan düzeni sarayın kendine özgün bir tasarımıdır. Burada kitle ve cephe kurgularına özen gösterilmiş, ana form dikdörtgen bir kitle görünümünü kazanmış, köşelerde yer alan salonlar ise öne çıkarılmıştır. Böylece cephe görünümünde ölçülü bir hareket sağlanmıştır. Sarayın ortasında diğer bölümlerden daha yüksek ve daha gösterişli tören ve balo salonu bulunmaktadır.

Sarayın Muayede Salonu dıştan dışa 25x37 m. ölçüsünde kareye yakın kitlevi bir yapı olup, içeride tek mekânlı olmasına rağmen dışarıdan iki katlı görünümdedir. Yanındaki Resmi ve Hususi dairelerden iki kat daha yüksektir. Nitekim bu salonun katları birbirinden ayıran kornişi diğer binaların saçak kornişleri aynı hizadadır. Böylece diğer yapılarla bir bağlantı ve süreklilik sağlanmıştır. Muayede Salonu’nun cephesinde yedi aks üzerinde yükselen kolon veya plaster çiftleri yerleştirilmiştir. Girişteki açıklık öne çıkarılmış ve yapının daha anıtsal bir görünüm kazanmasına neden olmuştur. Bu mekânın yarım daire kemerli yüksek pencerelerinin iki yanına kolonlar yerleştirilmiştir. Üst kattaki pencerelerin barok alınlıkları altına dekoratif açıklıklar ve kolonlar yerleştirilmiştir. Burada üç yöne doğru açılan görkemli bir merdiven Muayede Salonu’nun anıtsallığını daha da belirginleştirmiştir.

Muayede Salonu dıştan çatı, içten basık kubbeli olup, ortasına 5,5 tonluk askı sitemine bağlı bir avize asılmıştır.

Muayede Salonu dışında kalan ve onu tamamlayan Resmi Daire bölümü iki katlı olup, yüksek bir bodrum üzerine yapılmıştır. Oldukça geniş mermer merdivenle çıkılan bir sahanlıktan sonra içeriye girilmektedir. Bu giriş özel olarak belirtilmemiş ve sade bir kapı ile yetinilmiştir. Kapının iki yanında kemerli ve yüksek pencereler bulunmaktadır. Resmi Daire bölümü merkezi hol, köşelerde salon gruplarından oluşan üç bölüm halindedir. Girişte merkezi bir hol haç planlı görünümdedir. Denize dik olarak yerleştirilmiş dikdörtgen orta mekân dört yönde yan mekânlarla genişletilmiştir. Denize ve arka bahçeye bakan bu bölümün dar kenarı üzerinde ön cepheden farklı daha az derin kolonlarla hareketlendirilmiştir. Bu yapıda hafif içbükeylik yüksek aynalarla daha da vurgulanmıştır.

Dolmabahçe Sarayı’nın en görkemli mekânlarından olan Süfera (Elçilik) Salonu birbirine dik iki eksen üzerinde açılmış mekânlarla genişletilmiş, merkezi planlıdır. İçerisi altın varaklı motiflerle bezenmiştir. Tavanlarda barok üslupta kıvrık dallardan oluşan göbekler, kartuşlar ve rozetler görülmektedir. Bunların çevreleri akantus, meandr ve yumurta dizisi motifleri ile çevrelenmiştir. Süfera Odasına açılan diğer köşe odaları da aynı özende yapılmıştır. Bunlardan Kırmızı Salon olarak tanınan bölüm denize doğru uzanmış dikdörtgen planlı bir hacimdir. Padişahın elçileri kabul ettiği bu salon son derece gösterişli yapılmıştır.

Resmi Daire’nin iki plan düzenini büyük kristal bir merdiven birleştirmektedir. Böylece her iki yapı arasında bütünlük sağlanmıştır. Bu merdiven denize paralel dikdörtgen bir hacim içerisine yerleştirilmiştir. Bunun sonucu olarak da her iki salonda birbirine bağlanan simetrik bir düzen meydana getirilmiştir. Resmi Daire’den Muayede Salonu’na kadar olan alanda da her ikisi arasında bağlantıyı sağlayan bir ara bölüm bulunmaktadır. Bu bölüm Camlı Köşk’e bağlanan uzun bir geçitle ayrılmıştır. Bu bölüm belirli bir plan tipine uymamakta ve daha çok koridor ve servis merdivenleri için kullanılan bir alandır.

Hususi Daire’nin plan şeması ve mekân yapılanması ile iç dolaşımı sarayın en karmaşık bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümde altlı üstlü beşer büyük orta salon görülmektedir. Üçüncü yalı kapısının karşısına gelen bölüm Valide Sultana aittir. Burada giriş holü, deniz ve bahçe tarafına yönelik birer büyük oval merdivenler bulunmaktadır. Harem taşlığı olarak isimlendirilen bu holün güney tarafında büyük bir harem merdiveni bulunmaktadır.

Harem bölümü denize dik doğrultuda yerleştirilmiş olup sarayla L biçimli bir plan düzeni ile birleşmiştir. Bu bölümde büyük orta mekânlar, kapalı özel daireler uygulanmıştır. Ortak mekânlar haremin ortasına alınmış ve birbirlerine çift koridorlarla bağlanmış, aralarına aydınlık hacimleri ve servis bölümleri yerleştirilmiştir.

Haremin orta mekânları yapının ekseni üzerine dizilmiş, birbirleri ile bağlantılı dikdörtgen salonlardan meydana gelmiştir. Bunlar karşılıklı büyük merdivenlerle genişletilmiş ve merdiven başlarına, köşelere toskana başlıklı düz gövdeli yassı plasterler yerleştirilmiştir. Tavanlar geometrik çerçeveler içerisine alınmış kıvrık dallardan oluşan çiçek motifleri ile doldurulmuştur.

Sarayın Hünkâr Dairesi iki büyük salondan meydana gelmiş olup, içerisindeki dekorasyondan ötürü Mavi Salon ve Pembe Salon olarak isimlendirilmiştir. Bu salonlar barok ve rokoko üslubunda olup bezemeleri Süfera Salonu’na benzemektedir. Tavanlarda kare ve dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış manzara resimlerine yer verilmiştir. Denize ve bahçeye doğru eyvanlarla genişletilmiştir. Bunlardan Pembe Salon sarayın diğer salonlarından farklı olarak kapalı ve tek bir mekândan meydana gelmiştir. Denize yönelik geniş terasa açılan pencereleri aydınlatmayı sağladığı gibi içeride bulunan büyük boydaki aynalar da onları tamamlamaktadır. Bu salonun duvarları da mimari resimlerle süslenmiştir.

Sarayı yaptıran Sultan Abdülmecit erken yaşta öldüğünden ötürü burada uzun süre oturamamıştır. Yerine geçen kardeşi Abdülaziz 1876 yılına kadar burada kalmış, Sultan V. Murat üç ay gibi kısa bir süre burada yaşamıştır. Sultan II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’nı tercih etmiştir. Sultan V. Mehmet Reşat’ın (1909–1918) burada oturmaya karar vermesi üzerine Mimar Vedat Bey sarayı yeniden onarmış ve yeni bir düzenleme yapmıştır. Osmanlı tahtına 1918 yılında geçen Sultan IV. Mehmet Vahdettin (1918–1922) bir süre burada yaşamış, 1922 yılında buradan bir İngiliz gemisine binerek ülkeyi terk etmiştir. Abdülmecit Efendi 18 Kasım 1922’de halife olarak buraya yerleşmiş ise de hilafetin kaldırılmasından sonra O da saraydan çıkarılmış ve ülkeyi terk etmiştir.

Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924’te çıkarılan 431 Sayılı Yasa ile Osmanlı hanedanının malları arasında bulunan Dolmabahçe Sarayı başta olmak üzere bütün saray, köşk ve kasırlar millete geçmiştir.

Dolmabahçe Sarayı çeşitli tarihi olaylara da sahne olmuştur. İstanbul’a 1 Temmuz 1927’de gelen Atatürk sarayda kalmıştır. Atatürk’ün Savarona Yatı’nda geçirdiği rahatsızlıktan sonra 25–26 Temmuz 1938’de Muayede Salonu’ndan sonra geçilen ve denize bakan dördüncü odaya yerleşmiş ve burada 10 Kasım 1938’de ölmüştür. Atatürk’ün isteği üzerine düzenlenen I.Türk Tarih Kongresi 1932 yılında; I. ve II. Türk Dil Kurultayı 1932 ve 1943 yıllarında burada toplanmıştır.

Dolmabahçe Sarayı TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı yönetiminde müze olarak ziyarete açılmıştır. Aynı zamanda da kültür bilim tanıtım merkezi olarak işlevini sürdürmektedir. Burada konferanslar, sergiler, bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Kültür Bilim ve Tanıtma Merkezi sarayın girişindeki Mefruşat Dairesi’nde bulunmaktadır. Bu merkezin alt katı konferans, sergi salonu ve fotoğraf laboratuarıdır. Üst kat basın ve yayın merkezinin kitaplık, bilimsel araştırma ve saray arşividir. Ayrıca önündeki avlu sarayı gezenlerin oturup dinlenebileceği bir mekân olarak düzenlenmiştir.

Sarayın Mabeyn-i Hümayunu’nda giriş salonu, sadrazam odası, şeyhülislam odası, yemek salonu, binek salonu ile günümüzde sarayın değerli eşyalarının sergilendiği mutfak bölümü bulunmaktadır. Burada padişahın kullandığı değerli eşyalar, altın ve diğer değerli taşlarla süslü çay ve tabak takımları, gümüş ve kakma opal takımlar, sarayda kullanılan çeşitli takımlar, altın yemek ve çay takımları, değerli çay kahve ve su takımları, gümüş yemek ve servis takımları, Sultan Reşat’ın merasim kılıçları onları tamamlamaktadır. Ayrıca mescit kısmında yazılar, rahleler, şamdanlar, mihrap panoları ve minber bulunmaktadır. Bunun dışında bu bölümde Süfera Salonu, Zülvecheyn (ibadet odası), Müzik Odası, Hünkâr Hamamı ve Hatıralar Salonunda da Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V. Mehmet Reşat’a ait anılar bulunmaktadır.

Dolmabahçe Sarayı’nın Harem-i Hümayun bölümünde; Valide Sultan’ın Kabul Odası, Org, Mavi Salon, Valide Sultan Yatak Odası, Atatürk’ün Çalışma Odası, Atatürk’ün öldüğü Sarı Oda, Abdülaziz Odası, Abdülmecit Odası, Harem-i Hümayun Binek Salonu, Şehzadelerin ders gördüğü oda, Abdülmecit’in hastalığı sırasında kullandığı oda müze olarak düzenlenmiştir.

Bu bölümlerde porselen meyvelikler, dantel işlemeli porselen yemek takımları, günlük yaşamda kullanılan porselen çay takımları, gümüş tepsiler, mangallar, meyvelikler, Osmanlı armalı kristal takımlar, gümüş su takımları, buhurdanlıklar, porselen, kristal ve gümüş çay-kahve takımları bulunmaktadır. Pembe Salon’da ise yağlı boya tablolara yer verilmiştir.

Osmanlı döneminde bayramlaşma, devlet törenlerinin ve tarihi toplantıların yapıldığı Muayede Salonu galerilerinde de elçilik mensuplarına verilen davetlerle ilgili anılar bulunmaktadır. Sarayın Veliaht Dairesi ve içerisinde binlerce kuşun beslendiği Kuşluk, Camlı Köşk ve Resim Galerisi de müze olarak ziyaret edilmektedir.

Saray salonlarında Bohemia, Bakara ve Beykoz yapımı 36 kristal avize bulunmaktadır. Ayrıca Avrupa kökenli saray için yapılmış bir kısmı Mısır, Çin ve Hindistan’dan hediye olarak gönderilmiş mobilyalar da bulunmaktadır. Sarayın kristal şömineleri, kristal merdiven korkulukları, kristal aynaları, kristal ve gümüş şamdanları da dikkati çekmektedir. Ayrıca Çin, Japon, Fransız Sevres gibi yabancı ülkelerin ve Yıldız Porselen Fabrikası’nın 280 adet vazosu da burada sergilenmektedir. Türk ve Avrupa yapımı 158 adet saat ile çini sobalar da ilgi ile izlenmektedir. Dolmabahçe Sarayı’nda Türk ve yabancı ressamların tabloları da bulunmaktadır. Bunların başında; Aiwazovsky, Daubigny-Frofoıtrow, Gerfelt, Gerome, Gudin, Hier Van Manafs, Mosgrıngny, Rosien, Schreyer, V.Wahtberg, Zonaro, Ahmet Hamdi, Ahmet Şeker, Bigalı Bahaddin, Halil Paşa, Hidayet, Hikmet Onat, Mehmet Ali, Osman Hamdi Bey, Ressam Rıza, Ali Sami, Seyit Süleyman, Şevket Dağ, A.Ziya ve Manastırlı Şerif’in tabloları gelmektedir. Sarayın iç mekânlarında Avrupa ve Uzakdoğu’nun dekoratif el işleri de görülmektedir. XIX. yüzyılda Hereke’de dokunmuş ipek ve yün halılar da sarayı süslemektedir.

Sarayın Şehzadelere tahsis edilmiş kuzeyindeki Veliaht Dairesi’nin bir bölümü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yönetiminde, Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlenmiştir.


Dolmabahçe Caddesi Beşiktaş-İstanbul
Tel : (0212) 236 90 00–20
Faks : (0212) 259 32 92


Beylerbeyi Sarayı (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Beylerbeyi’nde bulunan Beylerbeyi Sarayı’nın bulunduğu yer ve arkasındaki geniş alanlar tarihte İstavroz Bahçeleri ismi ile tanınıyordu. İstanbul’un fethinden XIX. yüzyılın başlarına kadar geçen süre içerisinde İstavroz Bahçeleri şehrin önde gelen mesire yerlerinden birisi idi. Fatih Sultan Mehmet bu geniş araziyi Mir-i Alem’e temlik etmiş sonra da bu arazi vereseden geri alınmış ve Emlak-ı Hümayun’a katılmıştır.

Osmanlı Padişahları İstavroz Bahçeleri’ne büyük ilgi göstermiştir. Sultan IV. Mehmet zamanında bu bahçeler en parlak günlerini yaşamıştır. Burada birbiri ardına kasırlar ve köşkler yapılmıştır. Sultan I. Ahmet, Şevk-ı Abad Kasrı yakınına mescit ve yanına da devlet önde gelenleri için bazı köşkler yaptırmıştır. Sonradan Sultan IV. Murat ismi ile tahta geçen şehzadelerinden Şehzade Murat da burada dünyaya gelmiştir. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Sultan I. Abdülhamit İstavroz Bahçeleri’ni bölmüş ve satmıştır. Bunun sonucu olarak da İstavroz Bahçeleri Osmanlı padişahlarının yaz aylarını geçirdikleri yazlık olmaktan çıkmıştır.

Sultan II. Mahmut (1808-1839) Boğaziçi’nde Avrupai biçimde büyük bir saray yaptırmaya karar verince aklına öncelikle bir zamanların İstavroz Bahçeleri gelmiştir. Bunun üzerine çeşitli kişilerin mülkiyetine geçmiş olan İstavroz Bahçeleri yeniden kamulaştırılmış ve burada çeşitli dairelerden meydana gelen iki katlı ahşap, sarı boyalı bir sahil saray yapılmıştır. Balyan ailesinden Mimar Kirkor Amira Balyan’ın 1826–1832 yılları arasında yaptırdığı bu sarayın çevresinde Mabeyn-i Hümayun, Zülvecheyn, Harem-i Hümayun, Serdap Köşkü, Bendegân Daireleri, hamamlar, mutfaklar ve Has Ahırlar bulunuyordu.

Sultan II. Mahmut 1832 yılı Muharrem ayının beşinci günü Çırağan Sarayı’ndan saltanat kayığı ile bu yeni saraya gelmiştir. Padişahın bu gelişini Reşat Ekrem Koçu şöyle anlatmıştır:
“…Bu esnada saray önünde demirli bulunan harp gemilerinden toplar atılmış ve rıhtım boyunca dizilmiş Hassa askerleri de selam resmine durmuş ve bir mızıka selam havasını çalmaya başlamıştır.

Sultan Mahmut merasim kıtalarını geçerek Boğaziçi’nin kendi devrinde yapılmış ilk büyük sarayına girmiştir. Ertesi günü bütün rical, ulema, yüksek rütbeli askerler sarayın Mabeyn Dairesi’ne gelerek padişaha yeni sarayında mesut gümler geçirmesi temennisinde bulunmuşlardır. Bu arada şairler birbirleri ile yarışırcasına tarihler düşmüşlerdir. Ayıntablı Ayni Efendi Sultan Mahmut’un Beylerbeyi Sarayı’na ilk gelişi için şu tarihi düşürmüştür:

İş bu târihi göreydi cem atardı tâcını
Nakli nev sâhil serâ kıldı şehri âli himen.”

İstanbul’a gelen pek çok yabancı devlet adamı ve gezgin Beylerbeyi Sarayı’ndan söz etmiş, hatıralarında saraya geniş yer vermiştir. Mareşal Moltke de Beylerbeyi Sarayı’na şöyle değinmiştir:

“Beylerbeyi Sarayı’nın cephesi pencereden görünmez. Sarayın arka tarafındaki bir kapıdan bahçeye girdim. Havuzlardaki mercan balıklarını, tarhlardaki nadide çiçekleri seyir ile meşgul idim. Bahçe birçok sedlerle arkadaki tepenin zirvesine kadar uzanıyor ve yüksek yeşil duvarlar hududunu tayin eyliyordu. Sarayın deniz cephesindeki pencereleri hep kafesli, kafesler sade harem pencerelerinde olmayıp selamlık kısmı da bunlarla örtülmüştür. Fakat harem tarafındakiler hem daha yüksek hem daha sıktır.”

Miss Pardoe de anılarında Beylerbeyi Sarayına yer vermiştir:

“Sultanın Anadolu yakasındaki yazlık Beylerbeyi Sarayı Boğaziçi’nin en zarif eseridir. Bu sahil boyunca uzanan gayrimuntazam cepheli kâşane olup, Boğaz’ın suları pırıldayan mermer merdivenleri yıkar. Şurada burada esrarengiz kafesli menfezlere girer. Bina ahşaptır. Harem kısmı yaldızlı küçük tahta kepenklerle mestur pencerelerle müzeyyen bir sıra müselleri yüksek dairelerden mürekkeptir. İdare-i Hükümete ait odaları sultanın şahsına mahsus salonlar ve Maiyet-i Şahanenin işgal ettiği yerler, selamlık, sekiz köşeli muazzam bir kısım teşkil eder ki bunun sivri damının tam ortasında yaldızlı, uçları güneş ışığında parıldayan bir yıldızı kavuşturmuş bir hilal vardır. Bütün bina beyaz ve sarıya boyanmıştır; bir insan eserinden ziyade büyülenerek yeryüzüne çıkmış bir peri sarayını andırır.

Merdivenlerin müntehasındaki mermer kapudan müzehher ve muhattar bir bahçeye geçilir. Buradaki havuzlardan savrulan fıskiye suları ruha sukün veren nağmelerini etrafta dağıtırlar. Rengârenk çiçeklerin arasında kavsi kuzahın bütün elvanı ile mülevver parlak tüylü kuşlar dolaşır. Bu güzel bahçeyi deniz tarafındaki nazardan saklayan yaldızlı kafeslerin yanından geçildikten sonra muhteşem bir kapıdan saraya girilir.

Sarayın dâhili iç bakışta bir fevkaladelik arz etmez. Hemen orta yerden Hilâlvari yükselen, bir çift merdiven, yaldızlı muazzam sütunlar salonu nispetsiz bir biçimde küçültmektedir. Fakat hakikatte böyle değildir. Bu salona padişahın maiyetine tahsis edilmiş ve döşemeleri nadide ağaçlardan yapılmış, arabesk tavanlı, müzeyyen en az sekiz geniş oda açılmaktadır.

Yukarı katta devlet işlerinin görüşüldüğü Şark ve Garbin lüksünü mezcetmiş altın yaldızlı daireler bulunur. Burada Türk divanları sim işlemeli kadifeler yerine Avrupakâri koltuk ve kanepeler; Cenevre’den, Sevr’den Pompei’den, İngiltere’den, İran’dan gelmiş türlü tezyinat, eşya, porselen, biblo halılar görülür. Bunlar arasında Hünkâr İskelesi Muahedesi’ni müteakip Rusya Çarı tarafından padişaha hediye edilen dünyanın en muhteşem altı endam aynası vardır. Dairelerdeki mefruşat ve müzeyyenatın hayalleri iki imparatorluğun armaları bulunan bu aynalardan daha füsunkâr tesislere bürünerek in’ikas ederler. Kabartma çiçeklerin zemindeki parlak renkli halıların salona bahşettikleri ışık ve neşe atmosferini, pencerelerin dışında nazarları okşayan fıskiyeler, yaldızlı kafesler teyit etmektedir.”

Sultan Abdülmecit (1839–1861) 1851 yazında sarayda bulunduğu sırada yangın çıkmış, yangın hemen söndürülmüşse de bunu uğursuzluk sayan padişah Beylerbeyi Sarayı’nı terk ederek Çırağan Sarayı’na geçmiştir. Bundan sonra saray kendi haline bırakılmıştır.

Sultan Abdülaziz (1861–1876) tahta çıktıktan bir süre sonra eski saraylarla birlikte Beylerbeyi Sarayı’nı da yıktırmıştır. Bundan sonra Balyan ailesinden Mimar Serkis Balyan ile kardeşi Hassa mimarı Agop Bey Balyan’a bugünkü Beylerbeyi Sarayı’nı yaptırmıştır. Yeni sarayın yapımına 1861 yılında başlanmış ve saray 1864 yılında tamamlanmıştır. Abdülaziz 21 Nisan 1864 günü Cuma namazını Beylerbeyi Camisi’nde kılmış ve ilk defa saraya gelmiştir.

Beylerbeyi Sarayı eskisinden daha küçük ölçüde, Avrupai üslupta bir yapıdır. Yeni Beylerbeyi Sarayı geniş bir rıhtımın arkasında yer almaktadır. Saray deniz köşkleri, selamlık ve harem olmak üzere yapılmıştır. İki katlı sarayın 6 büyük salonu ve 24 odası vardır. Sarayın birinci katı tamamen mermer, ikinci katı mermer taklidi olup, taşları Bakırköy’deki taş ocaklarından getirilmiştir. Simetrik bir düzenin hâkim olduğu sarayın içi ve dışı son derece süslü ve zariftir. Odaları, salonları, tavanları rokoko üslubunda bezemelerle süslenmiştir. Salon ve odaları süsleyen Bohem avizelerinin benzerlerine İstanbul’da o dönemde rastlamak mümkün değildir. Yıldız Çini Fabrikası’nda yapılan nadide vazolar, kristal yanalar, sedef kakmalı ceviz eşyalar, pusulalı, barometreli, termometreli, müzikli saatlerle sarayın içerisi adeta bir masal görünümündedir.

Beylerbeyi Sarayı’nın eski saraydan kalmış olduğu düşünülen ancak, yeterli belge bulunamadığından yapım tarihleri kesinleşmemiş olan yapılar da vardır. Bu yapılardan en tanınmış olanları ise Mermer Köşk ile Sarı Köşk’tür. Mermer Köşk veya Serdap Köşkü tanınan yapı büyük mermer levhalarla kaplanmıştır. Büyük olasılıkla eski saraydan kalmış olan bu yapı denizden sonraki üçüncü set üzerinde, büyük havuzun arkasındadır. Bu yapıda Sultan II. Mahmut dönemine özgü ampir üslubunun özellikleri görülmektedir. Toksan başlıkları, ince uzun yüksek plasterler cepheye düzgün ve eşit aralıklarla yerleştirilmiştir. Bunun dışında cephe görünümünde başka bir dekoratif unsura yer verilmemiştir. Köşkün ortasında büyük bir salon ve iki yanında da birer oda, arkasında da küçük servis bölümleri bulunmaktadır. Son derece sade bir planı olan bu köşkün orta sofasında büyük oval bir havuz ve selsebil bulunmaktadır. Köşkün duvarları somaki taklidi mermerlerle kaplıdır. Tavanlara da çerçeveler içerisinde hayvan ve av resimleri yapılmıştır.

Sarı Köşk’ün yapımı konusunda kesin bilgi olmamakla beraber, Sultan II. Mahmut döneminde yapılan saraydan arta kaldığı sanılmaktadır. Sarayın kuzeydoğu köşesinde dördüncü set üzerindeki bu köşk, yüksek bir bodrum üzerine iki katlı ve kâgir olarak yaptırılmıştır. Köşkün ortasında giriş, barok bir merdivenle çıkılan büyük bir salon, iki yanında da birer büyük oda bulunmaktadır. Plan düzeni dışarıya taşkın haçvari çıkıntılıdır. İçerisi geometrik çerçeveler içerisine alınmış, stilize edilmiş bitkisel motifler ve romantik denizle ilgili resimlerle kaplanmıştır.

Sarayın güney kanadında uzun bir rampa ile çıkılan, üçüncü set hizasındaki düzlükte Has Ahır bulunmaktadır. Rıhtımdaki deniz köşkleri ile benzerliği olan Has Ahır’ın yeni Beylerbeyi Sarayı ile birlikte yaptırıldığı sanılmaktadır. Ahırın girişten sonra ince uzun bir koridoru, bunun iki yanında da ahır bölümleri sıralanmıştır.

Sultan Abdülaziz sarayın set set bahçeleri arasına içerisinde aslanların da bulunduğu bir de hayvanat bahçesi eklemiştir.

Beylerbeyi Sarayı’nda birçok tarihi kişi misafir edilmiştir. İran Şahı Nasireddin Şah, Karadağ Prensi, Ayestefanos Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a gelen Grandük Nikola bunlar arasındadır. Sultan Abdülaziz’in Fransa seyahatini, Fransa İmparatoru III. Napolyon iade etmiştir. İmparatoriçe Eugenie Beylerbeyi Sarayı’ndaki misafirliğinden anılarında uzun uzun söz etmiştir.

Eski Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey “13 Asr-ı Hicri İstanbul Hayatı” isimli kitabında İmparatoriçe Eugene’nin Beylerbeyi Sarayı’nda geçen günlerinden söz etmiştir:

“İmparatoriçe Türk kadınları usulünde yıkanmayı arzu ettiğinden en maruf hamam ustalarından İstavroz Hamamı’ndaki Vesile Hanım celbedilerek sarayın hamamında müşarünileyhâyı eli ile yıkamıştır. Vesile Hanım Eugenie’nin güzelliğini, endamının tenasübünü, bâhusus billür gibi vücudunu söylemekle bitiremezdi. Bu kadının dediği gibi İmparatoriçe hakikaten pek güzeldi.

Vesile Hanım bellediği birkaç kelime Fransızcayı karışık bir şekilde söyler, İmparatoriçe de pek çok gülermiş. İmparatoriçe giderken kendisine haylice hediyeler vermiş olduğundan bu parayı sermaye yapıp bohçacı olmuş ve hamam ustalığını terk etmişti.”

Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) Beylerbeyi Sarayı ile ilgilenmemiş ve Onun zamanında saray kapalı kalmıştır. Tahttan indirilip götürüldüğü Selanik’teki Alatini Köşkü’nden sonra Yunanlıların Selanik’e yaklaşması üzerine Beylerbeyi Sarayı’na getirilmiştir. Abdülhamit sarayın bahçesine bakan ve annesinin öldüğü odayı kendisine seçmiştir. Böylece II. Abdülhamit hayatının son günlerini burada geçirmiş, 1918’de de burada ölmüştür.

Beylerbeyi Sarayı TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’nın yönetiminde olup, ziyarete açıktır. Sarayın mimari yapısının yanı sıra içerisindeki Hereke halıları, Sevr vazoları, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Beykoz işi şamdanlar, Çin, Japon, Fransız ve Yıldız porselenlerinin yanı sıra mobilyaları ile de dikkati çekmektedir.


Beylerbeyi
Üsküdar-İstanbul
Tel : (0216) 321 93 20–21
Faks : (0216) 321 93 22

Küçüksu (Göksu) Kasrı (Beykoz)
İstanbul Beykoz ilçesi, Anadoluhisarı’nda, deniz kıyısında bulunan Küçüksu Kasrı’nın XVII. yüzyılda Sultan IV. Murat (1623–1640) döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Bu kasır Sultan III. Mustafa (1757–1774), Sultan III. Selim (1789–1807) ve Sultan II. Mahmut (1808–1839) dönemlerinde restore edilmiştir. Bu kasır ile ilgili bilgiler Antoine-Ignace Melling ve Michel François Preault’un XIX. yüzyıl başlarında yaptığı resimlerden öğrenilmektedir.

Kasır denize doğru uzanan tek katlı bir yapı olup, arkasında da iki katlı bir bölüm bulunuyordu. Kasır T planlı olup, ahşap kubbeli, kare planlı bir orta mekân ile bunun çevresinde biri denize doğru olmak üzere uzanan üç yönlü uzantılardan meydana gelmiştir. Kasrın odalarının bir kısmı da deniz yönünde kazıklar üzerine oturtulmuştur. Bu kasır yıkılmış ve yerine bugünkü yapı yapılmıştır. Kasrın ne zaman yıkıldığı konusunda kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bugünkü kasır Abdülmecit döneminde, 1856’da kâgir olarak yapılmıştır. Yapının mimarı Balyan ailesinden Nigogos Balyan’dır. Kasrın iç dekorasyonu Viyana Operası’nın dekoratörü olan Sechan tarafından yapılmıştır.

Küçüksu Kasrı yüksek bir su basman üzerine iki katlı, mermer kaplamalı bir yapıdır. XIX. yüzyıl barok ve rokoko karışımı bir üslubu yansıtmaktadır. Kasrın bodrum katında kiler, mutfak ve hizmetli odaları, diğer iki katta ise orta mekâna açılan dört köşe odasından meydana gelmiştir. Yapının cephe mimarisi dikkat çekicidir. Burada çiçek, yaprak, çelenkler, rozetler yüksek kabartma tekniğinde duvarlara işlenmiştir. Oldukça ağır bir rokoko üslubu yapının barok mimarisi ile birleşmektedir.

Kasrın deniz cephesi üç bölüm halinde olup, orta bölüm düz, iki yandakiler de dışbükeydir. Kasrın iki yönlü giriş merdiveni, havuzu, çeşmesi ve giriş kapısı ile dikkati çekmektedir. Denize yönelik pencereler her katta zemine kadar inmiş ve bunların önleri mermer parmaklıklarla sonuçlanmıştır. Kasrın yan ve arka bölümlerinde üst katta balkonlara yer verilmiştir. Üst katın bitiminde mermerden bir kısa duvar çatıyı gizleyerek yapıyı çepeçevre dolaşmaktadır.

Kasrın kabartma ve kalem işi süslemeli tavanları, birbirlerinden fark ve biçimde İtalyan mermerinden yapılmış şömineleri, ince bir işçilik gösteren parkeleri, Avrupa Arnavoa üslubunda mobilyaları ile dikkat çekmektedir.

Bu kasırda Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, daha sonra İngiliz tahtına geçen Galler Prensi Edward (VII. Edward) ile Eflak Boğdan Prensi I.Jean Alexandre ağırlanmıştır. Bunların yanı sıra kasır Sultan V. Mehmet Reşat ve son halife Abdülmecit Efendi (1839–1861) tarafından da kullanılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra bir süre konukevi olarak kullanılmış, 1970’li yıllara kadar bazı özel günlerde kasırdan yararlanılmış, 1983’te ziyarete açılmıştır. Ardından yapılan yeni düzenlemeden sonra da 1994 yılında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı anıt müze olarak ziyarete açılmıştır.

Küçüksu Kasrı’nda İtalyan mermerleri ile yapılmış şömineler, mobilyalar, Sultan Abdülmecit tuğralı aynalar, kristal avizeler, Hereke yapımı halılar, seccadeler, şamdanlar ve tablolar sergilenmiştir.

Anadolu Hisarı Beykoz
Tel /Fax : (0216) 332 33 03


Aynalı Kavak Kasrı (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Hasköy Aynalı Kavak Caddesi’nde bulunan bu kasır, Osmanlı dönemindeki Tersane Sarayı arazisindedir. Buradaki kasrın ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Evliya Çelebi XVII. yüzyılda burada bir hamam, sofa ve şadırvan olduğunu belirttikten sonra bu kasrın Fatih Sultan Mehmet zamanında ilk defa yapıldığına değinmiştir. Ardından da Sultan İbrahim zamanında yenilendiğini belirtmiştir. Naima Tarihi’nde de Sultan I.Ahmet’in 1613 yılında Edirne’den gönderdiği bir hatt-ı hümayunda Tersane bahçesinde bir kasır yapılmasını istediğini yazmıştır.

Sultan I. Ahmet (1603–1617) 1614’te İstanbul’a döndüğünde bu kasrı ziyaret etmiş ve yanında da bir çiçek bahçesi düzenlenmesini istemiştir. Kasrın yapımını Kaptan-ı Derya Halil Paşa üstlenmiştir. Kasır 1677 yılında yanmış ve Sultan IV. Mehmet tarafından 1679’da yenilenmiştir. Sultan IV. Mehmet 1677 yılında Haremi ile birlikte bir süre bu kasırda yaşamıştır. Ancak bu dönemde çıkan bir yangın yapıya zarar vermiştir. Fındıklılı Mehmet Ağa Tarihinde Polonya seferinden dönen Sultan IV. Mehmet’in şerefine üç gün üç gece kasrın önünde şenlikler düzenlendiğini yazmıştır. Padişah da gemilerden, kayıklardan oluşan denizdeki bu şöleni kasırdaki kafesli köşkten seyretmiştir.

Osmanlı tarihine geçen bu kasırla ilgili bir başka şenlik daha bulunmaktadır. Sultan III. Ahmet zamanında Padişah 1720 yılında dört oğlu ile birlikte Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın oğlunu ve yoksul çocukları burada sünnet ettirmiş, 30 gün süren şenlikler yapılmıştır.

Tersane Sarayı’nın Aynalı Kavak Sarayı ismini alması XVII. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Sieur du Loir 1654’te sarayın görkemli aynalarla kaplı olduğunu belirtmiştir. Pasarofça Antlaşması (1718) sonrasında Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı sarayına hediye ettiği aynalar kasrın dairelerini süslemiştir. Bu yüzden de kasrın ismi halk arasında Aynalı Kavak Kasrı’na dönüşmüştür.

Bu dönemde yapılmış olan Surnâme-i Vehbi’nin minyatürlerinde bu kasır resmedilmiştir. Minyatürlere göre direkler üzerinde denize taşan üç sofalı bir yapı idi. La Motrae 1727 yılında bu kasrı görmüş, üzerinin zengin nakışlı bir kubbe ile örtülü olduğunu, bunun dışında kalan alanların da çatı ile kaplı olduğunu yazmıştır.

XVIII. yüzyılda kasır terk edilmiş, bazı binaları Sultan Abdülhamit’in Sadrazamı Koca Yusuf Paşa tarafından 1766–1787 yıllarında onarılmıştır. Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa’nın Tersane’yi genişletmesi sırasında bu yapılardan bazıları yıkılmış ve Tersane’ye katılmıştır. Kalan yapılar da 1787–1788 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında erzak ambarı olarak kullanılmıştır.

Sultan III. Selim 1791’de Balyan ailesinden Kirkor Balyan’a kasrı tamir ettirmiştir. Bununla beraber Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan II. Abdülhamid zamanında Tersane’ye yapılan eklerden dolayı kasır Haliç’ten içeride kalmıştır. Bu nedenle günümüze gelen Aynalı Kavak kasrı’nın ön cephesi kara tarafında kalmıştır. Arazi eğiliminden ötürü iki katlı olan kasrın Haliç yönündeki cephesi üç katlıdır. Planı kuzeydoğu-güneybatı ekseninde salonlardan meydana gelmiştir. Güney cephesinin ortası hafif bombeli olarak yükseltilmiş olup, sade bir görünümdeki sahanlıktan yapıya girilmektedir. Bunun karşısında giriş holü ile merdivenler bulunmaktadır. Arazi eğiliminden ötürü bu bölümün altında hizmet odaları yapılmıştır.

Giriş holünün solunda yan odalar ve servis bölümleri, büyük sofa bulunmaktadır. Haliç’e yönelik eyvan şeklindeki salonun iki tarafında simetri göstermeyen dört oda bulunmaktadır. Bu bölüm kasrın harem bölümüdür.

Giriş holünün sağındaki bölüm üç eyvanlı bir divanhane ve ona bağlı bir arz odasından meydana gelmiştir. Kasrın en önemli mekânları olan bu odalardan arz odasının üzeri kubbelidir. Divanhanenin pencereleri üzerinde Yesarizâde’nin talik yazı ile yazdığı Enderuni Fazıl’ın Aynalı Kavak Kasrı’nı öven şiiri bulunmaktadır. Divanhaneden geçilen arz odasının pencereleri üzerinde de Yesarizâde’nin talik yazı ile yazdığı Şeyh Galib’in Sultan III. Selim’i öven şiiri bulunmaktadır.

Kasrın selamlığı olarak nitelenen bu bölümün bezemeleri son derece zengindir. Bezeme yönünden kasrın en önemli bölümü divanhane ile arz odasıdır. Buradaki pencerelerin arasında basık kemerlerle birbirine bağlanmış dekoratif kolonlara yer verilmiştir. Bu bölümde kemer ayaklarının içerisi mermer levhalar ve aynalarla kaplanmıştır. Bugün müze özelliği taşıyan bu kasrın arz odası, divanhanesi duvarlarını çepeçevre dolaşan yazıtları, alçı şebekeli pencereleri, Sultan III. Selim tuğralı barok ve rokoko üslubunda bezemeler burada görülmektedir. Ayrıca Osmanlı geleneğine uygun olarak düzenlenmiş sedirler, mangallar, kandiller, avizeler ve mobilyalar da onları tamamlamaktadır.

Günümüzde Aynalı Kavak Kasrı’nın alt katında eski müzik aletlerinin sergilendiği Türk Müziği Araştırma Merkezi ve Çalgı Müzesi bulunmaktadır. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı müze-saray işlevindeki bu yapıda zaman zaman Klasik Türk Sanat Müziği konserleri verilmiştir. Aynı zamanda Türk bestecisi olan Sultan III. Selim’in anısına burada konserler verilmiştir. Bu konserlerde padişahın besteleri de yorumlanmıştır.


Aynalı Kavak Caddesi Hasköy, Beyoğlu
Tel : (0212) 227 34 41
Fax : (0212) 250 40 94


Ihlamur Kasrı (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Ihlamur Yolu’nda bulunan bu kasrın olduğu yerde Hacı Hüseyin Bağı olarak tanınan bir mesire yeri bulunuyordu. Bu mesirenin miriye geçmesinden sonra Padişah için bir bağ evi yapılmış ve halk arasında da Hacı Hüseyin Bağı Köşkü olarak tanınmıştır. Bu köşk Sultan I. Abdülhamit (1774–1789), Sultan III. Selim (1789–1807) ve Sultan II. Mahmut (1808–1839) tarafından kullanılmıştır. Sultan I. Abdülhamit dönemi sadrazamlarından Seyyid Mehmet Paşa burada bir namazgâh yaptırmış, Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut zamanında ok atışları sonunda buraya nişan taşları dikilmiştir.

Sultan Abdülaziz bu köşklerin bahçesinde horoz ve koç dövüşleri ile güreş müsabakaları yaptırmıştır. Sultan V. Mehmet Reşat sık sık buraya gelmiş, İstanbul’u ziyaret eden konuklarını, özellikle Sırp ve Bulgar krallarını 1910’da burada ağırlamıştır.

Fransız şair Alphonse de Lamartine bu köşkün dört köşeli bir planı olup, salonun ortasında fıskiyeli bir havuzun bulunduğunu, oldukça sade olduğunu belirtmiştir.

Sultan Abdülmecit bu köşkün yerine 1849–1855 arasında iki yeni biniş kasrı ile bir de çeşme yaptırmıştır. Buradaki mesirede düzenlenen av partileri ve ok talimleri sonunda dinlenme yeri olarak kullanılmıştır.

Sultan Abdülmecit Balyan ailesinden Nigogos Balyan’a burada Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü olarak isimlendirilen iki kasır yaptırmıştır. XIX. yüzyıl Avrupa mimarisi üslubunda yapılan köşklerden Merasim Köşkü günümüzde Ihlamur Kasrı olarak tanımlanan yapıdır. Yüksek bir su basman kaide üzerine tek katlı, kesme taştan dikdörtgen planlıdır. Cephesi dönemin saray mimarisine uygun olarak girlantlar, istiridye kabuğu motifleri, vazolardan çıkan çiçekler, salkımlar ve ayrıca sütunçelerle bezenmiştir. Giriş cephesindeki iki yönlü merdiven ve balkon yapının cephesindeki en dikkat çeken bölümdür. Giriş holünün iki yanında iki oda ile çatıya çıkışı sağlayan bir ara mekân bulunmaktadır. Cephesi son derece bezemeli ve hareketli olan yapının içerisi oldukça sadedir.

Merasim Köşkü’nün biraz ilerisindeki Maiyet Köşkü daha da sade bir yapı olup, iki katlıdır. Bu yapıya da giriş cephesindeki iki kollu bir merdivenle ulaşılmaktadır. Girişin ortasında bir hol merdivenler ve köşelerde de dört adet oda bulunmaktadır.

I.Dünya Savaşı sonrasında ve Cumhuriyet döneminde boş ve bakımsız kalan köşkler 1951 yılında İstanbul Belediyesi’ne verilmiştir. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay Maiyet Köşkü’nde Tanzimat Müzesi’ni kurmuş, Merasim Köşkü’nü de ziyarete açmıştır. Köşkler 1966 yılında TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na devredilmiştir.

Günümüzde Merasim Köşkü müze-saray olarak düzenlenmiştir. Kasrın orijinal döşemeleri, perdeleri, Hereke ve Feshane işi halı ve seccadelerinin yanı sıra Gördes, Çal ve Kula dokumaları müze-sarayda görülebilmektedir. Kasrın bahçesindeki lojman olarak kullanılan yapı resim, heykel, müzik çalışmalarının yapıldığı atölyelere ve sergi salonlarına dönüştürülmüştür.


Ihlamur Yolu Beşiktaş
Tel : (0212) 259 50 86
Fax : (0212) 258 89 03


Maslak Kasırları (Sarıyer)

İstanbul ili Sarıyer ilçesi Büyükdere Caddesi’nde, İstinye ile Tarabya kavşaklarının birleştiği noktada, Haznedar Çiftliği içerisinde bulunan Maslak Kasırları’nın bulunduğu alandaki ilk yapılanma Sultan II. Mahmut (1808–1839) döneminde başlamış, Sultan II. Abdülhamid’in (1876–1909) veliahtlığı sırasında da av ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiştir. Bununla beraber bu alandaki yapıların yapım tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Büyük olasılıkla da Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, 170.000 m2’lik koruluk alanda yapıldığı sanılmaktadır. Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Çadır Köşkü, Paşalar Dairesi ve Limonluk günümüze gelebilen yapılardır.

Sadrazam Rüştü ve Mithat paşalar Kasr-ı Hümayun’a gelerek yaşamının büyük bir kısmını veliahtlığı sırasında burada geçiren Sultan Abdülhamid’i Osmanlı tahtına çıkmaya burada davet etmişlerdir. Sultan V. Mehmet Reşat da zaman zaman buraya gelmiş ve dinlenmiştir. Osmanlı kaynaklarından Sultan II. Abdülhamid’in oğullarından Nureddin Efendi’nin annesi ile birlikte burada oturduğu öğrenilmektedir.

Bu köşklerden Kasr-ı Hümayun arazi eğimine göre iki katlı olarak yapılmıştır. Yarı kâgir olarak yapılan kasrın birinci katına kadar bölüm taştan, bunun dışında kalanlar ahşaptandır. Girişin üzerinde yer alan ve görkemli sütunlara oturan balkonla, üst kata çıkan merdivenler barok üsluptadır. Buradaki bezemeler doğa ve mimariden alınmıştır. Cephe düzeninde pencere dizileri ile çatı katının pencereleri uyumlu bir düzen içerisinde yapılmıştır. Katlar arasında saçaklar, silmeler bulunmaktadır. Ayrıca cephe duvarlarının köşelerine geniş plasterler ve pervazlar yerleştirilmiştir. Orta sofa etrafında sıralanmış salonun ve odaların tavan ve duvarları zengin bir dekoratif bezeme ile kaplanmıştır. Özellikle tavanlardaki kalem işleri, natürmortlar doğadan esinlenilmiş resimlerle bezelidir.

Kasr-ı Hümayun’da Sultan II. Abdülhamid’in çalışma ve yatak odaları bulunmaktadır. Haluk Şehsuvaroğlu bu odalarda padişahın yaptığı ve üzerinde A.H yazılı aynalı bir kapıdan yatak odasına geçtiğini belirtmiştir. Ayrıca burada ceviz bir karyola, sedefli bir masa bulunduğunu da eklemiştir.

Mabeyn-i Hümayun Kasrı, kasırların bulunduğu alanın kuzeybatısında yer alan küçük tek katlı bir yapıdır. Mermer basamaklı girişin sağ ve solunda birer oda, arkasında da büyük bir salon bulunmaktadır. Bu salon geniş bir kapı ile büyük bir seraya açılmaktadır. Kasrın cephesinde pencereleri çevreleyen tuğlalarla dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Ayrıca basık kemerli, kepenkli, yüksek pencereler iki mermer sütunun taşıdığı, döküm korkuluklu balkon da cepheye ayrı bir görünüm sağlamıştır.

Köşkün seraya açılan odasının tavanları kalem işleri ile bezenmiş, duvarlara altın varaklı büyük kristal aynalar ile porselen bir şömine yerleştirilmiştir. Buradaki kapıların kornişlerinde aynanın üzerinde ve seranın kapısında Sultan II. Abdülhamid’in A.H markası işlenmiştir.

Kasr-ı Hümayun’un kuzeybatısında Çadır Köşkü yer almaktadır. Köşk alt katta ocaklı bir mekân ile üst katta tek bir odadan meydana gelmiş sekizgen planlı bir yapıdır. Üst kattaki odaya mermer basamaklı çift yönlü ve demir korkuluklu bir merdivenle çıkılmaktadır. Köşkün etrafı balkonla çevrili olup, balkon korkulukları, çatı saçakları ve direkler ahşap bezemelerle doldurulmuştur.

Kasr-ı Hümayun’un kuzeydoğusundaki Paşalar Dairesi, Kasr-ı Hümayun’a paralel olarak yapılmıştır. Büyük olasılıkla bu yapı kasırları korumaya yönelik olarak yapılmıştır. Mabeyn-i Hümayun’u tarihi su deposuna bağlayan bahçe duvarı Paşalar Dairesi’ni her iki yapıdan ayırmaktadır. Kâgir ve tek katlı olan yapının iki ayrı girişi vardır. Ana girişin iki kanadında koridorlara açılan odalar sıralanmıştır. Girişin sol tarafında ise içerisinde külhanın da bulunduğu bir hamam vardır. Bu hamam bahçe yönünden ikinci bir giriş vardır. Paşalar Dairesi’nin cephe görünümündeki dekorlar ile pencere dizileri Mabeyn-i Hümayun’a benzemektedir.

Cumhuriyet döneminde I.Ordu ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından prevantoryom ve malzeme deposu olarak kullanılan Limonluk 1981’de TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na devredilmiştir.

Kasırların bahçesinde Sultan II. Abdülhamid’in Fransa’dan getirttiği kamelya ağaçları, Grolto ve Cycos ağaçları bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli çiçek ve ağaç örnekleri de burada bulunmaktadır.

Maslak Kasırlarının bulunduğu arazide çeşitli havuzlar ve büyük ölçüde göletler de bulunmaktadır. Günümüzde TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı yönetiminde olan Maslak Kasırları’ndaki köşkler ziyarete açıktır. Burada yapıların mimarisinin yanı sıra Sultan II. Abdülhamit ile ilgili eşyalar, Hereke kumaşları, Hereke halıları, vazolar ve bir de barometre bulunmaktadır.


Büyükdere Caddesi Sarıyer
Tel : (0212) 276 10 22
Faks : (0212) 285 28 02


Şale Köşkü (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayı’nın bir bölümünü oluşturan Şale Köşkü’nün ilk yapım tarihi ve mimarı kesin olarak bilinmemektedir. Yalnızca Milli Saraylar arşivi içerisinde bulunan 1879–1880 tarihli bir belgede köşkün döşenmesi ile ilgili bazı bilgiler bulunmuştur. Buna dayanılarak da köşkün bu tarihlerde bitirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Bugünkü yapı Balyan ailesinden Sarkis Balyan tarafından 1889 yılında yapılmıştır. Bu yapılışın nedeni de Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’a gelişi ile ilgilidir. Yıldız Sarayı’nın Merasim Dairesi olarak yapılan köşk, 107.000 kuruşa mal olmuştur. Bu bölümün yapımından kısa bir süre sonra ilk köşkün hamamı üzerine Nikolaki Kalfa tarafından yeni bir salon eklenmiştir. Köşkün Merasim Dairesi olarak tanınan üçüncü bölümü ise İtalyan Mimar Raimondo d’Aronco tarafından yapılmıştır. Almanya İmparatoru II. Wilhelm’in ve İmparatoriçenin İstanbul’a ikinci gelişi onuruna bu bölüm yapılmıştır.

Şale Köşkü yüksek ve kâgir bir bodrum üzerine iki katlı olarak yapılmıştır. Ayrıca çatı örtüsü içerisine de çatı katları yerleştirilmiştir. Köşkün bodrumunda mutfak, depolar, çamaşırlık ve diğer servis odaları bulunmaktadır. Giriş katındaki mekânlarda sefir odası, piyanolu salon, misafir odası, teşrifat odası isimlerini taşıyan mekânlar bulunduğu bilinmektedir. Girişin karşısına gelen alandaki arka kapı Yıldız Sarayı’nın harem bahçesine açılmaktadır. Aynı zamanda bu kapı saray ile köşk arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır.

Köşkün ikinci katı törenlere özgü yapılmış ve birbirlerinden üslup farkları olan zengin bezeli mekânlardan oluşmuştur. Köşke dört basamakla ulaşılan bir sahanlıktan girilmektedir. Giriş holünde küçük, ahşap, barok üslupta bir merdiven bulunmaktadır. Rokoko üslubunda bezmelerle süslenen bu merdivenden sonra salonlara ayrı koridorlarla ulaşılmaktadır. Zemin katta dikdörtgen planlı bir banyo dairesine yer verilmiştir. Bunun üzerinde Nikolaki Kalfa’nın yaptığı ve günümüzde Sarı Salon olarak isimlendirilen özel bir bölüm bulunmaktadır.

Şale Köşkü kendine özgü mekânları ile tanınmıştır. Bunların başında 15x30 m. ölçüsündeki büyük Merasim Salonu gelmektedir. Yüksek pencerelerin aydınlattığı ve çok renkli bir bezemesi olan bu mekânın köşeleri sekizgen çıkmalarla derinleştirilmiş ve duvarlara yüksek ve geniş aynalar yerleştirilmiştir. Ayrıca duvarlarda çeşitli resimler, ahşap işçiliği örnekleri dikkati çekmektedir. Şale Köşkü’nün bir diğer mekânı da Sedefli Salon olarak isimlendirilen yemek salonudur. Sarkis Balyan tarafından yapılan bu salonda Raimondo d’Aronco’nun da bazı çalışmalar yapmış olduğu Milli Saraylar arşivindeki belgelerden öğrenilmektedir. Bu salonda kırmızı, yeşil ve altın varaklar ile büyük ölçüde mavi renkli bezemeler kullanılmıştır. Salonun sedef kakmalı kapı ve dolap kapakları ise Çırağan Sarayı’ndan getirilmiştir.

Köşkün Sırmalı Salonu klasik ve geometrik üslupta bezenmiş olup, rokoko bezemeler yer yer görülmektedir. Nikolaki Kalfa tarafından yapılmış olan Sarı Salon ise içerisindeki eşya ve bezemesi ile tamamen barok üsluptadır. Salonun tavanına elips biçiminde bir göbek yapılmış ve bunun üzerine de altın yaldızın egemen olduğu renkli bir bezeme uygulanmıştır.

Şale Köşkü salonlarındaki bezemeler, tavan resimleri ile tanınmıştır. Büyük çoğunluğunun peyzajların oluşturduğu bu resimler natüralist bir üslup taşımaktadır. R.d’Aronco tarafından tasarlanan köşkün kuzey ekindeki İtalyan mermerinden yapılmış anıtsal merdiven holü yapıya değişik bir görünüm kazandırmıştır. Bu bölümün tavanına Osmanlı İmparatorluğu’nu simgeleyen altın yaldızlı güneş ışınları yapılmıştır. Duvarlarında ise Neo-Rönesans etkisinde geometrik çerçeveler vardır.

Şale Köşkü’nün aydınlatılmasını Siemens Halske firması yapmıştır. Bu firma tarafından yapılmış olan tesisata Beykoz Fabrikay-ı Hümayun’dan özel olarak yapılmış avizeler yerleştirilmiştir. Ayrıca köşkün ısıtma donanımı ile sobaları İsveç firması tarafından yapılmıştır. Kuk Tel Detachement tarafından da telefon tesisatı kurulmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul Belediyesi tarafından Mario Serra isimli bir İtalyan işletmeciye kiralanan köşk, 1930 yılında Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na verilmiştir. Şale Köşkü müze-saray olarak 7 Temmuz 1985’te ziyarete açılmıştır. Burada ilk defa Milli Saraylar Sempozyumu düzenlenmiştir. Müzede 400 m2’lik Hereke halısı, altın yaldızlı tavan panoları, aynalar, mobilyalar, çini sobalar, vazolar, şömineler, altın kaplamalı motifler ve siyah mermer sehpa ilginç eserler arasındadır.

Yıldız Sarayı Beşiktaş
Tel : (0212) 259 89 77
Faks : (0212) 259 88 26


Florya Atatürk Köşkü (Bakırköy)


İstanbul ili Bakırköy ilçesi, Florya Plajı’nda bulunan Atatürk Deniz Köşkü’nü Atatürk’ün isteği doğrultusunda, Mimar Seyfi Arkan 1935 yılında yapmıştır. Cumhuriyet döneminde ilk modern mimariye yakın örneklerden birisidir. Atatürk 1936 yılının Yaz aylarında bir süre burada yaşamış ve köşkü siyasi ve bilimsel nitelikli toplantılar için kullanmıştır.

Köşk kazıklar üzerine dikdörtgen planlı, ahşap ve üzeri çatılı olarak yapılmıştır. Kara ile bağlantısını bir köprü sağlamaktadır.

Atatürk’ün en son 28 Mayıs 1938’de geldiği bu köşk Belediyeye devredilmiş, daha sonra 1988 yılında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlanmıştır. Bu arada restorasyonu yapılmış ve Milli Saraylar Daire Başkanlığı yönetiminde Atatürk Müzesi’ne dönüştürülmüştür.

Florya-Bakırköy
Tel : (0212) 426 51 51
Faks : (0212) 580 75 34

Saraylar, kasırlar ve köşklere ait fotoğraflar; www.tbmm.gov.tr ve www.ist.gov.tr adreslerinden alınmıştır.

Kaynak : www.kenthaber.com
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #4 : 27 Ocak 2009, 17:14:45 »

Genel Kurmay Başkanlığı'na Bağlı Müzeler

Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı (Şişli)

İstanbul ili Şişli ilçesi Harbiye semtinde, Cumhuriyet Caddesi ile Vali Konağı Caddesi’nin başlangıcında bulunan Askeri Müze ve Kültür Sitesi’nin geçmişi Türkiye’deki ilk müzecilik çalışmalarının başlangıcına kadar inmektedir.

Askeri Müze ilk defa Sultanahmet’te Aya İrini’de Sultan III. Ahmet zamanında,1726 yılında kurulmuştur. O zamanlar Cebehane ismi ile bilinen Aya İrini’nin içerisinde bazı değişiklikler yapılmış ve daha önceki yüzyıllarda burada toplanmış olan Osmanlı silahları Dar-ül-Esliha ismi ile sergilenmiştir. Sultan III. Selim ve II. Mahmut zamanında burada toplanan silahlar Yeniçeri Ayaklanmaları sırasında yağmalanmıştır. Yeniçeri teşkilâtının 1826’da ortadan kaldırılmasından sonra burada bulunan bazı eşyalar Yeniçerilere ait olduğundan ötürü tahrip edilmiştir. Bundan sonra Darül Esliha’nın önemi azalmıştır. Aya İrini 1839’da Harbiye Nezaretinin silah ambarına çevrilmiştir.

Sultan II. Abdülmecit zamanında Harbiye ambarı olan Aya İrini’de Tophane-i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşa’nın 1846 yılında girişimleri ile Mecma-i Esliha-i Atika ve Mecma-i Asar-ı Atika isimli iki bölümden oluşan, ilk Türk müzesi kurulmuştur. Bu müzenin ismi daha sonra Asar-ı Atika-i Müze-i Hümayun olarak değiştirilmiştir.

Bu müzede eski Osmanlıların kullandığı zırh takımları, miğferler, baltalar, kılıçlar ve ordu kantarları gibi eserler sergilenmiştir. Ayrıca Mısır’dan getirilen lahitler, mumyalar, kitabeler ve çini eserler de burada bulunuyordu. Müzenin kültür varlıklarına yönelik bölümü olan Mecma-i Asar-ı Atika bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temelini oluşturmuştur.

Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde bu müze önemini yitirmiş ve Harbiye ambarına dönüşmüştür. Bu arada Ahmet Fethi Paşa’nın Avusturya’da yaptırdığı mankenler önce Sultanahmet’teki Mehterhane’de, daha sonra da Maadin ve Sanayi Mektebi’nde sonra da yine Sultanahmet’teki Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde korunmuştur.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra 10 Temmuz 1908’de Mühendishane-i Berri Hümayun öğretmenlerinden Ahmet Muhtar Paşa, Tophane Müşiri Zeki Paşa’ya Avrupa’da benzerleri olan bir askeri müze kurulmasını önermiştir. Bunun üzerine Esliha-i Askeri Müzesi’nin kurulabilmesi için padişahtan ferman alınmıştır. Sultan Abdülhamit 1908’den önceki yıllarda vermiş olduğu fermandan sonra bu kez Alman Generali Gromkov ile Alman mühendisi Jasmund’a ikinci bir izin vermiştir. Onların düzenlediği proje uyarınca Yıldız Sarayı bahçesindeki köşklerden birinde küçük bir müze açılmışsa da Sultan II. Abdülhamit tarafından kapatılmış ve buradaki eserler Maçka Silahhanesi’ne taşınmıştır.

II. Meşrutiyet’in 1908’de ilanından sonra Tophane Müşiri Ali Rıza Paşa’nın girişimi ile Mühendishane-i Berri Hümayun öğretmenlerinden Ferik Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında üst düzey askeri yetkililerinin oluşturduğu bir komisyon kurarak çalışmalara başlamıştır. Eserler yeniden Aya İrini’de toplanmış, müze müdürlüğüne atanan Ahmet Muhtar Paşa Maçka Silahhanesi’ndeki eserleri de buraya getirmiştir. Bundan sonra müzenin ismi Müze-i Asker-i Osmanî olarak değiştirilmiştir.

II. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine güvenlik açısından müzedeki eserler 1940 yılında Niğde’ye taşınmıştır. Bir kısmı da Maçka Silahhanesi’ne götürülmüştür. Ancak bu yapının İstanbul Teknik Üniversitesi’ne devri üzerine 1955’te Eski Harbiye Binasının spor salonuna nakledilmiştir.

Harbiye binası ilk defa 1841 yılında Harp Okulu olarak yapılmış, 1853 yılında çıkan bir yangınla tamamen yanmış, 1862 yılında yeniden inşa edilen bina 1936 yılına kadar Harp Okulu olarak kullanılmıştır. Bu okulda Atatürk başta olmak üzere birçok subay yetişmiştir.

Harp Okulu’nun tarihi ve mimari üslubu bozulmayacak şekilde restore edilerek modern tarzda bir Askeri Müze haline getirilmesi planlanmıştır. Harbiye Yedek Subay Okulu’nun yeni binasına taşınan Askeri Müze’de Osmanlı döneminde kullanılan silah, araç, gereç ve kıyafetler sergilenmiştir. Harbiye Nezareti 1959 yılında Askeri Müze olarak ziyarete açılmıştır. Ancak bu binanın yetersiz kalması nedeni ile Y. Mimar Nezih Eldem’in projesi ile 1967 yılında Askeri Müze ve Kültür Sitesi’nin yapımına başlanmış, müze 1986’da ziyarete açılmıştır. Daha sonra da, 10 Şubat 1993 günü yeni bir düzenleme ile ziyarete açılmıştır.

Askeri Müze’de 45.000’den fazla eser bulunmakta olup, bunlardan yalnızca 5.000 tanesi sergilenmiştir. Müze koleksiyonları arasında çeşitli silahlar, askeri kıyafetler, bayraklar, sancaklar, çadırlar ve bunlara benzer askeri kültür varlıkları bulunmaktadır.

Müzenin ilk salonlarında XVI.-XIX. yüzyıllara tarihlenen ok ve yaylar, onlarla ilgili malzemeler, Sultan IV. Mehmet, Sultan III. Selim ve Sultan II. Mustafa’ya ait ok nişan beratları, 1882’de Hüsameddin Paşa adına dikilmiş ok menzil taşı bulunmaktadır. Bunun yanı sıra at koşumları, süvari sınıfı ile ilgili silahlar, Fatih Sultan Mehmet’e ait eşyalar, Yavuz Sultan Selim’in atının zırhı, padişahın kılıcı, Bizanslıların Haliç’e gerdikleri zincir, Kanuni Sultan Süleyman’a ait kılıçlar, atının alınlığı burada sergilenmektedir.

Müzenin Kesici Silahlar bölümünde Avrupa kökenli kesici ve delici silahlar yer almaktadır. Bunların en erken örnekleri Orta Çağ Avrupa kılıçları ile mızraklarıdır. İkonografik ve dinsel sembollerin bulunduğu bu silahların üzerine sonraki dönemde Memluk yazıları yazılmıştır. Böylece her iki kültür aynı silah üzerinde bir araya getirilmiştir. Bu bölümdeki kılıçlar arasında XVI.-XVII. yüzyılda sıkça kullanılan meç ve epeler de görülmektedir. XVIII. yüzyıla tarihlenen kamalar, stilize edilmiş kabza başları, el siperlikleri de onları tamamlamaktadır.

Silahlar arasında yer alan sırıklı silahlar ise daha çok Orta Çağ halkı tarafından savunma amaçlı kullanılmıştır.

Müzenin en zengin koleksiyonlarını alemler oluşturmaktadır. Memluk sultanları ile İran şahlarının alemleri, o dönemin maden işçiliğinin en güzel örnekleri arasındadır. Avrupa silahları, Mısır’ın fethi (1517) sırasında Kahire’den getirilen eşyalar, Haçlı kılıçları, XIII. yüzyıla ait İslâm kılıçları, XVII.-XVIII yüzyıla ait yatağanlar bu bölümün önemli parçaları arasındadır.

Müzenin bir diğer bölümünde XIV.-XX. yüzyıllar arasında kullanılan çeşitli çelik miğferler, zırhlar, at başlıkları, Macar ve Rus askerlerine ait zırhlar bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Akkoyunlu, Memluklu ve Osmanlı zırhları da sergilenmiştir.

Müzedeki ateşli silahlar bölümünde fitilli, çakmaklı, kapsüllü ve iğneli mekanizmalı tabanca ve tüfekler sergilenmektedir. Bu bölümde Avrupa ve Osmanlıların kullanmış olduğu ateşli silahların en ilginç örnekleri bir araya getirilmiştir.

XVI.-XIX. yüzyıllarda İstanbul başta olmak üzere Kafkasya, Azarbeycan, Balkan ülkeleri, Mısır, Suriye ve Arabistan’da imal edilmiş çeşitli silahlar bulunmaktadır. Bunların arasında Osmanlı silah teknolojisinin ortaya koyduğu bezemeli silahların ayrı bir görünümü vardır. Bu bölümde yabancı kökenli ateşli silahlar arasında Amerika ve Avrupa’da yapılmış tüfek ve tabancalar sergilenmektedir. Bunların başında Belçika’nın Liege, İngiltere’nin Londra, İtalya’nın Brescia, İspanya’nın Madrid, Fransa’nın Paris gibi önemli silah merkezlerinde yapılmış silahlar üzerinde silahı yapanların damgaları bulunan silahlar gelmektedir. XIX.-XX. yüzyıl arasında Avrupa ve Amerika’nın çeşitli bölgelerinde üretilmiş Winchester, Remington, Martin, Smith Wesson, Steyr, Mauser, Colt, L.Gasser gibi isimlere de rastlanmaktadır. Bu silahların bazılarında altın, gümüş, kakma gibi maden teknikleri uygulanmış, aralarında sembolik motiflere, av sahnelerine de yer verilmiştir.

Müzenin ahşap ve döküm top modellerinin bir araya getirildiği bölümde I. Dünya Savaşı sırasında cephede savaşanlara ve asker ailelerine yardım maksadı ile bağış toplanmak üzere yapılan büyük bir ahşap top modeli bulunmaktadır. Hatıra-i Celadet ismi verilen bu top Beyazıt Meydanı’nda bir törenle açılmıştır. Bu bölümde XV.-XX. yüzyıllar arasına tarihlenen ahşap ve metalden çeşitli top modelleri sergilenmiştir. Bunun yanı sıra Belçika, Fransız, İsveç, İngiliz, Alman ve İtalyan topları ile havan örnekleri de sergilenmiştir. Tunç ve demir döküm olan toplar üzerinde ait oldukları devletlere ait motiflere, bezemelere usta ve atölyelerin isimlerine yer verilmiştir.

Müzenin önemli bir bölümünü de askeri kıyafetler oluşturmaktadır. Bu bölümde Osmanlı Devleti’nde Yeniçeri Ocağı’nın kurulması ile birlikte orduda görev alan kişilerin giysileri sergilenmiştir. XVIII. yüzyılın sonlarına kadar fazla bir çeşitlilik göstermeyen bu bölümdeki askeri kıyafetlerde değişim baş göstermiştir. Özellikle XIX. yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti’nin askeri kıyafetleri baştan aşağı değiştirilmiştir. Avrupa ordularının ana hatları ve giysileri esas alınmıştır. 1909 yılında yürürlüğe giren Elbise-i Askeriye Nizamnamesi ile haki renk ceket ve pantolonlardan oluşan yeni giysiler uygulamaya konulmuştur.

Bu bölümde Osmanlı Devleti’nde kullanılan subay ve er üniformaları, rütbelere yer verilmiştir. Cumhuriyet dönemi kıyafetleri de onları tamamlamaktadır. Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk kıyafet kararnamesi de 10 Mayıs 1924’te çıkarılmıştır.

Müzenin bayrak ve sancaklar bölümünde tarihi gelişim içerisinde kurulan çeşitli Türk devletlerinin bayrak ve sembolleri bir araya getirilmiştir.

Askeri Müze’nin çadır bölümündeki çadırların tümü Osmanlı dönemine ait olup, bunların en erken örnekleri XVII. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar gelmiştir. Tarihi çadırların yapımında kullanılan malzemeler, kişilerin toplumdaki derecelerine göre farklılık göstermiştir.

Osmanlı çadırları taşıyıcı sistemlerine göre Topak Ev, Kara Çadır, Tek Direkli Çadır, Şemsiye Biçimli Çadır ve Sayeban (Gölgelik) Çadır gibi gruplara ayrılmıştır. Otağ-ı Hümayunlar ise boyut, süsleme ve işlevlerine göre farklı bir grubu oluşturmuştur. Bu çadırlar bazen saray niteliğine kadar ulaşmıştır. Osmanlı süsleme sanatının en güzel örneklerini sergileyen çadırlarda ibrişim, altın sırma ve gümüş simlere, bunların yanı sıra da çeşitli motiflere yer verilmiştir. Çadırların taşıyıcı fonksiyonunu oluşturan ahşap direklere de ayrı bir özen gösterilmiştir.

Müzenin Şehitler Galerisi çeşitli dönemlere ait şehitlere ayrılmıştır. Burada Çanakkale şehitlerine ait eşyalar ve şehitlerin isimleri bulunmaktadır.

Müzenin Meşrutiyet salonunda Harbiye Nazırı ve Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran 1913’te suikasta uğradığı otomobili sergilenmektedir. Ayrıca bu bölümde Sultan II. Abdülhamit’e hediye edilen silah ve eşyalar, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve General Tevfik Sağlam gibi devrin önemli kişilerine ait üniforma, silah ve teçhizatlar da sergilenmiştir. Müzede I. Dünya Savaşı’nda kullanılan çeşitli silah, sancak, madalyalar, nişanlar ve zafer kurdeleleri sergilenmiştir. Enver Paşa ve Talat Paşa gibi I.Dünya Savaşı’nda rolü olan kişilerin özel giysileri ve silahları da onları tamamlamaktadır.

Çanakkale Savaşları ile ilgili bölümde, bu savaşla ilgili projeksiyon gösterimi, panoramik görünümlü maketler ve kısa metrajlı bir film ile izleyici bilgilendirilmektedir. Ayrıca savaş sırasında Türk, İngiliz, Anzak birliklerine ait başlıklar, kıyafet aksesuarları, teçhizat, bayrak, sancak, bandıra, silahlar, madalya ve nişanlar da sergilenmektedir. Bunların arasında Çanakkale’de alayı ile birlikte şehit olan alay komutanı Yrb. Hüseyin Avni Bey’in üniforması da bulunmaktadır.

Müzenin Kurtuluş Savaşı bölümünde savaş ile ilgili bilgiler, bilgisayar sistemi ile anlatılmaktadır. Kurtuluş Savaşı komutanlarından Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Asım Gündüz, Şükrü Naili Gökberk, Ömer Halis Bıyıktay’a ait özel koleksiyonlar ve esir alınan Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’in karargâhında ele geçirilen eşyalar da bu bölümde sergilenmektedir. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’nın önemli milislerinden, Ege’de Yunanlılara karşı ilk direnişi başlatan Demirci Mehmet Efe’ye ait koleksiyon ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Eşme sırtlarında “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” emrini verişini canlandıran kompozisyon da bu salonda sergilenmektedir.

Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili bölümde ise; Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtına ait silah, teçhizat, üniforma, madalya, nişan ve sancaklar, Kore Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, Alay Komutanı Şehit Albay Nuri Pamir ve Albay Celal Dora’ya ait eşyalar sergilenmektedir.

Müzenin Somali, Bosna, Kosova bölümünde Birleşmiş Milletler kararları uyarınca bu yerlerde görev yapan Türk birliklerine ait sancak, üniformalar, nişan, madalya ve benzeri malzemeler ile fotoğraflar sergilenmektedir. İç Güvenlik bölümünde ise; Türk ordusunun bölücü örgüte karşı yürüttüğü operasyonlarda ele geçirilen silahlar, örgütün kullandığı teçhizatlar sergilenmektedir. Ayrıca bu bölümde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bölücü terör örgütünün faaliyetlerinden zarar gören vatandaşlara yaptığı gıda ve sağlık yardımlarını gösteren fotoğraflar yer almaktadır.

Müzenin etnoğrafya bölümünde askeri kültür varlıklarının dışında kalan çeşitli etnografik eserlere yer verilmiştir. Bunların başında çeşitli düz yaygılar, dokuma örnekleri, biblolar, şekerlikler, buhurdanlıklar, fincan takımları, sini altlıkları, servis takımları, şamdanlar, keseler gibi malzemeler bulunmaktadır.

Müzenin Genelkurmay ve Kenan Evren ile ilgili salonlarında ise; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana görev yapmış olan tüm Genelkurmay Başkanlarımızın üniformalarının, silahlarının ve bazı özel eşyaları ile kendilerine görevleri sırasında hediye edilmiş olan şilt ve plaketler yer almaktadır. Kenan Evren ile ilgili salonda ise; Türkiye Cumhuriyeti’nin 7.Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren tarafından müzeye bağışlanmış olan yurt içi ve yurt dışı gezilerinde kendisine hediye edilen çeşitli şilt, biblo, silah maketleri sergilenmektedir.

Günümüzde Askeri Müze ve Kültür Sitesi olarak kullanılan eski Harbiye binası 1841 yılında Osmanlı Ordusuna subay yetiştirmek üzere yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da işlevini sürdüren bu okulda, yaklaşık 100 yıl kadar bir süre içinde birçok subay ve komutan yetişmiştir. Bunların arasında en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’e ayrı bir bölüm ayrılmıştır. Atatürk’e ayrılmış olan bu salonda, Atatürk’ün resimleri, şahsi eşyaları, madalya ve nişanları, kendisine hediye edilen objeler ile Anıtkabir, Birinci T.B.M.M. Binası, Şişli Atatürk Evi, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev, Erzurum ve Sivas Kongre Binalarının maketleri yer almaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, Harp Akademisi 3. Sınıfını okuduğu dershane O'nun anısına düzenlenmiştir. Sınıfta Atatürk'ün okul yaşamı ile ilgili fotoğraf ve belgeler sergilenmektedir.

Müzede Osmanlı sultanlarından III. Selim’e ve o dönemdeki saray görevlilerine ayrılan bölümde orijinal giysi ve aksesuarlara sadık kalınarak modeller mankenler eşliğinde sergilenmiştir.

Müzecilik faaliyetlerinin yanında dünyanın en eski bandosu olan Mehter de Askeri Müze bünyesinde bulunmaktadır. Yine Askeri Müze’de yerli ve yabancı, sivil, asker her türlü kültür ve sanat faaliyetlerine açık “Kültür Sitesi” kompleksi de yer almaktadır.

Müzede günümüzde Askeri Müze’de görev yapmakta olan Mehteran Bölüğü’nün kullanmış olduğu enstrümanların orijinal ve kopyaları ayrı bir salonda sergilenmiştir.

Tarih Boyunca Türk Ordusu’nda müzik takımları bulunmaktadır. VIII. yüzyılda yazılmış olan Orhun Abidelerinde Mehter’de kullanılan Tuğ Takımı’ndan söz edilmiştir. Kaşkarlı Mahmut’ın XI. Yüzyılda yazdığı Divan-i Lügat-it Türk’te Türklerin Türk hakanı huzurunda nevbet vurduğu anlatılmıştır. Kendine özgü bir müzik topluluğu olan Mehteran’ın yapmış olduğu müziğe de Mehter Müziği ismi verilmiştir.

Mehter Müziği savaş alanlarında çalınarak askeri şevke getirdiği gibi, düşman askerinin de moralini bozmaktadır. Barış zamanında ise hükümdarın sesi olarak nitelenen Mehter belirli zamanlarda nevbet vurur ve böylece halkın moralini de yükseltirdi. Mehteran ordunun önünde yürür, savaşı yönlendirirdi.

Mehterin başında Bölük Komutanı Çorbacıbaşı, arkasında zırhlı muhafızlarla birlikte devleti temsilen Al Sancak, bağımsızlığı temsilen Ak Sancak, İslamiyet'i temsilen Yeşil Sancak yer almaktadır. Eski Türk Hakanları 9 rakamını uğurlu saydığından tören takımları 9 katlıdır. Sancaklardan sonra üç sıra halinde en büyüğü hücum tuğu olan 9 tuğ gelir. Tuğlardan sonra Mehterbaşı, Çevgenler, Zurnazenler, Boruzenler, Nakkarezenler, Zilzenler, Davulzenler ve en arkada at üstünde köszen gelir. Saz başları kırmızı, diğer müzisyenler lacivert giyerler.

Mehterin yürüyüşü bugünkü modern ordu düzenindeki yürüyüşün tamamen tersine sağ ayakla başlar, üç adımda bir durulup sağa ve sola dönülerek halk selamlanır. Mehter konser düzeni alacağından düz yürüyüşe sol ayakla geçilir ve mehter hilal düzenine gelene kadar bir peşrev yapılır. Kös hilalin ortasında yerini alır. Kös Türk bayrağındaki yıldızı, diğer müzisyenlerin oluşturduğu hilal ise Türk Bayrağındaki hilali temsil eder. Mehterbaşı yönetiminde konser bitirildikten sonra Gülbank adı verilen mehter duası yapılır ve konser alanı peşrev çalınarak terk edilir.

Mehterin moral gücünü fark eden Avrupalılar özellikle Polonya, Avusturya, Rusya, Prusya ve Fransa kendi ordularında buna benzer bir müzik teşkilatı kurmuş ve böylece askeri bandoların temelleri atılmıştır. Mozart, Beethoven gibi besteciler de Mehter müziğinden etkilenerek besteler yapmışlar ve alaturka denilen yeni bir müziğin doğmasına neden olmuşlardır. Osmanlı Mehter müziği makam olarak Klasik Türk Müziği özelliklerini taşımaktadır. Mehteran müziği 24 sesten oluşan bir ses sistemine sahiptir.

Sultan II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması ile Mehter de kapatılmıştır. Onun yerini 1831’de Mızıka-i Hümayun almıştır. Askeri Müze’nin müdürlerinden Ahmet Muhtar Paşa’nın çabaları ve Celal Esat Arseven’in yazıları sonucu, Mehter I. Dünya Savaşı sırasında yeniden kurulmuştur. Enver Paşa 1917’de ordu birliklerinde kısa süreli bir Mehter takımı kurmuştur.

Askeri Müze Mehteri 1914’te kurulmuş, 1935’te dönemin Milli Savunma Bakanı Zekai Apaydın tarafından aslına uygun olmadığı gerekçesi ile kapatılmıştır. Bundan sonra Mehter Takımı 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın isteği ve Genelkurmay Başkanlığı’nın uygulaması ile 1953 yılında yeniden kurulmuştur.


Kültür Sitesi

Askeri Müze’nin Kültür Sitesinde yerli ve yabancı, sivil ve askeri her türlü kültür, bilim ve sanat etkinliklerine açıktır. Askeri Müze Kültür Sitesi’nde iki yıl ara ile müzecilik sempozyumları düzenlenmektedir.

Kültür Sitesi'nde konferans, seminer, sempozyum, kolokyum, kongre ve panel gibi toplantıların yapılabileceği toplantı salonları ile sanatsal etkinliklerin yapılabileceği geçici sergileme salonları bulunmaktadır. Bunlardan Atatürk Salonu, akustik özelliğe sahip amfi tiyatro düzeninde olup, 513 kişilik oturma kapasitesine sahiptir. İnönü Salonu 240 kişilik oturma kapasiteli olup, burada sabit simültane sistemi bulunmaktadır. Müzayede, sergi gibi amaçlarla kullanılan Malazgirt salonunda ise spot asma raylar bulunmakta olup, resim sergileri burada yapılmaktadır. Kocatepe salonu ise 150 kişilik oturma kapasitelidir. Ayrıca burası 400 kişilik kokteyl düzenine dönüşmektedir. Fevzi Çakmak salonu ise sınıf düzeninde masa ve koltuklu çeşitli etkinliklere açık bir salondur. Barbaros salonu birbirine açılan iki bölümlü toplantı odalarından oluşmaktadır. Burada üst düzey toplantılar yapılmaktadır. Ayrıca çeşitli etkinliklere açık Ahmet Fethi Paşa salonu, Ahmet Muhtar Paşa salonu da bulunmaktadır.


Askeri Müzesi ve Kültür Sitesi Komutanlığı
Harbiye, Şişli
Tel    : (0212) 233 27 20
Faks : (0212) 232 27 20

Askeri Müze ve Kültür Sitesi fotoğrafları; www.tsk.mil.tr adresinden alınmıştır.


Deniz Müzesi (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, İskele Meydanı’nda bulunan Türk denizciliği ve deniz tarihi ile ilgili eserlerin sergilendiği müzenin ilk atılımını Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hüseyin Hüsnü Paşa 1897 yılında yapmıştır. Hüseyin Hüsnü Paşa’nın emri ile Amiral Arif Hikmet Paşa ve Yüzbaşı Süleyman Nutki Bey Taşkızak Tersanesi’nde, eski mayın deposunun üst katında “Deniz Müzesi ve Kütüphanesi” ismi ile kurulmuştur.

Bu müzede sergilenen eserler denizcilikle ilgili kişi ve kurumlardan sağlanmıştır. Müze Bahriye Nazırı Cemal Paşa zamanında ressam Ali Sami Boyar’ın çabaları ile 1914 yılında genişletilmiştir.

I.Dünya Savaşı sırasında ve onu izleyen yıllarda müze tersane içerisinde iki kez yer değiştirmiştir. II. Dünya Savaşı’nın (1939–1945) başlaması ile birlikte müze kapanmış ve içerisindeki eserler Konya’ya taşınmıştır. Savaşın bitiminden sonra Konya’daki eserler İstanbul’a getirilerek günümüzde Kuzey Deniz Saha Komutanlığı olan Kasımpaşa Divanhanesi’nin bir bölümüne depolanmıştır. Bundan sonra da müze, Dolmabahçe Camisi’nin müştemilat binalarının ve havuzunun bulunduğu yere taşınmış ve 27 Eylül 1948’de ziyarete açılmıştır.

Dolmabahçe Caddesi’nin 1956 yılındaki genişletilmesi sırasında bu bölüm yıkılmış ve eserler Dolmabahçe Sahil Sarayı’nın Arabacılar Dairesi’ne taşınmıştır. Bu arada Deniz Kuvvetleri’ne ait arşiv belgeleri Ağalar Dairesi’nde, kayıklar ve kadırgalar Devlet Malzeme Ofisi’nin Beşiktaş’taki binasında depolanmıştır. Bundan sonraki yıllarda eserlerin bazıları Dolmabahçe Camisi’nin hünkâr mahfilinde ziyarete açılmış ve bulunduğu yerin ahşap oluşundan ve yangın tehlikesinden ötürü Beşiktaş’taki eski maliye binası olan Vergi Dairesi’ne 1960 yılında taşınmıştır.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu’nun isteği ile 1970 yılında bu bina genişletilmiş ve bir kayıklar galerisi yaptırılmıştır. Böylece büyük ölçüdeki tarihi kayıklar ile kadırgalar burada teşhir edilmiştir. Bu arada Ankara’ya taşınan müze arşiv bölümü de yeniden İstanbul’a getirilmiş ve bugün bulunduğu binada sarayın Arabacılar Dairesi’nde faaliyete geçmiştir.

Günümüzdeki Deniz Müzesi binası üç katlıdır. Müze giriş holü dışında silahlar, tershaneler salonu, Kırım Savaşı salonu, Mahmudiye Kalyonu salonu, Atatürk salonu, kaza şehitleri salonu ve tarihi kayıklar galerisinden meydana gelmiştir. Bodrum katı duvarları devrin tanınmış hattatlarının denizcilikle ilgili levhaları ile İstanbul’un panaromik resimlerine ayrılmıştır. Bu bölümdeki özel mekânlardan birisinde de Yavuz Kruvazörüne ait anı eşyaları ile objeler sergilenmiştir.

Müzede sergilenen eserler arasında çeşitli haritalar, fenerler, sancaklar, alemler başta olmak üzere Türk denizcilik tarihi ile ilgili eserler bulunmaktadır. Bunların arasında Trablusgarplı İbrahim Reis’in 1462’de ceylan derisi üzerine yaptığı Akdeniz haritası, Piri Reis’in kitap-ı Bahriyesi isimli eserler de bulunmaktadır. Ayrıca sancak kuranları, deniz kuvvetlerinde hizmet etmiş gemiler, onlara ait jurnal, seyir defterleri, isim plaketleri, sancaklar bulunmaktadır.

Müzenin zemin katındaki giriş holünde Barbaros Hayrettin Paşa’nın Preveze Deniz Savaşı sırasında kullandığı söylenen sim işlemeli sancağı bulunmaktadır. Ayrıca bu kattaki odalarda Atatürk’ün kullandığı eşyalar ayrı bir odada sergilenmiştir. Deniz şehitlerine ayrılan odada ise, 1319–1974 yılları arasında yapılan deniz savaşlarında şehit düşen Türk denizcilerinin kimlikleri ve bazı savaş gemilerine ait objeler sergilenmektedir. Kaza Şehitleri salonunda Ertuğrul, Refah, Atılay I, Dumlupınar II ve Kocatepe gemilerinin batışlarını içeren belgelere de yer verilmiştir.

Müzenin silahlar ve tersaneler salonunda XVII.-XIX. yüzyıllarda yapılmış çeşitli ülkelerin ateşli ve kesici silahları, denizcilikle ilgili tablo ve resimler, Kırım Savaşı (1853–1856) ve Mahmudiye Kalyonu’na ait anılar sergilenmiştir.

Müzede Hollanda ve Venedik sikkeleri, Osmanlı ve Akdeniz haritaları, amphoralar, seyir aletleri, usturlaplar, Osmanlı gemilerinin isim levhaları, Padişah tuğralarını kapsayan gemilerin baş alâmetleri de sergilenmektedir.

Müzenin üst katındaki iki büyük salon resim ve tablolarla süslüdür. Burada I. Dünya Savaşı’na ayrılan salonda savaşla ilgili eserlere yer verilmiştir. Diğer salonda ise Bahriye Mektebi, Fatih Sultan Mehmet’i konu alan tablo ve eşyalar bulunmaktadır. Ayrıca bu bölümlerde gemi maketleri de bulunmaktadır. Barbaros ve Turgut Reis gemilerine ayrılan odaların yanı sıra XVI. yüzyıldan günümüze kadar gelen Türk denizcilerinin giysileri sergilenmiştir. Atatürk’ün kullandığı Savarona başta olmak üzere diğer yatların eşyaları da burada bulunmaktadır.

Tarihi Kayıtlar Galerisi müzenin en ilginç bölümlerinden birisidir. Burada Osmanlı saltanat kayıkları orijinal şekilleri ile sergilenmiştir. Bunların arasında Sultan IV. Mehmet’in (1648–1687) Tenezzüh Kadırgası, Abdülmecit’in 13 çifte köşklü kadırgası, Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem’e ait 13 çifte köşklü kadırga, Sultan Abdülaziz’e ait 13 çifte köşklü kadırga, saray erkânına ait mabeyn kayıkları, piyade kayıkları, filikalar, botlar, gemilerin baş figürleri, baş-kıç armaları, kürekler, padişah tahtı ve kolduğu bulunmaktadır.

Müzenin bahçesi ise açık teşhir alanı olarak düzenlenmiştir. Piri Reis haritasının mozaikten yapılmış röprodüksiyonu, Osmanlı egemenlik sınırlarını gösteren duvar haritaları, Türk denizcilerinin büstleri ve mezar taşları, gerçek mayınlar, torpedolar, gemi demirleri deniz topları ve denizcilikle ilgili kurumların kitabeleri sergilenmiştir. Ayrıca Karadeniz’de 1916 yılında batan Alman UB 46 denizaltısı da burada bulunmaktadır.

Barbaros Meydanı’nda bulunan Barbaros Hayrettin Paşa Anıtı ve Türbesi Deniz Müzesi’nin yönetimindedir.


İskele Meydanı Beşiktaş
Tel : (0212) 261 00 40
Faks : (0212) 236 68 93

Fotoğraflar, www.dzkk.tsk.mil.tr adresinden alınmıştır.


Havacılık Müzesi (Bakırköy)

İstanbul ili Bakırköy ilçesi, Yeşilyurt semtinde Hava Harp Okulu’nun yakınında bulunan Havacılık Müzesi ilk defa İzmir Cumaovası Sivil Havaalanında Hava Müzesi ismi ile 1971 yılında kurulmuştur. Ancak orada fazla bir gelişme olanağı bulamamış ve 1978 yılında kapanmıştır. Bundan sonra Havacılık Müzesi’nin İstanbul’a taşınması öngörülmüştür. Bunun için müzeye en uygun yer olarak Yeşilköy-Yeşilyurt’ta Askeri Havaalanının bitişiğindeki alan seçilmiştir.

Yeni müze binasının yapımına 1977 yılında başlanmış, 1983 yılında tamamlanmıştır. Modern müzecilik anlayışı içerisinde, 2.365 m2’si kapalı, 12.000 m2’si açık sergileme alanlarından oluşan müze, 65.000 m2’lik bir alan üzerinde kurulmuştur. Müzenin iç mimarisi ve dekorasyonu Kültür Bakanlığı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Mimar Sinan Üniversitesi uzmanlarından oluşan bir ekip tarafından yapılmıştır. Havacılık Müzesi 16 Ekim 1985’te dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Halil Sözer tarafından ziyarete açılmıştır.

Bu müzenin yanı sıra dönemin Hava Kuvvetleri Org. Ahmet Çörekçi’nin emri ile Ankara-İstanbul yolu üzerinde, Hava Ulaştırma Grup Komutanlığı yanında Etimesgut Hava Müzesi de 18 Eylül 1998’de faaliyete geçmiştir.

İstanbul’daki Havacılık Müzesi Şeref Salonu, Türk Havacılığı Salonu, Komutan Büstleri Salonu, Dünya Havacılık Salonu, Anılar Salonu, Kapalı Hangar, Giysiler Salonu, Sinema Salonu, Açık Sergileme Alanı, Müze Yönetimi ve Kafeteryadan meydana gelmiştir.

Müzenin Şeref Salonu’nda Türk Hava Kuvvetleri’nin bütün fors ve flamaları sergilenmektedir. Müzede Türk havacılığının başlangıcından günümüze kadar gelen aşama süreci sergilenmektedir. 2000 yılında yeniden düzenleme yapılan müzede havaya atılabilen füzeler, havadan yere atılan parça tesirli bombalar yakından görülmektedir.

Müzenin Anılar Salonunda havacılık tarihi ve uçakla özdeşleşmiş havacıların anılarını yansıtan eşyalar da Anılar Salonu’nda sergilenmektedir. İlk defa I. Dünya Savaşı öncesi 1914’te İstanbul Kahire uçak seferini yaparken şehit olan Fethi ve Nuri beylerin giysileri, o dönemde şehit olan Sadık Bey’in madalyası, Ağrı İsyanı’nda şehit olan Rıfat Neşet Bey’in giysileri, Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında şehit olan Yzb. Cengiz Topel, Kore şehidi Muzaffer Erdönmez’in giysileri sergilenmektedir. Ayrıca ilk kadın şehit pilot Tgm. Ayfer Gök ve Hava Kuvvetlerinde komutanlık yapmış bazı komutanların üniformaları ile şahsi eşyaları bu salonda sergilenmektedir.

Müzede Türk Hava Kuvvetleri’nde kullanılan rütbeler, sınıf işaretleri, uçucu personelin taktıkları fularlar ve filo amblemleri de ayrı bir vitrin içerisinde sergilenmektedir. Bunların yanı sıra pervaneli uçak döneminden başlayarak günümüze kadar gelişen uçaklar da müzenin hangar ve açık hava bölümünde sergilenmektedir. Burada pervaneli ve jet uçaklara ait çeşitli motorlar motor reyonunda bir araya getirilmiştir.

Türk Hava Kuvvetleri’nde 1958-1977 yıllarında kullanılmış olan Skorsky UH19B Chikasw tipi helikopterden başlayarak 1936-1940 yılları arasında Kayseri Tayyare Fabrikası’nda yapılmış olan Polonya lisanslı PZL-XXIV tipi tek pervaneli uçaklar burada görülmektedir. Ayrıca havayollarının ilk kullandığı uçaklardan olan De Havilland DH-89 da burada görülmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında Rus ordusu tarafından kullanılmış ve esir alınmış Grigorovitch M-5 tipi deniz uçağının yanı sıra çeşitli jet motorlu ve pervaneli savaş uçakları, kargo uçakları da sergilenmektedir.

Yeşilköy Tren İstasyonu Karşısı Bakırköy
Tel : (0212) 662 85 52–663 24 90
Faks : (0212) 663 15 60

Fotoğraflar, www.hho.edu.tr adresinden alınmıştır.


Florence Nightingale Müzesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesinde bulunan tarihi Selimiye Kışlası’nın kuzeybatı köşesinde bir kule içerisinde düzenlenen bu müze I.Ordu Komutanlığı’nın izni ve desteği ile Türk Hemşireler Derneği tarafından 1954 yılında açılmıştır.

İngiliz Hemşire Florence Nightingale Kırım Savaşı sırasında (1854–1856) askeri hastane olarak kullanılan Selimiye Kışlası’nda görev yapmıştır. Müzede Florence Nightingale’in eşyaları, fotoğrafları, elinden hiç eksik etmediği lambası, madalyaları ve Sultan Abdülmecid’in hediye ettiği bilezik sergilenmektedir.
Selimiye Kışlası Üsküdar
Tel : (0216) 343 73 10

Kaynak : www.kenthaber.com
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #5 : 27 Ocak 2009, 17:15:30 »
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne Bağlı Müzeler

Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Saraçhanebaşı’nda Amcazâde Hüseyin Paşa Külliyesi’nde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kurulan bu müze devrin Devlet Bakanları Rafet Sezgin ve Hüsamettin Atabeyli ve İstanbul Vakıflar Başmüdürü İhsan Erzin’in isteği doğrultusunda düzenlenmiştir. Müzenin kuruluşunda Prof.Y. Mimar Yılmaz Önge ve Erdem Yücel’in katkıları olmuştur.

Müzenin kurulduğu Amcazâde Hüseyin Paşa Külliyesi’ni Sultan II. Mustafa devrinde Sadrazam Amcazâde Hüseyin Paşa 1697–1702 yıllarında yaptırmıştır. Klasik Osmanlı mimarisi üslubundaki bu yapı topluluğu dershane, sıbyan mektebi, kütüphane, 16 medrese hücresi, sebil ve çeşmeden meydana gelmiştir. Yapı topluluğu içerisinde Amcazâde Hüseyin Paşa’nın gömülü olduğu küçük bir de hazire bulunmaktadır. Bunun yanı sıra bu hazirede Karacaahmet Mezarlığı’ndan çevre yollarının yapımı sırasında Hattat Rakım’ın yazmış olduğu hat sanatının en güzel yazı örneklerinden bir de mezar taşı bulunmaktadır.

Yapı topluluğu 1718’de yangından, 1755 ve 1896 yıllarında zarara uğramış, bazı bölümleri kısmen yıkılmıştır. Daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından orijinaline uygun olarak Y.Mimar Süreyya Yücel tarafından onarılmıştır. Bu yapı topluluğunda Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nin kurulmasına karar verildikten sonra Vakıf Teberrükât Ambarlarından müzelik eserler toplanmıştır. Anadolu’daki vakıf anıtlarını restore eden Y.Mimar Yılmaz Önge bu onarımlarda müzelik olan ve restorasyonlarda kullanılmayacak eserlerin buraya gönderilmesini sağlamıştır. Ayrıca İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü mimarları da restorasyon çalışmalarında müzelik olan mimari parçaları da buraya göndermiştir.

Müzenin hazırlık çalışmalarına 1966 yılında başlanmış ve kısa süre içerisinde müze 3 Mayıs 1967’de ziyarete açılmıştır. Teşhir ve tanzim için külliyenin dershanesi ile medrese hücreleri ve avlusundan yararlanılmıştır. Avluda büyük ölçüde mimari taş eserler, revaklarda kitabeler ve tuğralar sergilenmiştir. Müzenin belli başlı bölümleri alçı kalıp örnekleri, mimari taş parçalar, tuğra ve kitabeler, madeni şebekeler, alçı pencereler, çini kaplamalar, ahşap mimari parçalar ve kapılar, yapılarda kullanılan yapı elemanları, sancak kubbe, minare alemleri, aydınlatma araçları ve teberrükat eşyalarından meydana gelmiştir.

Bütün bu bölümler restorasyon çalışmalarını yapacak vakıf mimarlarının çalışmalarına yardımcı olacak biçimde düzenlenmiştir.

Selçuklu ve Erken Osmanlı döneminden Neo-Klasik döneme kadar uzanan süreç içerisinde mimaride kullanılmış sütun başlıkları, kemer ayakları, frizler, çeşitli taş şebekelerin orijinalleri veya alçı kalıp örneklerine müzede yer verilmiştir. Tuğra ve taş kitabeler bölümünde ise çeşitli tarihlere ait, günümüze ulaşamamış vakıf yapılarının kitabeleri bir araya getirilmiştir. Vakıf inşaat ambarlarında bulunan çeşitli türbe ve sebil gibi yapılara ait madeni şebekeler, içlik ve dışlık alçı pencereler müzede ayrı bölümleri oluşturmuştur.

Çini kaplamalar bölümünde ise Selçuklu çinilerinden başlayarak XX. yüzyıl Kütahya çinilerine kadar Osmanlı çini sanatının değişik teknik ve formlarda yapılmış çinileri bir araya toplanmıştır. Ayrıca Kayseri Huand Hatun Hamamı’na ve Beyşehir Demirli Mescit’e ait Selçuklu çinilerinden başka erken devir Osmanlı çinilerini oluşturan Bursa Yeşil Türbe, Edirne Şah Melek Camisi, Bozüyük Kasımpaşa Hamamı’nın sülüs yazılı kitabesi de yer almaktadır.

Çini bölümünde Halife Abdülmelik’in yaptırdığı çeşitli devirlerde Osmanlılar tarafından onarılan Kudüs Kubbet’üs Sahra’nın çini örnekleri ayrı bir bölüm halindedir. Bu çiniler pencere boşluklarını dolduran haçvari ve içleri muntazam dilimli olarak oyulmuş, karolar, üçgen dolgular ve yazı frizleri halindedir. Bu çiniler Kubbet’üs Sahra’yı onaran Mimar Kemalettin Bey tarafından getirilmiştir. Ayrıca Y. Mimar Ali Saim Ülgen’in yapmış olduğu onarımlarda da ele geçmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü inşaat ambarında bulunan bu çiniler Y. Mimar Yılmaz Önge tarafından müzeye kazandırılmıştır.

Yapı elemanları bölümünde ise başlangıcı XIV. yüzyıla kadar inen değişik ölçüde çiviler, demir kenetler, lokmalar ve zıvanalar bulunmaktadır. Bunları çeşitli dönemlere tarihlenen musluklar, lüleler, kapı tutamakları, kuşaklar, rozetler, kilitler, anahtarlar ve üzerleri damgalı kurşun örnekleri tamamlamıştır. Bunların arasında Mimar Sinan dönemi damgalı kurşun örnekleri de bulunmaktadır.

Müzenin sancak, kubbe ve minare alemleri bölümünde ise köfeki, mermer veya çeşitli madenlerden yapılmış alemler bir araya getirilmiştir. Bunların arasında dergâhlarda kullanılan çeşitli alemler de bulunmaktadır. Fatih Camisi’nin barok üslupta yapılan ve 1970’li yıllarda orijinaline uygun olarak yenilenen taş külahı da müzede ayrı bir bölümde yeniden monte edilmiştir.

Aydınlatma araçlarında ise XIII. yüzyıl Selçuklu şamdanları, cam kandiller ve XIX. yüzyıl barok fanusları da görülmektedir. Bu bölümdeki en önemli eserler arasında Eyüp Camisi’nden alınan XVI. yüzyıl madeni kandili, XV. yüzyıl Memlük şamdanları, XVI.-XVII. yüzyıl lale, stilize lale şamdanları ile Sultan Abdülmecit’in Ayasofya’ya vakfettiği rokoko şamdan bulunmaktadır.

Müzenin ahşap mimari parçalar bölümünde ise Türk mimarisinin çeşitli dönemlerinde kullanılmış ağaç işleri bulunmaktadır. Bunlar kündekâri, taklit kündekâri, oyma ve geçme tekniği ile yapılmış örneklerdir. Bu bölümde Selçuklu geometrik geçmeleri, XV. yüzyıl ahşap oymaları, Yeni Cami Hünkâr Kasrı’nın Edirne işi tavan göbeği, sedef kakmalı kapı binileri, rumi, palmet ve rozetlerin yanı sıra rokoko üslubunda hünkâr mahfil parçaları bulunmaktadır. Bu bölümün en önemli eserlerinden birisi de Ankara Ahi Elvan Camisi’nin XIII. yüzyıla tarihlendirilen dolap kapakları ile kündekâri tekniğinde cami kapılarıdır.

Müzenin teberrükât eşyaları bölümünde çeşitli vakıf eserlerine yer verilmiştir. Etnografik özellik taşıyan bu bölümde buhurdan, gülaptan, sebil tasları, askılar, leğen, ibrik ve saatler bulunmaktadır.

Müzenin kuruluşunda Türk yapı sanatının geçirdiği evrelerin tanıtımı ve restoratör mimarların çalışmalarında başvuracakları bir yer olma niteliği amaçlanmıştır. Ancak, müze 1970’li yılların sonlarına doğru amacından uzaklaşmış ve kapatılmıştır. Günümüzde depo görünümündedir.

Saraçhane Sk. No:1 Fatih
Tel : (0212) 525 12 94
Faks : (0212) 527 58 51


Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Beyazıt’ta bulunan Vakıf Hat Sanatları Müzesi günümüzde Sultan II. Beyazıt Külliyesi’nin medresesi içerisinde yer almaktadır.

Vakıf Hat Sanatları Müzesi ilk defa 1969 yılında İstanbul’da Vatan Caddesi’nde bulunan Sultan Selim Medresesi’nde (Halıcılar Köşkü Medresesi) kurulmuştur. Müzeyi oluşturan eserler tekke ve türbelerin kapatılmasından sonra Şehzadebaşı’ndaki Şehzade Camisi’nin imaretindeki vakıf teberrükât ambarlarında toplanmıştı. Türk ve İnşaat Sanat Eserleri Müzesi’nin kurulmasından sonra bu eserlerin de ayrı bir müzede değerlendirilmesi İstanbul Vakıflar Başmüdürü İhsan Erzi tarafından düşünülmüş, bunun için de teşhir edilecek eserler bir komisyon tarafından seçilerek envanterlenmesi yapılmıştır. Bu komisyonun başında da İbrahim Hakkı Konyalı bulunmakta idi.

Türk Yazı Sanatları ismi altında kurulan müze, Sultan Selim Medresesinin hücreleri ile dershanesinde kurulmuştur. Müzede eserler kronolojik bir sıra takip etmemiş, yazı çeşitlerine göre ayrı ayrı gruplar halinde teşhir edilmiştir. Müzenin bölümlerini sülüs ve nesih yazılar, talik yazılar, tuğralar, meşk örnekleri, halk sanatları, hilyeler, işleme yazılar, mütenevvi yazılar ve padişah yazıları oluşturmuştur. Dershane bölümünde, devrin tanınmış hatalarının ve padişah yazılarının yanı sıra fildişi ve sedef kakmalı rahleler, Ravza-i Mutahhare örtüsü, Pertevniyal Valide Sultan’ın vakfı olan Saksonya vazoları teşhir edilmiştir.

Sultan Selim Medresesi’nde kurulan bu müzenin, buradaki ömrü çok fazla olmamış medresenin bir sağlık kuruluşuna tahsisi üzerine içerisindeki eserler Fatih Camisi’nin külliyesinde koruma altına alınmıştır. Bu arada müzeye yer olarak Beyazıt külliyesinin medresesi düşünülmüştür. İstanbul Belediye Müze ve Kütüphanesi olarak 1943’ten bu yana kullanılmıştır. Buradaki Belediye Müzesi’nin Saraçhanebaşı’nda Gazanfer Ağa Medresesi’ne taşınmasından sonra sadece kütüphane bölümü burada kalmıştır. Mülkiyeti Vakıflarda olan medresenin müze olarak düzenlenmesi için çalışmalara başlanmış ve İstanbul’un Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi 28 Ekim1984 yılında, Cihan Özsayıner’in çalışmaları ile yeniden açılmıştır.

Medrese Sultan II. Beyazıt Külliyesi ile birlikte 1506–1508 yıllarında yaptırılmıştır. Caminin kuzeybatısında, klasik Osmanlı medrese plan düzeninde olan bu yapının merkezini kare planlı, üzeri kubbeli dershane bölümü oluşturmaktadır. Bunun üç tarafı 13 odadan meydana gelmiştir. Yapımında kesme taş ve tuğla kullanılmış, dershanede bir sıra taşı bir sıra tuğla izlemiştir. Giriş kapısı kubbeli ve oldukça sade bir görünümdedir. Üzerine de rumi ve hatayilerden oluşan bir alınlık yerleştirilmiştir. Medrese hücreleri kareye yakın planlı olup, üzerleri kubbelidir. Önlerinde revak olan bu odalardan köşedekiler diğerlerinden daha büyük olup, alt sırada üç, üst sırada birer pencere ile aydınlatılmıştır.

Dershane binası revaklardan 3.65 m. uzaklıkta olup, dokuzu altta, on ikisi de üstte olmak üzere 21 pencere ile aydınlatılmıştır. İçerisinde ocak bulunmamasına rağmen yanlarda birer dolaba yer verilmiştir. Kasnaklı kubbesi kemerler üzerine oturmuştur.

Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesinde, Kûfî yazmalı Kuran-ı Kerimler, Risaleler, Hint ve Mağrip hatlı yazma eserler, levhalar, Nesih, Kuran-ı Kerimler ve ahşap kat’a eserler, Muhakkak Kuran-ı Kerimler ve sülüs levhalar, Tâlik yazma ve levhalar- istifli yazılar, Sülüs ve aynalı yazılar, Tuğralar, nesih Kuran-ı Kerimler, Hattat padişahlara ait, sülüs ve muhakkak yazmalar, İcâzetler, Hilyeler, Hanım hattatlara ait işleme yazılar, Meşkler, muhakkak Kuran-ı Kerimler, Etnografik teşhir, Sülüs ve nesih murakkalar, Kutsal Emanetler olmak üzere on dört teşhir bölümü bulunmaktadır.

Küfi Kuran-ı Kerim, Risaleler, Hint ve Mağrip Hatlı Yazma Eserler ve Levhalar Bölümünde,
IX.- X.yüzyıla tarihlendirilen ve müzenin en eski eseri olan ve Mehmet bin İdris tarafından yazılan Kûfi yazılı en eski Kuran-ı Kerim bulunmaktadır. Bunun yanı sıra XII. Yüzyıla tarihlendirilen risaleler, nesih üslubunda Hint yazısı ile yazılmış Kuran da bulunmaktadır. Ayrıca müzenin nesih yazılar bölümünde Kolağası Arif, Vasıf, Mehmet Ali Mekki’nin küfi yazılı levhaları da vardır. Müzenin Kuran-ı Kerimler ve Ahşap Kat'a Eserler Bölümü'nde; Mustafa Hilmi Mehmet Şevki, Üsküdarlı İbrahim, Kayyumzade Mehmet Salih' in nesih Kuran-ı Kerimleri ile Mehmet Zaifi'nin nesih yazı ile yazdığı risaleler mecmuası bulunmaktadır. Duvarlarda kadife üzerine ahşap ve fildişi malzeme ile yazılmış kat'a levhalara yer verilmiştir.

Müzenin Muhakkak Kuran-ı Kerimler ve Sülüs Levhalar Bölümünde, Hemedanlı Ahmet Oğlu Muhammed Hallâvî'nin muhakkak hatlı Kuran-ı Kerim'inin yanı sıra, hattatı bilinmeyen muhakkak Kuran-ı Kerimler sergilenmektedir. Duvarlarda Mehmet İzzet, Mustafa İzzet, Şefik gibi hattatların sülüs hatları teşhir edilmektedir.

Talik Yazmalar ve Levhalar Bölümünde, Hattatı bilinmeyen talik Kuran-ı Kerim'in yanı sıra, Mehmet Oğlu Cezerî'nin Şerh-i Şalibi ile hattatı bilinmeyen tefsir kitabı bulunmaktadır.
Duvarlarda ise Abdülaziz, Seyyid Abdülkerim, Mehmet Nuri, Ali Haydar, Mevlevî Zeki Dede, Yesârizade Mustafa İzzet' in talik hatları sergilenmektedir.

Sülüs ve Aynalı Yazılar Bölümünde, Hüseyin Dede oğlu Ahmet, Mehmet Ali El Rûmi oğlunun yazdığı Kuran-ı Kerimler teşhir edilmektedir. Ayrıca duvarlarda hattatı bilinmeyen tâlik levhanın yanı sıra, Mustafa İzzet' in sülüs, aynalı hatları ile Kâmil Akdik, Tevfik, Abdülfettah, Saray-ı Amire Katip Ömer'in yazıları sergilenmektedir.

Tuğralar ve Nesih Kuran-ı Kerimler Bölümünde, Rüstem'in ve adı bilinmeyen bir hattatın yazdığı nesih Kuran-ı Kerimler teşhir edilmektedir. Bunun yanı sıra Mümtaz, Abdullah Tevkii, Vehic ve Kudsî'nin Tuğraları sergilenmekte olup, bu tuğralar II. Mahmud ve III. Selim'e aittir. Bunun dışında tuğra istifli hatlar da bulunmaktadır.

Hattat Padişahlar, Sülüs ve Muhakkak Yazmalar Bölümünde, Sultan III. Murat’ın tâlik ile yazılmış hattı ile, Sultan II. Abdülhamit’in yaptığı ceviz ve gül ağacından rahle sergilenmektedir. Müzede Hattat Sultanlar bölümünde Vahideddin Efendi, Sultan Abdülmecid, III. Ahmet ve II. Mahmud'un hatları da teşhir edilmektedir.

Müzenin İcazetler, Nesih Kuran-ı Kerimler Bölümünde, Ali Rasim, Hafız Abdülkadir Necati, Hüseyin Hamid, Hafız Mustafa Rakım, Recai Efendi, Mehmet Vasfi, Mir Osman Edib, Mehmet Rüştü, Emine Behcet Namıka, İsmail Şemseddin'in icazetleri sergilenmektedir. Ayrıca Hasan Hayri, Mehmet oğlu Mahmud, Muhammed Larioğlu Alâeddin’in nesih Kuran-ı Kerimleri bu bölümü süslemektedir.

Hilyeler Bölümünde, Hacı Ahmed Arif, Vahdeti Bey, Kağıtcızade Feyzullah, Hafız Osman, İbrahim Sükûti, Ali Rıza, Tahsin Hilmi, Mahmud Celaleddin, Mehmet Şefik, Osman'ül Enverî, Hafız Mehmet Fehmi’nin hilyeleri sergilenmektedir.

Hanım Hattatlar-İşleme Yazılar Bölümünde, Yazılar sülüs yazı ile işlenmiştir. Çoğunun hattatı bilinmemektedir. Şefik Bey, Sabri Mustafa İzzet, Yesari, Selma, Nasiye’nin yazı örnekleri bu bölümde sergilenmektedir.

Meşkler-Muhakkak Kuran-ı Kerimler Bölümünde, Katipzade Refii Yesari, Mahmud Celaleddin, Yedikulelli Seyyid Abdullah, Rakım, Mehmet Esat'ül Yesari'ye ait sülüs ve talik meşkleri sergilenmektedir. Ayrıca Hacı Mustafa İbnî Osman'ın muhakkak Kuran-ı Kerim'i de bu bölümde bulunmaktadır.

Etnografik Bölümde ise, Klasik medrese yaşamını yansıtan bir teşhir bulunmaktadır. Burada, mankenler yardımı ile hattat ve iki küçük talebesinin devrin giysileri içinde hat sanatının nasıl öğrenildiği canlandırılmıştır.

Sülüs ve Nesih Murakkâlar Bölümünde, Mustafa Dede ve Tabağızade İzzet'in sülüs ve nesih hattı ile yazdığı murakkâlar sergilenmektedir. Duvarlarda, İzzet, Refik, Ali, Hacıbeyzâde Ahmet Muhtar, Ferit Şefik, Şeyh Muhammed Sırrı, Vahdeti, Abdülvahit'in sülüs ile yazılmış taç şeklinde istiflenmiş hatları bulunmaktadır.

Kutsal Emanetler Bölümünde, Ortada 585x3.14 m. ebadında orijinal Kâbe Kapısı örtüsü yer almaktadır. Siyah kumaş üzerine “El Hac Ali Muhammed Eba Paşazade” tarafından yazılan hatlar, altın ve gümüş iplikler ile işlenmiştir. H.1301 (1883) tarihlidir. Burada, İpek, sıra saten, kendinden desenli, jakarlı Kâbe örtüsü (Siyah) ve Kâbe iç örtüsü (Kırmızı) ile Makam-ı İbrahim örtüsü olduğu sanılan işleme örtü de sergilenmektedir. Hz. Muhammed’in Sakal-ı Şerif, orijinal kutusunda muhafaza edilmektedir. Hazreti Muhammed'in kabir toprakları, kapalı bir şişe içinde muhafaza edilerek sergilenmektedir. Bunun dışında, Hazret-i Muhammed'in Saç-ı Şerifleri, Zıbın-ı Saadetleri, Kuşağı Şerifi'nin bir parçası gibi kutsal emanetler de bu bölümde bulunmaktadır. Müze duvarlarda, Mekke, Medine, Müzdelife, Arafat Dağı'nı tasvir eden minyatürler, Kâbe’yi çeviren yazı Kuşağı Parçası, III. Sultan Ahmet'in, II. Mahmud'un, Sami Efendi'nin, İbrahim Nesafe'nin hat levhaları sergilenmektedir.

Müzenin avlusunda Çırçır’lı Ali, Sami Efendi'nin celî sülüs M. İzzet ve Nuri'nin tâlik hatları ile yazdığı taş kitabeler teşhir edilmektedir. Bunun dışında, h.1213 (1798) tarihli bir mezar taşı da bahçede sergilenmektedir. Ayrıca müze bahçesinde, Ahmet Ziya Bey tarafından yapılan iki güneş saati bulunmaktadır.


Beyazıt Camisi karşısı Beyazıt/ İSTANBUL
Tel:  (0212) 527 58 51


Halı Müzesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi Sultanahmet Camisi Hünkâr Kasrı’nda bulunan Halı Müzesi’ndeki eserler vakıf teberrükât ambarlarında çeşitli tarihlerde ve çeşitli nedenlerle toplanan eserlerden oluşturulmuştur.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi ile Türk Yazı Sanatları Müzesi’ni kurma çalışmaları yapılırken, Yavuz Selim Medresesi’nin (Halıcılar Köşkü Medresesi) ve Yeni Cami Hünkâr Kasrı altındaki depolarda ve Şehzade Camisi imaretinde çeşitli türbe, dergâh ve camilerden toplanmış değerli halı, kilim, sumak, cicim gibi yaygıların olduğu dikkati çekmiştir. İlkel şartlarda korunan, eski eser niteliğinde olan bu eserlerin bir müze kapsamında değerlendirilmesine karar verilmiştir.

Halı Müzesi’nin kurulduğu Hünkâr Kasrı Sultan Ahmet Cami ile birlikte Sultan I.Ahmet tarafından 1609–1617 yıllarında Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'ya yaptırılmıştır. Çeşitli onarımlarla günümüze ulaşan kasır birçok özgün ayrıntısını yitirmiş, son büyük onarımını 1949 yılındaki yangından sonra geçirmiştir.

Müzede bir araya getirilmesi düşünülen bu eserler arasında Uşak, Bergama, Kula, Konya, Kırşehir, Ladik, Kafkas ve Kazak kökenli olanlar bulunuyordu. İlk defa Yapı ve Kredi Bankası’nın Galatasaray’daki galerisinde 1972 yılında sergilenen bu eserler ilgi ile karşılanmıştır. Bunun ardından onarımı tamamlanan ve daha önce yanmış olan Sultanahmet Camisi Hünkâr Kasrı’nda bu halılar ve onları tamamlayan depolardan getirilen diğer örnekler 1979 yılında Halı Müzesi ismi altında ziyarete açılmıştır. Bu arada Belkıs (Acar) Balpınar’ın kontrolünde burada sergilenen halı ve kilimlerin bakımları yapılmış, bunlar çerçevelenmiş, brandalara konunun uzmanları tarafından dikilmiştir. Divriği Ulu Camisi’nden 1978 yılında çalınan 22 halı ve bir kilim 1982 yılında Kayseri’de bulunmuş ve müzeye getirilerek koleksiyonların daha da zenginleşmesi sağlanmıştır.

Müzedeki en erken tarihli halı XIV. yüzyıldan günümüze gelebilen Beylikler dönemine ait bir örnektir. Divriği Ulu Camisi’nde bulunan bu halının XIII. yüzyılda Mengücekler tarafından dokunduğu ileri sürülmüştür. Müzede, Türk düğümü tekniği ile Anadolu’da dokunmuş halılar çoğunlukta olup, bunların arasında XV. yüzyıldan kalma hayvan figürlü bir halı ünik bir örnektir. Bu halı ile de Türk halı sanatına yeni bir örnek kazandırılmıştır. Müzede bulunan bir diğer hayvan figürlü halı ise XVIII. yüzyıla tarihlendirilmektedir.

Müzede Bergama yöresine ait olduğu sanılan bir başka halı Holbain halo kompozisyonlarına benzemekte olup, bunların ortasındaki sekizgenin çevresi çengel motifleri ile zenginleştirilmiştir. Bu örneklerin yanı sıra Batı Anadolu ve İç Anadolu’nun XVI.-XVII. yüzyıl halıları bulunmaktadır. Madalyonlu, yıldızlı Uşak halıları, Bergama, Konya Çanakkale, Türkmen, Yörük ve İran (Kirman) halıları da bu koleksiyonları tamamlamaktadır. Ayrıca XVIII. yüzyıl Ladik, Kula, Gördes seccadeleri de bulunmaktadır.

Müzenin ilgi çeken bölümlerinden birisi de XVI.-XVIII. yüzyıllarda önemli bir halı dokuma merkezi olan Uşak yöresinde dokunan halılardır. Bu halılar grubu içerisindeki yıldız, madalyon, kuş motifli halıların çoğunun zemini Çin bulutları ile bezenmiştir. XVI. yüzyılın sonlarına tarihlenen vazo motifli İran saray halısı, XVI.-XVIII. yüzyıllarda dokunmuş Kafkas motifli Anadolu halıları da onları tamamlamaktadır.


Sultanahmet Cami Avlusu Eminönü
Tel:  (0212) 518 13 30


Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanı’nda, Sultanahmet Camisi’nin Hünkâr Kasrı’nda açılmış bulunan Halı Müzesi’nin yanı sıra caminin mihrap duvarı altındaki boş mekân Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi olarak düzenlenmiş 25 Nisan 1982’te ziyarete açılmıştır. Böylece Türk Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi ismi ile kilim ve düz dokuma yaygılar Türkiye’de ilk kez başlı başına bir müzede sergilenmiştir.

Sultanahmet Camisi 1609–1617 yıllarında Sultan I.Ahmet tarafından Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılmıştır. Müzenin bulunduğu bölüm ise, caminin yapıldığı yıllarda depo olarak kullanılmış uzun bir galeri şeklinde bir mekân idi. Buraya caminin güney kısmındaki iç avludan girilmektedir.

Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi’nde vakıf camilerinden seçilmiş kilim, cicim ve zili dokumalardan 67’si buradaki üç ayrı salonda sergilenmiştir. Müzede toplam 857 adet müzelik ve etütlük eser bulunmaktadır. Müzede sergilenen kilimlerde ortak desen ve dokuma özelliklerini yansıtan örnekler bir araya getirilmiştir. Türkmen ve Yörükler tarafından dokunmuş kilimler, Osmanlı saray kilimleri halk sanatının ortaya koyduğu eserleri yansıtmaktadır. Geometrik desenli kilimlerin yanı sıra çiçekli, bezemeli Osmanlı saray ve çadır kilimleri de yine burada sergilenmiştir.

Müzenin açılışından bir süre sonra buradaki eserlerin aşırı rutubetten zarar gördüğü anlaşılmış, 1990 yılında müze kapatılarak içerisindeki eserler toplanmış ve halı müzesinde koruma altına alınmıştır. Burada rutubeti önleyici tedbirler ve gerekli onarımlar yapıldıktan sonra müzenin yeniden açılması düşünülmektedir.


Sultanahmet Cami Avlusu Eminönü
Tel    :(0212) 518 13 30
Faks :(0212) 527 58 51

Fotoğraflar, www.vgm.gov.tr adresinden alınmıştır.
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #6 : 27 Ocak 2009, 17:16:28 »
İstanbul Büyükşehir Belediye Müzeleri

Şehir Müzesi (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayı içerisinde bulunan bu müzenin tarihi 1939 yılına kadar inmektedir. İstanbul’daki ilk Belediye Şehir Müzesi Beyazıt’taki Sultan II. Beyazıt döneminde yapılmış olan medrese içerisinde Belediye Kütüphanesi ile bir arada bulunuyordu. İstanbul Müze ve Kütüphanesi olarak isimlendirilen bu kuruluşun müze bölümü 1945 yılında Saraçhanebaşı’nda, Bozdoğan Kemeri’ne bitişik olan Gazanfer Ağa Medresesi’ne taşınmış ve orada 1988 yılına kadar ziyarete açık kalmıştır. Bundan sonra Yıldız Sarayı’nın bir bölümüne taşınmış ve Şehir Müzesi ismi ile 1988’de ziyarete açılmıştır.

Yıldız Sarayı’ndaki Şehir Müzesi alt ve üst katta olmak üzere iki uzun salondan meydana gelmiştir. Ancak, yer darlığı nedeni ile de eserlerin bir bölümü sergilenebilmiştir. Müzede İstanbul’un Osmanlı dönemindeki sosyal konumunu yansıtan eserler ağırlıktadır. Bunların başında tablolar, yazılar, resimler, hat levhaları, kumaşlar, Yıldız ve Eser-i İstanbul damgalı porselenler, divit, hokka, kalem gibi yazı malzemeleri, tarikat eşyaları, alemler, çeşitli cam eserler, kahve takımları, buhurdanlar, mutfak eşyaları, sahanlar, ölçekler, teraziler, ağırlıklar, mühürler, cilt kalıpları, çeşitli mahfazalar, keramik ve çiniler ile Topkapı lülelerinden örnekler bulunmaktadır.

Türk resim sanatı yönünden önemli olan Şevket Dağ, Mesrur İzzet, Şerif Ferit, Halil Paşa, Sami Boyar, Mustafa Civanyan, Ziya Keseroğlu, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Feyheman Duran, Zeki Kocamamei, Kemal Zeren, Ferruh Başağa, Elif Naci, Hakkı Anlı, Hamit Görele, Şefik Bursalı, Mustafa Nuri, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Haşmet Akal, Henry Malla, Prieur Bardin gibi ressamların eserleri sergilenmektedir.

Türk hat sanatının önemli isimlerinden Mustafa İzzet, Sultan Abdülmecit, Sami Efendi, Mehmet İzzet, Hamit Aytaç, Mehmet Raşit, Mahmud Celaleddin Efendi gibi hattatların eserleri de burada bulunmaktadır.

Hat sanatı eserleri arasında yazı-resimler, yazı ile yapılmış kuş, arslan, insan yüzü, insan vücudu, cami ve ibrik gibi şekiller de müzede ayrı bir bölüm halindedir. Bu tür yazı örneklerine aynalı üslupta yazılar denilmektedir.

Müzenin diğer eserleri arasında Fatih Sultan Mehmet’in, Sultan II. Osman, Sultan I. Mahmut’un tuğralı fermanları da yine burada bulunmaktadır.

Müzede sergilenen kumaşlar arasında Üsküdar-Selimiye dokuması ipekliler, XVIII.-XIX. yüzyıl Yıldız porselenleri ile Eser-i İstanbul damgalı porselenler üzerinde yapılmış resimlerin de ayrı bir önemi bulunmaktadır. Bunların yanı sıra müzenin birinci katında cam baston ve çubuklar, kuş biçiminde cam gülaptanlar, Beykoz camları, fildişi aynaları, gümüş aynalar, fildişi taraklar, sedef mahfazalar, mercan ve inci çiçekli telkâri tekniğinde yapılmış gümüş dallar, fildişi misk kutuları, fildişi yüzükler, gümüş iğnedanlıklar, gümüş sigaralıklar, muskalıklar, sedef sürmedanlıklar, gümüş tatlı takımları fildişi saplı yelpazeler, maden uçkurluklar, çeşmi bülbül sürahi ve tabaklar, Eyüp işi küçük sürahiler, çeşitli vazolar, tespih takımları bulunmaktadır.

Müzenin ikinci katında ise çeşitli yazı örneklerinin yanı sıra, tarikat alemleri, Yeniçeri müttekaları, Kazaz işi dokuma kemerleri, kadayıf, börek kürekleri, delikli kepçeler, fenerler, mum makasları, geberiler, kasap masatları, musluklar, berber takımları, şerbet güğümleri, Tepedelenli Ali Paşa’ya ait bronz sahanlar, maşrapalar, Süleymaniye işi bakır taslar bulunmaktadır.

Barbaros Bulvarı, Yıldız Sarayı Beşiktaş
Tel : (0212) 258 53 44
Faks : (0212) 249 09 45


Aşiyan Müzesi (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesi, Rumelihisarı’nda şair ve yazar Tevfik Fikret’in evinde kurulan bu müze İstanbul Belediyesi tarafından şairin eşi Nazime Hanım’dan 1940 yılında satın alınmıştır.

Tevfik Fikret’in Farsça yuva anlamına gelen Aşiyan ismini verdiği bu evin yapımına 1905 yılında başlanmış, evin projesini şair kendisi hazırlamış ve 1906 yılında tamamlanmıştır. Tevfik Fikret öldüğü 10 Ağustos 1915 yılına kadar bu evde yaşamıştır. Ölümünden sonra evin arkasına eşi Nazime Hanım tarafından iki odalı bir ilave yapılmıştır. Tevfik Fikret ölümünden sonra Eyüp Mezarlığı’na gömülmüş, 1961 yılında da naşı evin bahçesine nakledilmiştir.

İstanbul Belediyesi tarafından satın alınan ev 1953, 1959, 1975, 1982 ve son olarak da 1989’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı’nın girişimleri ile onarılmış ve müzeye dönüştürülmüştür. Müzede Tevfik Fikret ve Abdülhak Hamid’in eşyaları ile Edebiyat-ı Cedide mensuplarının fotoğraf ve eşyaları bir araya toplanmıştır. Şair Nigâr Hanım’ın kitapları ve arşivi de 1959 yılında buraya eklenmiştir.

Üç katlı bir yapı olan Aşiyan Müzesi’nin zemin katında yemek odası, mutfak ve bugün idari işler bürosu olarak kullanılan çamaşırlık bulunmaktadır.

Birinci katta Recaizâde Ekrem’in yağlı boya portresi ile Edebiyat-ı Cedide’cilerin fotoğraflarının, döneme ait kitapların bulunduğu Edebiyat-ı Cedide odası, Halife Abdülmecit’in yapmış olduğu Şair Abdülhamid’in yağlı boya tablosu, kişisel eşya ve giysiler, çalışma masası, koltuk ve sandalyeleri sergilenmiştir. Ayrıca Abdülhak Hamid’e ait bölümde Ona ait kitaplar, kişisel arşivi, masa ve dolabı teşhir edilmektedir.

Tevfik Fikret’e ayrılmış olan ikinci katta şairin yatak odası ve ondan arta kalan parçalar sergilenmiştir. Şairin yaşadığı sırada kullandığı yatak odası başta olmak üzere kişisel eşyaları, kullanmış olduğu koltuk takımları, mangalı, Mihri Hanım’ın Şair ölmeden önce aldığı alçı mask kopyaları bulunmaktadır. Bu bölümde çeşitli yazı takımları, Tevfik Fikret’in kendisinin yaptığı yağlı boya tablo, desenler, natürmortlar, peyzajlar, karısı Nazime Hanım’ın ve oğlu Haluk’un portrelerinin yanı sıra ünlü sis tablosu da bulunmaktadır.

Aşiyan Yokuşu, Bebek
Tel : (0212) 263 69 86


Atatürk Müzesi (Şişli)

İstanbul ili Şişli ilçesinde Halaskârgazi Caddesi’nde Atatürk’ün I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine Suriye cephesinden ayrılarak 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldiği günlerde oturduğu ev İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar döneminde 1942 yılında müzeye dönüştürülmüştür.

Atatürk İstanbul’a geldiği sırada bir süre Pera Palas’ta kalmış, sonra Salih Fansa’nın Beyoğlu’ndaki evinde misafir olmuş ve müze olan evde kiracı olarak kalmıştır. Halaskârgazi Caddesi’ndeki bu ev 1908 yılında üç katlı olarak Oseb Kasapyan tarafından yaptırılmıştır. Atatürk o sırada Akaretlerde oturan annesi Zübeyde Hanım ile kız kardeşi Makbule Hanım’ı yanına almış ve onları üst kata yerleştirmiştir. Orta katı kendisine ayırmış yaveri de alt katta kalmıştır.

İstanbul’un işgali sırasında Atatürk arkadaşları ile bu evde toplantılar düzenlemiş, Samsun’a hareket edeceği 16 Mayıs 1919’a kadar burada yaşamıştır. İstiklâl Savaşı’ndan sonra Ankara’ya yerleşmiş ve annesi ile kız kardeşini de oraya aldırmıştır.

Şişli’deki bu ev eski valilerden Erzurum Milletvekili Tahsin Uzet’in eşi Hatice Mediha Hanım tarafından 1924’te satın alınmıştır. Evin üzerine Atatürk’ün 1919 yılında burada oturduğunu gösteren bir tabela konulmuştur. Şehremaneti (İstanbul Belediyesi) tarafından 28 Mayıs1928’de satın alınan evde Atatürk ile ilgili eşyalar, tarihi belgeler ve anılar toplanmıştır. Bundan sonra da müze olarak 15 Haziran 1942’de ziyarete açılmıştır. 1960 İhtilalinden sonra İstanbul Belediye Başkanı General Refik Tulga’nın girişimi ile evin gerekli onarımları yapılmıştır. Ancak 9 Ocak 1962’de yangın geçirmiş ve daha sonra orijinaline uygun olarak onarılmıştır. Bu onarım Türkiye İş Bankası’nın mali desteği ile yapılmış, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu da dekorasyon ve düzenleme işlerini yapmıştır.

Atatürk’ün doğumunun 100. yılında 19 Mayıs 1981’de Atatürk Müzesi olarak yeniden ziyarete açılmıştır.

Müzede Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadar geçen yaşamı ile ilgili fotoğraflar, giysileri, kullandığı eşyalar sergilenmiştir. Ayrıca Atatürk ve devrimlerle ilgili belgeler, Milli Mücadeleyi yansıtan, Atatürk ile ilgili tablolar da onları tamamlamıştır. Ressam İbrahim Çallı’nın Trikopis’in kılıcını teslim edişini gösteren tablo ve Zeki Kocamemi’nin yapmış olduğu tablo da müzedeki önemli eserler arasındadır.

Müzenin giriş katında Atatürk’ün doğumu, öğrenim yılları, ilk subaylık yılları, Trablusgarp, Balkan Savaşları (1911–1913), Heykeltıraş Hüseyin Gezer’in yapmış olduğu Atatürk büstü, Çanakkale Savaşları, Mondros Mütarekesi ve Osmanlı devletinin durumunu (30 Ekim 1918) Milli Mücadele hazırlıkları ile ilgili belgeler ve bilgiler bulunmaktadır.

Müzenin birinci katında Atatürk’ün Samsun’a çıkışı, Amasya Tamimi, Erzurum Kongresi (23 Temmuz–7 Ağustos 1919), Sivas Kongresi’nde giydiği jaketatay, yeleği, 1918 yılında Karlsbad’da satın aldığı ceket, Anadolu’da çıkan iç isyanlar, Sevr Antlaşması, I. ve II. İnönü Savaşları, Eskişehir-Kütahya-Sakarya savaşları, Atatürk’ün 1920’li yıllarda giydiği Skoç takım elbisesi, kalpağı, potinleri, termosu, mareşal üniforması, astragan kalpağı, rugan çizmesi, çamaşırları, mecliste saltanatın kaldırılışı sırasında kullanılan kalemler, not defteri, kalemtıraş ve maktaı, Nutuk’un ilk baskısı (1927), Gazi Mustafa Kemal Paşa adına Ankara’da hazırlanmış nüfus kâğıdı, Amerika devlet başkanı Roosevelt’in Atatürk’e hediye ettiği müzik dolabı ile Büyük Taaruz ile ilgili bilgiler bulunmaktadır.

Müzenin ikinci katında; V.Pisani’nin Yunanlıların İzmir’e çıkışı ile ilgili, Kurtuluş Savaşı’nda yaralılara bakan kadınlar, göçlerle ilgili tabloları, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin maketi, altın kaplama sigara tabakası, Lozan etiketli smokini, frakı, son yıllarında giydiği süeter, yazlık giysileri, K.A markalı ipek gömleği, madalyaları, plaketler, kahve fincanı, kartvizitleri, Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul’a ilk gelişinde belediyede imzaladığı defter (9 Temmuz 1927), İbrahim Çallı’nın Atatürk portresi (1937), İbrahim Ferit’in, Ressam Emin’in Atatürk portreleri, Zeki Kocamemi’nin Atatürk’ün cenaze merasimi ile ilgili tablosu (1939) bulunmaktadır.

Halaskârgazi Caddesi No.250 Şişli
Tel : (0212) 240 63 19



Tanzimat Müzesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesinde, Gülhane Parkı içerisinde bulunan Tanzimat Müzesi, ilk defa Ihlamur Kasrı’nda 1952 yılında açılmıştır. Ihlamur Kasrı Milli Saraylar tarafından geri alınınca müze kapatılmıştır. Bundan sonra Yıldız Parkı içerisindeki Çadır Köşkü’nde 1969 yılında yeniden açılmıştır. Müze iki salondan oluşan Çadır Köşkü’nde 1970 yılına kadar işlevini sürdürmüştür. Çadır Köşkü’nün İstanbul Belediyesi tarafından Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’na tahsis edilmesinden sonra Gülhane Parkı’nda kurum tarafından yaptırılan binaya 1983 yılında taşınmıştır.

Gülhane Parkı içerisinde Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun yaptırdığı tek katlı müzede Tanzimat dönemi ile ilgili belgeler bulunmaktadır.

Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkı’nda okunmuş, bu ferman ile Osmanlı tebasına can, mal, ırz ve namus güvenliğini sağlayan hükümleri kapsamaktadır. Sultan Abdülmecit’in Hatt-ı Hümayun’u ile Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa bu fermanı okumuştur. Osmanlı halkının anlayabileceği bir dille yazılan bu Hatt-ı Hümayun’a Tanzimat Fermanı veya Gülhane Hatt-ı Hümayunu da denilmiştir.

Müze içerisinde Paris’te yapılan kongreye katılan delegelerin imzalı fotoğrafları, Tanzimat Fermanı, Mustafa Reşit Paşa, Ziya Paşa ve Sadık Muhtar Bey’e ait eşyalar sergilenmektedir. Ayrıca müze duvarlarında Sultan Abdülmecit’i ziyarete gelen Fransız General C.Robertini’nin Tophane rıhtımından 6 Ağustos 1855’te ayrılışını gösteren bir gravür bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut ile Sultan Abdülmecit’in yağlı boya tabloları bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat Fermanı’nı okuyuşunu canlandıran bir diğer tablo ile Keçecizâde Fuat Paşa’nın bir büstü bulunmaktadır. Tanzimat Fermanı’nın ilân edildiği dönemle ilgili gazete ve dergilerden örnekler de müzede sergilenmektedir. Bunların başında Veg’ai-i Mısr’iye (1829), Takvim-i Vekayi (1831), Ceride-i Havadis (1840), Tercüman-ı Ahval (1860), Tasvir-i Efkâr (1861), ilk Türk ordu gazetesi olan Ceride-i Askeriye (1864), Muhbi (1866), İstanbul (1867), Ruzname-i Ceride-i Havadis (1861), Muhib (1868), Hürriyet (1868), Mümeyyiz (1869), Diyojen (1870), İbret (1870), Çıngırıklı Tatar (1878) ve Medeniyet (1874) gelmektedir. Ayrıca müzede 1856 yılında ilk defa yapılan nüfus kâğıdı, Namık Kemal’in anı defteri ve Mustafa Reşit Paşa’nın Emirgândaki arazisinin vakfiyesi de burada sergilenmektedir.

Müzede çeşitli para ve senetler, askeri giysilerin fotoğrafları, Mustafa Reşit Paşa’ya ait kristal sürahiler Müşir Eğinli Sait Paşa’ya ait üniforma, kitap ve defterler, Sadık Muhtar Paşa’nın üniforması, nüfus cüzdanı da bulunmaktadır.

Gülhane Parkı Eminönü
Tel : (0212) 512 63 84


Karikatür ve Mizah Eserleri Müzesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Saraçhanebaşı’nda Bozdoğan Kemeri’ne bitişik olan Gazanfer Ağa Medresesi’nde bulunan bu müze ilk defa, Beyoğlu Tepebaşı’nda 1975 yılında Karikatürcüler Derneği’nin girişimleri ile açılmıştır. Daha sonra XVI. yüzyıl sonlarında Mimar Sinan’ın kalfası Mimar Davud Ağa’nın yaptırmış olduğu Gazanfer Ağa Medresesi’ne 1989 yılında taşınmıştır.

Müzede karikatür ve mizahi konuları içeren eserler bulunmaktadır. Müzede sürekli ve periyodik olmak üzere iki tür sergileme yapılmaktadır. Sürekli olan sergilerde Türk karikatür sanatının başlangıcından günümüze kadar geçirdiği evreler, örnekleri ve belgeleri ile teşhir edilmiştir. Periyodik olan sergilemede ise Türkiye’nin ve diğer devletlerin karikatürcülerinin yapmış olduğu eserler bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Türkiye ve dünyada yayınlanan karikatür ve mizah dergilerinden seçmeler müzenin koleksiyonlarını tamamlamaktadır. Ayrıca müze bünyesinde sergileme alanları ve dileyen herkese açık olan baskı atölyeleri de bulunmaktadır.

Atatürk Bulvarı, Kovacılar Sokak No.12 Fatih
Tel : (0212) 521 12 64


Kont Szchenyi İtfaiye Müzesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Saraçhanebaşı’nda, İtfaiye Caddesi üzerinde bulunan bu müze ilk kez 1928 yılında İstanbul Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’ne bağlı olarak kurulmuştur. Ancak müzenin ziyarete açılması 1932 yılına kadar uzamıştır. Müze zamanla da ziyarete kapatılarak depo konumuna getirilmiştir. Belirli zamanlarda yapılan onarımlardan sonra müze 1992 yılında yeniden ziyarete açılmıştır.

Müzenin ilk ismi İtfaiye Müzesi idi. Ancak bu isim 1998 yılında Kont Szechenyı İtfaiye Müzesi olarak değiştirilmiştir. Bunun da nedeni, Sultan Abdülaziz’in emri ile1871’de İstanbul’da çıkan büyük yangından sonra, yangın güvenlik önlemlerinin gözden geçirilmesi ve İtfaiye Teşkilatının organizasyonu için Kont O.Szechenyı İstanbul'a Macaristan’dan davet edilmiştir. Kont O.Szechenyı İtfaiye teşkilatının askeri bir disiplinle çalışabilmesi için bir takım esaslar hazırlamıştır. Bunun yanı sıra dört kara bir de deniz yangın söndürme taburları kurmuştur. Başarısından ötürü de kendisine paşalık unvanı verilmiştir.

Müzede sergilenen itfaiye teşkilatı ile ilgili eserler Milli Saraylar Daire Başkanlığı’ndan, İstanbul Müftülüğü’nden ve şehrin çeşitli itfaiye teşkilatlarından temin edilmiştir. Bunların arasında Osmanlı döneminden başlayarak günümüze kadar gelen itfaiye araç ve gereçleri, tulumbalar bulunmaktadır.

Günümüzde 450 m2’lik bir alanı kaplayan binin üzerindeki objenin sergilendiği müzede Sultan III. Murat’ın (1574–1595) yangın önleme ve söndürme amacı ile çıkardığı fermandan başlayarak bu konudaki günümüze kadar gelen gelişmeler kronolojik olarak sergilenmiştir. Osmanlı döneminde yangın güvenlik önlemi olarak kullanılan su fıçısından başlayarak ilk motorlu itfaiye aracına kadar kullanılan söndürme cihazları, tulumbacılara ait malzemeler ve mankenler eşliğinde elbiseler müzede sergilenmektedir. Bunların arasında mahalle ve askeri tulumbalar, hidroforlu tulumba, ilk motorlu pompa, atlı tulumba arabası, bez sarnıç, merdiven, itfaiye fenerleri, teneke ibrikleri, can kurtarma ipi, maske filtresi, telefon santralı, taksim muslukları, semt tulumbaları bulunmaktadır.

Ayrıca Haliç feneri yangını (21 Eylül 1941), Haydarpaşa Silo Yangını (25 Ağustos 1941), İstanbul Adliye Binası yangını (4 Aralık 1933), Atatürk’ün kız kardeşinin yalısında çıkan yangın (18 Kasım 1928), Peter Zoraniç gemisi yangını (22 Ocak 1992), İstinye Yangını (19 Aralık 1960), Arnavutköy Yangını (11 Kasım 1928) ile ilgili fotoğraflara da yer verilmiştir.

İtfaiye Caddesi No: 9 Fatih
Tel : (0212) 635 71 74
(0212) 635 01 00


Serpuş Müzesi (Sarıyer)

İstanbul ili Sarıyer ilçesi, Rumelihisarı’nın arkasındaki düzlük alanda, Duatepe'de Türk Kültür Hizmet Vakfı’nın girişimleri ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir açık hava Serpuş Müzesi 1989 yılında açılmıştır.

Bu müzede çeşitli mezarlıklardan toplanan serpuş ve kavuklara yer verilmiştir. Bu serpuş ve kavuklar bir bakıma Osmanlı döneminde insanların rütbe ve konumlarını gösteren nüfus kâğıdı özelliği de taşımakta idi. Günümüzde müze kapatılmıştır.


Yerebatan Sarnıcı Müzesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi Yerebatan Caddesi’nde bulunan Yerebatan Sarnıcı 1985–1988 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından temizlenmiş, onarılmış ve müze olarak ziyarete açılmıştır. Günümüzde Sultanahmet’e en çok ziyaretçi çeken ve çeşitli etkinliklerin yapıldığı bir kültür mekânıdır.

Kapalı Bizans sarnıçlarının en büyüğü olan ve “Yerebatan Sarayı” diye isimlendirilen bu sarnıcın ilk defa I.Constantinus tarafından yapıldığını, sonraki yıllarda da Iustinianus tarafından genişletildiğini tarihi kaynaklarda belirtmektedir. Yine kaynaklardan, sarnıcın üzerinde yüksek bir kaide üzerinde Hz.Süleyman’ın bronz heykelinin bulunduğu ve İmparator Vasil (867–886) tarafından kaldırılarak eritildiği ve yerine kendi heykelinin konulduğunu öğreniyoruz.

Bu sarnıç, yakınındaki İllius Basilikası’ndan ötürü Basilika Sarnıcı ismiyle tanınmıştır. Buradaki sular, Bozdoğan ve Malova kemerleri aracılığı ile Eğrikapı su dağıtım merkezinden gelmektedir. Sarnıcın plânı I.Dünya savaşı sırasında Alman denizaltıcıları tarafından çıkartılmıştır. Buna göre sarnıç, 140 x 70 metre ölçüsünde olup, 9800 m2’lik bir alanı kaplamaktadır. İçerisinde beşer metre yüksekliğinde, her dizide 28 tane olmak üzere 12 sütun dizisi bulunmaktadır. Birbirlerinden dörder metrelik aralıklarla sıralanan bu 336 sütunun arasında bazı devşirme mimari parçalara da rastlanmaktadır. Sütunlar üzerinde korint tarzının bozulmuş şekli olan kompozit başlıklar bulunmaktadır. Sarnıcın üst örtü sistemini, düzgün kemer ve tonozlar meydana getirmektedir.

1544–1550 yıllarında P.Gylles, sarnıç içerisinde oldukça büyük balıkların dolaştığından bahsetmektedir.

Abdülmecit döneminde (1823–1861) sarnıcın üzerindeki ağırlığı taşıyabilmesi için güneybatı cephesine bir duvar yapılmış ve bu nedenden uzunluğuna 18, genişliğine de 5 sıra sütun bunun arkasında kalmıştır. Bundan sonra, sarnıcın üzerindeki alanda birçok binalar yapılmış, ancak Cumhuriyet döneminde bu binalar kaldırılarak yeşil alan haline getirilmiştir.

İstanbul Belediyesi’nin son yıllarda yapmış olduğu onarım sırasında sarnıcın içerisi tamamen temizlenmiş ve tabanının muntazam tuğla ile döşeli olduğu görülmüştür. Bu onarım sırasında sarnıcın güneybatı köşesinde, geç dönemde yapılan dolgu duvarının arkasındaki sütunların kısa gelen gövdelerini yükseltmek için bunların altına kaide olarak Roma dönemine ait mermer bir anıtın parçalarının konulduğu görülmüştür. Bunlar Medusa veya Gorgo başları olup, Geç Antik Çağda İstanbul’daki bir anıtı süslüyordu.

Yerebatan Caddesi No:13, Sultanahmet, Eminönü
Tel : (0212) 522 12 59

Fotoğraflar, www.ibb.gov.tr ve www.fotografgalerisi.net adreslerinden alınmıştır.
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #7 : 27 Ocak 2009, 17:18:03 »
Üniversite Müzeleri
Resim ve Heykel Müzesi (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde bulunan bu müze günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlıdır. Osmanlı Veliahdı Abdülmecit Efendi bu veliaht dairesinde yaşamış, burada resim yapmış, Batı müziği konserleri verdirmiştir. Veliaht Dairesi yaklaşık 3.672 m2’lik bir alan üzerinde kurulmuştur. Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılmasından sonra uzun süre boş bırakılmıştır.

Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu ve ilk müdürü olan Osman Hamdi Bey ve ondan sonra gelen Halil Ethem Bey de Müze-i Hümayun’un yanı sıra bir resim ve heykel müzesi kurmak istemiş, ancak bunu günün şartlarından ötürü gerçekleştirememişlerdir.

Cumhuriyetin ilanından sonra, boş duran bu yapı Atatürk’ün dikkatini çekmiş ve değerlendirilmesini, Resim ve Heykel Müzesi yapılmasını istemiştir. Bunun üzerine Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı olarak kurulması planlanan müzenin tahsisi 22 Haziran 1937’de Milli Saraylar Müdürlüğü’nden istenmiştir. Bunun ardından 18 Ağustos 1937’de Veliaht Dairesi Güzel Sanatlar Akademisi’ne bu amaçla tahsis edilmiştir. Müzenin müdürlüğüne Galatasaray Lisesi Resim Öğretmeni Halil Dikmen getirilmiş, Onun yanı sıra dönemin konu ile ilgili kişilerinden Ahmet Muhip Dranas, Ressam Cihat, Ressam Hamdi, Ressam Nuri İyem ve Ressam Rahmi Artemiz beyler de görevlendirilmişlerdir.

Resim ve Heykel Müzesi’nin kurulma çalışmalarına başlanmışsa da elde yeterli koleksiyon bulunmuyordu. Bunun için de çoğu dağınık vaziyette resimlerin toplanmasına çalışılmıştır. Başlangıçta toplanan resim koleksiyonlarının büyük bir kısmını Dolmabahçe Sarayı’ndaki tablolar oluşturmuştur. Bu tablolar arasında Türk ressamlarının yanı sıra Fransız, İtalyan ve Rus ressamlarının eserleri de bulunuyordu. Dolmabahçe Sarayı’ndaki bu koleksiyonlar Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamit zamanında meydana getirilmişti. Bu arada Ankara Halkevi’nden, Ankara Vakıflar Müdürlüğü’nden, CHP merkezinden, Başbakanlıktan, Gazi Terbiye Enstitüsü’nden, Ankara Etnografya Müzesi’nden, İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nden, Müzik Öğretmen Okulu’ndan ve Ankara Belediyesi’nde bulunan çeşitli resimler de buraya getirilmiştir.

Kısa süre içerisinde teşhir ve tanzimi yapılan müze 20 Eylül 1937 günü ziyarete açılmıştır. Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan II. Türk Tarih Kongresi’nden çıkar çıkmaz bu müzeyi gezmiş, Akademi Müdürü Burhan Toprak ve müze müdürü Halil Dikmen tarafından bilgilendirilmiştir. Ayrıca Atatürk müzenin halka ücretsiz olarak gezdirilmesini de istemiştir.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi II. Dünya Savaşı sırasında güvenlik gerekçesi ile boşaltılmış ve müze kapatılmıştır. Bu binada bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından öğrenim verilmiştir. Müze 1951 yılı Ağustos’unda yeniden ziyarete açılmıştır. Müzenin müdürleri arasında başta Prof.Dr. Nurullah Berk olmak üzere gibi ünlü ressamlar görev almışlardır.

Resim ve Heykel Müzesi’nde Halil Ethem Bey’in Elvah-ı Naşiye koleksiyonu başta olmak üzere Türk resim sanatının çeşitli heykel, seramik, özgün baskıların yanı sıra ağırlığı resimler oluşturmaktadır. Buradaki yapıtların büyük bir kısmı periyodik olarak Ankara ve İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzeleri ile Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki resim galerilerinde sergilenmiştir. Müzede sürekli resim sergileri açılmakta olup, içerisinde bir de resim onarım atölyesi bulunmaktadır. Üniversite tarafından kısa süreli resim kursları halka yönelik olarak açılmaktadır.

Müze içerisindeki eserler yirmi ayrı salonda sergilenmektedir. Burada Bonnard, Pablo Picasso, Albert, Marquet, Salvator Valeri, Warnia Zarzecki, Andre Derain, Raoul Dufy, Maurice Utrillo, Henri Matisse ve A. Dunoyer de Sagonsac, Kasımpaşalı Hilmi, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyit, Hüseyin Zekai Paşa, Halil Paşa, Hoca Ali Rıza, Ahmet Ziya Akbulut, Hikmet Onat, Osman Hamdi Bey, Nurullah Berk, Şeref Akdik, Cevat Dereli, Refik Epikman, İhsan Özsoy, İsa Behzat, Nazmi Ziya Güran, Feyhaman Duran, Namık İsmail, Avni Lifij, Sami Yetik, Ömer Adil, Melek Celal, Belkıs Mustafa, Müfide Kadri, Güzin Duran, Nazlı Ecevit, Zeki Kocamemi, Ratip Aşir Acudoğlu, Cemal Tollu, Elif Naci, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eşref Üren, Eren Eyüboğlu, Arif Kaptan, Sabri Berkel, Ferruh Başağa, Fikret Mualla, Cihat Burak, Neşet Günal, Şükriye Dikmen, Özdemir Altan, Devrim Erbil, Neşe Erdok, Şadi Çalık, Hüseyin Gezer, Hadi Bara, Kuzgun Acar, Ali Teoman Germener, Tamer Başoğlu, Yavuz Göray gibi sanatçıların resim, heykel ve özgün baskıları bulunmaktadır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 1976–1980 yılları arasında yangın geçirmiş ve bu nedenle de bir süre kapalı kalmış, 1981 yılında yeniden ziyarete açılmıştır.

Beşiktaş Caddesi, Beşiktaş
Tel : (212) 261 42 98


Basın Müzesi (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi Divanyolu Caddesi’nde bulunan Basın Müzesi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yönetimindedir.

Müzenin bulunduğu yapı Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından 1865 yılında yaptırılmıştır. Maarif-i Umumiye Nezareti (Milli Eğitim Bakanlığı) ve İstanbul Darülfünun (Üniversite) hizmetindeki binada daha sonra Osmanlı Sansür Heyeti çalışmış ve 1908’de Şehrülemaneti’ne (İstanbul Belediyesi) devredilmiştir. Bu yapı 1908’den 1983`e kadar Belediye’nin bazı birimlerine hizmet vermiştir. Nezih Demirkent’in başkanlığındaki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu ile İstanbul Belediye Başkanı Abdullah Tırtıl arasında yapılan anlaşmayla Cemiyete kiralanmıştır. Cemiyet tarafından 1984–1988 yılları arasında restore edilen bina, 9 Mayıs 1988’de Basın Müzesi olarak hizmete açılmıştır.

Basın Müzesi Türkiye’nin ilk, dünyanın da basın ile ilgili dördüncü müzesidir. Basın teknolojisi ve bu teknoloji ile üretilen çeşitli eserlerin sergilendiği müzenin zemin katında baskı makinelerine yer verilmiştir. Burada 1870 tarihli taş baskı makinesi, 1892 yapımı tipo baskı makinesi, prova tezgâhı, Alman yapımı 1930 tarihli düz baskı yapan iki adet el pedalı, Alman Leipzig yapımı Spies marka ofset makinesi ve bunun yanı sıra dizgi, entertip dizgi makineleri, matbaa bıçakları, tahta ve kurşun kalıplar, klişe malzemeleri sergilenmiştir.

Müzenin birinci katında İbrahim Mütefferika’nın 1729’de Türkiye’de kurduğu ilk matbaanın dokümanlara dayanılarak yapılmış maketi, bu matbaada basılmış gazete örnekleri, çeşitli yazılı belgeler, gazetelerle ilgili bilgi ve tablolar, basımda kullanılan araç ve çeşitli makineler bulunmaktadır. Bu bölümde Türk gazetecilik tarihinin başlangıcı olan 1828 tarihli Vakayi-i Mısrıye Gazetesi de görülmektedir. Ayrıca II. Meşrutiyetle birlikte başlayan yayına geçen gazeteler, Milli Mücadele sırasındaki çeşitli gazeteler de burada bulunmaktadır. Basın sanayisi ile ilgili çeşitli eserler, XIX. yüzyıldan kalma cilt presi, günümüzde kullanılan klişe makinesi, Radiofoto, Telefoto cihazlarının ilk örnekleri, telex cihazları ve 1970’li yıllarda kullanılmaya başlayan dizgi makinelerine de burada yer verilmiştir.

Müzenin ikinci katında sergi salonları ile bir de sanat galerisi vardır. Bu salonlarda 20’şer günlük aralarla seramik, ebru, hat, tezhip ve minyatür çalışmaları düzenlenmektedir. Bu atölyelerde yapılan eserler sergilenmektedir.

Müzenin üçüncü katı kütüphane ve dokümantasyon merkezine ayrılmıştır. Burada çeşitli gazete, dergi, kitap, küpür, tez ve danışma kaynaklarının yanı sıra Türkiye’de basınla ilgili her türlü bilgi ve belgeler bulunmaktadır. Bunların yanı sıra müzenin 25 kişilik okuma, 100 kişilik konferans salonu vardır. Bu arada müzede bir de basın şehitleri galerisi kurulmuştur.

Müzenin dördüncü katı ise tamamen yönetimle ilgili birimlere ayrılmıştır.

Divanyolu Caddesi No:84 Çemberlitaş, Eminönü
Tel : (0212) 513 84 58
Faks : (0212) 513 84 57


Özel Müzeler

Sadberk Hanım Müzesi (Sarıyer)

İstanbul ili Sarıyer ilçesi, Büyükdere Piyasa Caddesi üzerinde bulunan Sadberk Hanım Müzesi’nin bulunduğu yapı XIX. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılan üç tam bir çatı katından meydana gelmiştir. Avrupa mimari üslubundaki bu yapı kâgir zemin üzerine ahşap bağdadi üslupta yapılmış ve Azaryan Yalısı ismi ile tanınmaktadır.

Azaryan Yalısı bahçesi ile birlikte 4.280 m2’lik bir alanda bulunmaktadır. Yalı bu alanın 400 m2’lik bölümünü kapsamaktadır. Yalının dış cephesi restorasyon sonucunda X şeklinde ahşap süslemelerle kaplanmış ve böylece Boğaziçi yalılarından cephe görünümü ile ayrılmıştır. Bina cephesindeki kabaralar nedeni ile halk arasında Vidalı Yalı olarak anılmıştır.

Bu yalı Vehbi Koç tarafından 1950 yılında satın alınmış, 1978 yılına kadar yazlık olarak kullanılmıştır. Bundan sonra Vehbi Koç’un eşi Sadberk Hanım’ın anısına ve Onun ismi ile bir müze yapılmasına aile tarafından karar verilmiştir. Yalının restorasyon projesi ve uygulamasını Prof.Dr. Hakkı Eldem 1978–1980 yılları arasında yapmış, iç mekânlar müze olacak şekilde düzenlenmiştir. Başlangıçta Koç koleksiyonlarının sergilendiği müze 14 Ekim 1980’de ziyarete açılmıştır.

Müzenin giriş katında, hediyelik eşya dükkânı ve küçük bir çay salonu bulunmaktadır. Bugün kullanılmayan ana girişin tavanı, eski Roma mimarisinden esinlenilmiş kartonpiyer kasetlerle süslenmiştir. Zemin kattan duvarları mermer taklidi kalem işleri ile boyalı ahşap merdivenlerden çıkılan birinci ve ikinci katların ortasında ana salonlar, bunların iki yanında da odalar bulunmaktadır. Günümüzde bu odalar sergilenme mekânları olarak kullanılmaktadır. Yalının çatı katında ise teşhir edilmeyen eserlere ait depolar, çalışma odaları ve bir de kitaplık bulunmaktadır.

Sadberk Hanım Müzesi’nde Koç Vakfı Koleksiyonlarının yanı sıra Hüseyin Kocabaş’ın eserleri 1983 yılında satın alınmıştır. Bunlara yer sağlamak amacı ile yalının hemen yanı başında bulunan ve XX. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan harap durumdaki yalı satın alınarak yeniden yapılırcasına restore edilmiştir. Betonarme olarak yapılan yapının ön cephesi ahşap kaplanmış, yangına karşı önlem olmak üzere yan tarafı da ahşap taklidi mermer sıvalıdır. Bu yalı önden üç, arkadan zeminle birlikte dört katlıdır. Girişinde çok amaçlı olarak kullanılan bir salon ile konservasyon laboratuarına yer verilmiştir. Y. Mimar İbrahim Yalçın’ın iki yıl süreli çalışmasından sonra bu bölüm “Sevgi Gönül Binası” ismi ile 24 Ekim 1988’de ziyarete açılmıştır. Müzenin bu bölümünde Hüseyin Kocabaş’a ait eserlerin yanı sıra arkeolojik eserler sergilenmiştir.

Sadberk Hanım Müzesi’nde eserler Sevgi Gönül Binası’nda arkeoloji bölümü, Azaryan Yalısı’nda da İslâm sanatı, Osmanlı sanatı ve etnoğrafik eserler ayrı bölümler halinde kronolojik olarak sergilenmiştir.

Müzenin Anadolu Uygarlıkları Bölümünde Geç Neolitik ve Erken Kalkolitik Çağlar (MÖ. 5400–4750), Eski Tunç Çağı (MÖ. 3200–200), Asur Ticaret Kolonileri ve Hitit çağlarını kapsayan Tarihi Çağlar (MÖ. 2000–1200), Demir Çağ (MÖ.1200–750), Urartu Çağı (MÖ.860–580), Frig Çağı’na (MÖ.750–300) ait çeşitli kap kacaklar, fibulalar, heykelcikler sergilenmektedir.

Müzenin Yunan Uygarlığı Bölümünde, Miken Çağı (MÖ.1450–1200), Geometrik Çağ (MÖ. 1050–700), Orientalizan ve Erken Arkaik çağlar (MÖ. 700–550), Arkaik Çağ (MÖ.570–460), Lydia dönemi (MÖ. VII.-VI. yüzyıl), Klasik Çağ (MÖ. 475–334), Helenistik Çağ’a (MÖ.330–30) ait eserler sergilenmektedir.

Müzenin Roma Uygarlığı Bölümünde, Roma Çağı’na (MÖ.30-MS.395) ait çeşitli kap kacaklar, kandiller, bronz heykelcikler, terakota eserler bir araya getirilmiştir.

Bizans Eserleri Bölümünde, Hıristiyanlığı simgeleyen rölikerler, haç motifleri, altın ve gümüş süs eşyaları, çanak çömlekler, kandiller sergilenmiştir.

Müzenin heykeltıraşlık eserleri ve mezar stelleri bölümünde Roma Çağı Roma portreleri, çeşitli tanrı heykelleri, torsolar ve büstler bir araya getirilmiştir. Bunun yanı sıra cam eserler bölümünde Roma döneminde ve daha önceki dönemlere ait alabastronlar, koku şişeleri, bardaklar, kâseler ve sürahiler bulunmaktadır. Süs eşyaları boncuklar olarak ayrı bir bölümde sergilenmiştir.

Müzenin Nümizmatik Bölümünde, Arkaik Çağ, Klasik Çağ, Helenistik Çağ ve Roma ile Bizans sikkeleri sergilenmiştir. Bunların yanı sıra Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi altın ve gümüş paraları da ayrı bir bölüm halinde düzenlenmiştir. Bunların arasında Fatih Sultan Mehmet’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Sultan II. Mustafa’nın, Sultan III. Ahmet’in, Sultan III. Mustafa’nın, Sultan II. Abdülmecit’in, Sultan II. Abdülhamit’in ve Sultan Mehmet Reşat’ın döneminde basılmış sikkeler, altınlar bulunmaktadır.

Müzenin İslâm Sanatları bölümü Erken İslâm sanatı eserlerinden, VII.-X. yüzyıldan başlayarak Memluklu, Osmanlı döneminin sonuna kadar gelen çeşitli cam, maden, keramik, çini gibi eserleri kapsamaktadır. Bu eserler arasında XI.-XIII. yüzyıl Selçuklu sanatının maden, keramik ve çinileri, şamdanları, çeşitli figürinleri, şişeleri sergilenmiştir. Unların yanı sıra Eyyubilerin (1171–1250) ve Memlukların (1250–1517) maden, çini eserleri, Timurluların (1370–1506) ve Safavilerin (1501–1753) eserleri bir araya getirilmiştir.

Müzenin Osmanlı dönemi eserleri ayrı bir bölüm halinde düzenlenmiş ve burada genel kapsamlı olarak Osmanlı sanatı anlatılmıştır. Bu bölümde Osmanlı gümüş eserleri, tombak ve pirinç eserler, mineli eserler, çini seladon ve porselenler, bronz sürahiler, maşrapalar, kazanlar, aynalar, leğenler, şamdanlar, gülaptanlar, buhurdanlar, fenerler, alemler, gümüş fincan zarfları, karlıklar, tatlı takımları, divitler, çeşitli kutular, mücevherat kutuları, nargileler, çubuklar, saatler, Mink dönemi seladon çiçeklikleri, Lunk ve Young dönemi seladonları, İznik işi çiniler, seramikler, Kütahya çini ve seramikleri, Çanakkale sersamikleri farklı örneklerle en ince detayına kadar sergilenmiştir. Bunların yanı sıra XVIII. yüzyıldan itibaren yapılan Avrupa porselenleri, Beykoz ve Bohemya camları, Osmanlı sanatının ortaya koyduğu hat ve tezhip sanatı eserleri, çeşitli işlemeler, berber örtüleri, ustura keseleri, ayakkabılar, terlikler, çizmeler, Osmanlı amiral üniformaları, peçeteler, oyalar, ipekli dokumalar ünik örnekler olarak sergilenmiştir.

Müzenin Etnoğrafya Bölümünde, Osmanlı devri kadınlarının sokakta ve evde giydiği giysiler, gelenek ve görenekleri yansıtan mankenlerle şekillendirilmiş sahnelere, özellikle kahve ikramı, gelin hamamı, kına gecesi, damat traşı, loğusa gelenekleri, sünnet düğününe yer verilmiştir. Bu bölümlerde mankenlerin ve otantik eşyaların yardımı ile sergilemeler yapılmıştır.

Sadberk Hanım Müzesi çağdaş müzecilik koşullarına uygun düzenlemeleri nedeni ile 1988 Europa Nostra ödülüne layık görülmüştür.

Piyasa Caddesi No:27–29 Büyükdere, Sarıyer
Tel : (0212) 242 38 13

Fotoğraflar, www.sadberkhanimmuzesi.org.tr adresinden alınmıştır.


M.Rahmi Koç Sanayi ve Teknoloji Müzesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Haliç’in kuzey kıyısında, Hasköy Piri Paşa Mahallesi’nde yer alan M.Rahmi Koç Sanayi ve Teknoloji Müzesi iki ayrı binadan oluşmuştur. Bu yapılardan bir tanesi Osmanlı Lengerhanesi, diğeri de Hasköy Tershanesi’nin bir bölümüdür.

Lengerhane, Sultan III. Ahmet (1703–1730) zamanında XII. Yüzyıldan kalma bir Bizans temelleri üzerine yapılmıştır. Lenger sözcüğü çıpa ve zincir anlamına gelmektedir. Lengerhane olarak da çıpa ve zincirlerin yapıldığı yer tanımlanmaktadır. Lengerhane Sultan III. Selim (1789–1807) zamanında onarılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra 1951 yılına kadar Maliye Bakanlığı tarafından kullanılmış, Tekel-Cibali Tütün Fabrikası’nın ispirto deposu olmuştur. Lengerhane 1984 yılında yangın geçirmiş, üst örtüsünün büyük bir bölümü yanmıştır. Bundan sonra terk edilen yapıyı Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı 1991 yılında satın almış ve 2,5 yıl süren, Garanti Koza firmasının yaptığı restorasyon çalışmasından sonra Rahmi Koç Sanayi ve Teknoloji Müzesi olarak 13 Aralık 1994’te ziyarete açılmıştır.

Müzenin gelişmesi sonucunda bina yetersiz kalmış, Lengerhane binasının karşısında bulunan harabe halindeki Hasköy Tersanesi satın alınmış, tarihi kızak orijinaline uygun olarak restore edilmiştir.

Tershane binası Osmanlı Deniz Hatları Şirketi (Şirketi Hayriye) tarafından 1861 yılında gemilerinin bakım ve onarımı için yapılmıştır. İki atölyeden oluşan Tershane, zamanla genişletilmiş, 45 m. uzunluğunda buhar gücü ile çalışan kızak 1884 yılında buraya eklenmiştir. 1910 yılında ise elektrikle çalışan ikinci bir kızak daha yapılmıştır. Şehir Hatları Vapurlarından 1938 yılında hizmete giren ve yaklaşık 50 yıl Boğaziçi’nde hizmet veren Kocataş ve Sarıyer gibi ilk gemiler burada yapılmıştır. Tershane binası bazı kamu kuruluşlarının kontrolünde kalmış, 1984 yılında Ulaştırma Bakanlığı’nın mülkiyetine geçmiştir. Rahmi Koç Müzesi ve Kültür Vakfı tarafından satın alınmış ve müzeye eklenmiştir. Bu bölüm Temmuz 2001’de ziyarete açılmıştır. Günümüzde müze 11.250 m2’lik bir alanı kapsamaktadır.

M.Rahmi Koç Sanayi ve Teknoloji Müzesi’nde yer alan eserlerin büyük bölümü Rahmi Koç’un özel koleksiyonlarından meydana gelmiştir. Bunun ardından çeşitli kurum ve kuruluşlardan, kişilerden bağış veya satın alma yolu ile müze koleksiyonları geliştirilmiştir.

Müzenin Lengerhane bölümünün birinci katında çeşitli kara ve deniz araçları, sanayide kullanılan buhar makineleri, buhar türbinleri ve buhar kazanlarının orijinalleri veya modelleri sergilenmiştir. Bunların arasında yandan çarklı gemi makineleri, gaz veya buharla çalışan içten yanmalı motorlar, sıcak hava motorları bulunmaktadır. Bu bölümdeki orijinal eserlerden birisi de 67 numaralı Şirketi Hayriye’nin Kalender Vapurunun orijinal ana makinesidir. Kalender Vapuru 1911 yılında İngiltere tezgâhlarında yapılmıştır. Buharla çalışan üç genleşmeli orijinal bir motordur.

Müzenin bu bölümünde lokomotif ve vagon maketlerinin bulunduğu vitrin içerisinde lokomotiflerin gelişimi kronolojik olarak sıralanmıştır. Rocket adı verilen 1829 yapımı lokomotif, buhar ile çalışan tramvay, itfaiye aracı, yol yapımında kullanılan silindirler, tek silindirli tarım çekme makinesi modelleri ile Türk lokomotifleri sergilenmektedir. Bunların yanı sıra 1700-1900’lü yıllarda yapılmış olan çeşitli saatler ve saat mekanizmaları da burada bulunmaktadır.

Lengerhane’nin asma katında XIII. yüzyılda İslâm astronomi bilginlerinin gökcisimlerini hesaplamada kullandıkları usturlaplar, bir yüzünde trigonometrik hesap cetvellerinin bulunduğu çeyrek daire şeklindeki rub’u tahtaları ve farklı dönemlerde yapılmış güneş saatleri bulunmaktadır. Bu objeler arasında astronomi araçlarından XVIII. yüzyıla ait iççubuk, XIX. yüzyıla tarihlendirilen sekstant, oktant ile çeşitli güneş sistemi modelleri, teleskoplar, çeşitli dürbünler bulunmaktadır. XVIII.-XIX. yüzyıllarda kullanılmış mikroskoplar, çeşitli bilimsel aletler, vakum pompaları, camdan ve ahşaptan yapılmış abaküsler, hesap makineleri, Edison ampul kopyaları, elektostatik aletler, dinamo ve galvanometreler de onları tamamlamıştır.

Müzenin iletişim araçlarının sergilendiği bölümde ilk telefonlar, Edison monografının replikası, telgraf cihazı ve XIX. yüzyıl sonunda kullanılan çeşitli gramofon modelleri de bulunmaktadır. Müzedeki radyolar ayrı bir bölümde sergilenmiştir. Burada 1910–1945 yıllarına ait çeşitli modellerde kulaklıklı, hoparlörlü, ağaç mobilyalı radyolar ve radyo pikaplar bulunmaktadır. Ayrıca XIX. yüzyıla tarihlenen üç boyutlu görüntü sağlayan stereoscoplar, kameralar, fotoğraf makineleri, daktilo makineleri ve siyah-beyaz televizyonlar da onları tamamlamaktadır.

Lengerhane’den ek binaya geçişi sağlayan merdivenlerin duvarlarında XX. yüzyılın başlarına tarihlenen gemi modelleri, Osmanlı savaş gemilerinde kullanılmış küçük kalibreli toplar, gemilerin yön bulmasını sağlayan “DF” antenleri sergilenmiştir. Merdivenin bitiminde ve salona ulaşıldığında Bademli Zeytin Fabrikası’nın buhar ile çalışan orijinal ana makinesi ile presi görülmektedir.

Müzenin havacılık bölümünde XIX.-XX. yüzyılda kullanılan Alman, Fransız, İngiliz ve İtalyan yapımı keşif, avcı ve bombardıman uçak modelleri ile onların orijinal uçak motorları sergilenmiştir. Bu bölümde Nazi Almanya’sının Romanya Ploesti rafinerisine yaptığı saldırıdan dönerken 1943’te denize düşen Amerikan B–24 bombardıman uçağının denizden çıkarılmış pilot kabini, Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’nden alınan 1894 Alman yapımı kâğıt ve pul basım makineleri bulunmaktadır. Ayrıca XIX. yüzyıla tarihlenen İngiliz yapımı madeni para basma makinesi de burada sergilenmiştir.

Müzenin bisiklet, motosiklet ve çocuk arabaları ayrı bir bölüm halindedir. Burada P.Michaux ve oğullarının yaptığı ön tekerleğin ortasına yerleştirilmiş ilk pedallı bisiklet, 1867 Fransız yapımı velespet, 1870 İngiliz yapımı penny-farthing gibi yüksek tekerlekli bisikletler, Amerikan 1992 yapımı Harley Davitson motosikleti, İngiliz 1913 yapımı Royal Enfield sepetli motosikleti, çocuk bisiklet ve pusetleri ayrı ayrı sergilenmiştir. Bunların yanı sıra ziraatta kullanılan buhar makineleri, 1880’li yılların orijinal seyyar buhar makineleri, çekici buharlı traktör müzedeki alt salonun ortasına yerleştirilmiştir. Bu bölümdeki vitrinlerde de XX. yüzyılın başlarında kullanılmış çeşitli araba markaları, modelleri, lokomotifler ve oyuncaklar bir araya getirilmiştir. 

Müzenin denizcilik bölümü ayrı bir önem taşımaktadır. Bu bölümde eski dalgıç giysileri, dalgıç donanımları, gemi modelleri, gemi figürleri, gemi yelken donanımları, kampanalar, yalpa müşirleri, fenerleri görülmektedir. Ayrıca çeşitli gemilere ait resimler de duvarlara yerleştirilmiştir. Bunların yanı sıra XIX. yüzyıl sonunda İngiltere’de nehirlerde kullanılmış çift kürekli gezinti kayıkları, pusulalar, sekstantlar, deniz kronometreleri de vitrin içerisinde yer almaktadır. Müzenin bu bölümünde bir köşeye 1922 yılında İngiltere’de yapılmış John Mc. Kay isimli geminin orijinal parçalarından yararlanılarak yapılmış telsiz odası ile kaptan köşkü yapılmıştır. Buradaki seyir aletleri, anons devreleri, gerçek bir kaptan köşkünü çağrıştırmaktadır.

Müzenin bir diğer bölümünde ise, buhar makineli gemilerin buhar basınç göstergeleri, buhar ile çalışan tulumbalar, onlara yardımcı makineler, pervaneler, şaftlar ve dıştan takma deniz motorları sergilenmektedir.

Müzenin açık teşhir alanlarında Ayancık Kereste Fabrikası’na Çangal ve Zingal bölgelerinden tomruk taşıyan 1930 yapımı dekoviller; Üsküdar-Kadıköy Tramvayları, T.A. şirketine ait 20 numaralı Kadıköy-Moda Tramvayı, en kötü hava koşullarında bile batmayan 1951 yapımı kıyı emniyet kurtarma botu, çeşitli gemi demirleri, şamandıralar, yüzer havuz, buhar kazanı, Zafer savaş gemisinin torpido tüpü, F–104 Starfighter savaş uçağı bulunmaktadır.


Hasköy Caddesi No:27 Beyoğlu
Tel : (0212) 250 89 38

Fotoğraflar, www.rmk-museum.org.tr adresinden alınmıştır.


Sakıp Sabancı Müzesi (Sarıyer)

İstanbul ili Sarıyer ilçesi İstinye Caddesi Emirgân’da Atlı Köşk olarak tanınan yapıda Sabancı Üniversitesi’nin Müzesi bulunmaktadır.

Köşkün bulunduğu arazi Sultan IV. Murat tarafından Revan seferi sırasında Osmanlı ordusuna sığınan Yusuf Paşa’ya bağışlanmıştır. Yusuf Paşa’nın ölümünden sonra Osmanlı Mirine geçen bu arazide bazı köşk ve yalılar yaptırmıştır. Bu arazideki Sahilhane 1848–1884 yılları arasında Süleyman Refet Paşa ile eşi Farmatüzehra Hanım’a, Hoca Misak’a, Mustafa Reşit Paşa’nın eşi Adile Hanım’a, Mısırlı Mehmet Ali Paşa’ya, Mustafa Nail Paşa’ya, Masutzade Simon Bey’e, Hidiv İsmail Paşa’ya ve Hidiv Mehmet Tevfik Paşa’ya geçmiştir. Bu arazi Sultan II. Abdülhamit’in fermanı ile 1884 yılında Osmanlı Maliyesi tarafından satın alınmıştır. Buradaki Sahilhane Karadağ Kralı I.Nikola’ya ihsan edilmiş ve hem ikametgâh hem de Karadağ sefarethanesi olarak kullanılmıştır.

Sahilhane 1913 yılında Karadağ Kralından geri alınmış, Sultan Mehmet Reşat’ın torunu Behiye Sultan’ın mülkiyetine geçmiştir. Harap bir durumda olan bu Sahilhane’yi 1925 yılında satın alan Hidiv İsmail Paşa’nın torunu Prens Mehmet Ali Hasan tarafından, mimar Eduard de Nari’ye yeniden yaptırılmıştır. Günümüzde Atlı Köşk olarak tanınan bu yapı Prens Mehmet Ali Hasan’ın ablası Prenses İffet Hanım’a geçmiştir.

İstanbul’da yazlık bir ev arayan ve 1949 yılında İstanbul’a gelen Hacı Ömer Sabancı bu köşkü beğenmiş ve Prens Mehmet Ali Hasan’ın oğullarından 1951 yılında satın almıştır. Bu arada Hacı Ömer Sabancı'nın Mahmud Muhtar Paşa'nın Moda'daki Mermer Konağı'nda yapılan müzayededen satın aldığı bronz at heykelini köşkün önüne koymasıyla bina, halk arasında “Atlı Köşk” olarak anılmaya başlamıştır.

Köşk, Hacı Ömer Sabancı'nın 1966 yılında ölümünden sonra, Sakıp Sabancı ve ailesi tarafından 1969–1999 yılları arasında konut olarak kullanılmıştır. Atlı Köşk Sabancı Üniversitesi’nin 49 yıl süre ile kullanımına verilmiş, içerisindeki Sakıp Sabancı’nın toplamış olduğu çeşitli eserlerle birlikte Sakıp Sabancı Müzesi olarak 2002 yılında ziyarete açılmıştır.

Köşk çağın ileri teknolojisi ile müzeye dönüştürülmüş, ana yapıya yeni bir galeri eklenmiş ve 3.500 m2’lik alanda her türlü uluslar arası düzeyde sergilemeye uygun konuma getirilmiştir.

Sakıp Sabancı Müzesi, Sabancı Üniversitesi'nin bünyesinde yer almakta olup aynı zamanda bir eğitim kurumu olma özelliği taşımaktadır. Müze'de çeşitli düzeyde eğitim programları yapılmakta, ayrıca hafta sonları müzik etkinliklerine de yer verilmekte, sürekli ve geçici sergileme ile etkinlikler, internet aracılığıyla da geniş çevrelere yansıtılmaktadır. Son yıllarda burada açılan Picasso ve Rodin sergileri ile ünü uluslar arası düzeye erişmiştir.

Müzede XIX.-XX. yüzyıllara ait yerli ve yabancı ressamların tabloları, yazma eserler, porselenler ve madeni eserler, çeşitli heykeller, XVIII.-XIX. yüzyıl Çin Famille Noire, Famille Verte porselenleri, poligrom vazolar, dekoratif tabaklar, Sevres vazoları, XIX. yüzyıl Fransız porselenleri, Berlin ve Viyana atölyelerinde yapılmış Alman porselenleri sergilenmektedir. Müzedeki eserler Hacı Ömer Sabancı tarafından ilk defa 1940 yılında oluşturulmaya başlamış, 1970 yılından sonra da Sakıp Sabancı tarafından daha da zenginleştirilmiştir.

Müzenin giriş katındaki üç odada Sabancı ailesinin köşkte yaşadığı dönemde kullandıkları mobilyalar, XVIII.-XIX. yüzyılın sanat eserleri ile döşenmiş olarak olduğu gibi korunmaktadır.

Atlı Köşkün birinci katında Sakıp Sabancı koleksiyonundaki Osmanlı hat sanatı eserleri sergilenmektedir. Buradaki yazma eserler 400 yazı örneğinden oluşmuş, Osmanlı yazı sanatının 500 yıllık geçmişini kronolojik olarak ortaya koymaktadır. Bu yazma eserlerin başında Kuran’lar, çeşitli dua kitapları, beraatlar, fermanlar, şiir kitapları, levhalar ve yazı takımları gelmektedir.

Müzenin resim koleksiyonlarında ise Türk resim sanatının tarihi süreç içerisindeki gelişimi, Avrupa’nın romantizm, gerçekçilik (realizm), doğacılık (natüralizm), izlenimcilik (empresyonizm), izlenimcilik sonrası dönem (post-empresyonizm) resimleri bulunmaktadır. Bunları kübik resmin örnekleri olan fuavizm, kübizm, modernizim sonrası dönemi eserleri tamamlamıştır.

Sabancı Müzesi resim koleksiyonunda XIX. yüzyılın başından günümüze kadar gelen Türk ressamlarının eserlerine de geniş yer verilmiştir. Bunların arasında Osman Hamdi Bey, Nazmi Ziya, İbrahim Çallı, Fikret Mualla gibi ressamların tabloları bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşamış, eser vermiş veya Osmanlılar tarafından yurt dışından davet edilmiş yabancı ressamların eserleri de bulunmaktadır. Bunların arasında Fausto Zonaro ve İvan Ayvazovski gibi sanatçıların eserleri de bulunmaktadır.


İstinye Caddesi No:22 Emirgân, Sarıyer
Tel :   (0212) 229 55 18
Faks : (0212) 252 32 93

Fotoğraflar, www.thy.com adresinden alınmıştır.


500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Karaköy Meydanı Perçemli Sokak’ta bulunan 500.Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, Zülfaris Sinagogu içerisinde 25 Kasım 2001’de açılmıştır.

Zülfariz Sinagogu 1671 yılında yapılmış, günümüze gelen yapı eski temeller üzerine büyük olasılıkla XIX. yüzyılın başında yeniden yapılmıştır. 1882 yılında sinagogun etrafındaki Ehal çerçevesi Samuel Malki tarafından yaptırılmıştır. Kamondo ailesi tarafından 1890 yılında sinagog onarılmıştır. Bunun ardından 1968, 1979 yılında yeni bir onarım daha geçirmiştir.
Son olarak Kamhi ailesinin maddi ve Jak Kamhi'nin değerli katkıları, Naim Güleryüz’ün tasarımı ile 500. Yıl Vakfı Kutlama Programı çerçevesinde müze olarak düzenlenmiştir.

Türk Yahudilerinin kültür mirasıyla ilgili verileri korumak, derlemek, sergilemek ve yorumlamak için açılan müze üç bölümden oluşmaktadır. Ana sergi salonunda Türk Yahudilerinin Müslüman geniş toplumla beraberlik ve iletişimi, etkileşimi, ülkenin sosyal ve toplumsal yaşamına katılımları, obje, belge ve fotoğraflarla anlatılmıştır.

Sinagogun galeri bölümünde geçmiş dönemlere ait Yahudilerle ilgili insan manzaraları bulunmaktadır. Etnografya bölümünde ise; doğum, sünnet, çeyiz, düğün gibi günlük yaşamdaki çeşitli sahneler, Türk Yahudilerinin gelenek ve göreneklerini yansıtmaktadır.

Müzede İspanya’yı terk etmek zorunda kalan ve Sultan II. Beyazıt’ın çağrısı üzerine Osmanlı topraklarına gelen Seferad Musevilerinin yaşam öykülerine yer verilmiştir. Tarih boyunca Türklerle iç içe yaşayan, 700 yıllık beraberliğin öyküsü, hoşgörüsü müzede görülmektedir.


Karaköy Meydanı, Perçemli Sokak Beyoğlu
Tel :   (0212) 292 63 33 – 44
Faks : (0212) 244 44 74


Özel Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi İstiklâl Caddesi’nde, Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde bulunan bu müze Kazım Taşkent’in 1953 yılında başlayan girişimi ile toplanan koleksiyonlardan oluşmuştur. Öncelikle İslâm öncesi ve sonrasına ait sikkelerin bir araya getirilmesi ile başlayan koleksiyonlar, bağışlar ve satın alma yolu ile daha da zenginleşmiştir. Kısa süre sonra bunlara arkeoloji, İslâm sanatı ile ilgili objeler, resimler ve etnografik malzemeler de eklenmiştir. Başlangıçta 1971 yılında sergi biçiminde başlayan çalışmalar müzeye dönüştürülmüştür.

Yapı Kredi Kültür Merkezi, kültürel alanda müze, kütüphane ve sanat galerisi olarak hizmet vermek üzere 29 Ağustos 1992 yılında açılmıştır.

Müzede MÖ VI. yüzyıldan başlayan ve günümüze kadar gelen çeşitli uygarlıklara ait 55.000 parçadan oluşan sikke koleksiyonu bulunmaktadır. Koleksiyon daha çok Emevi, Abbasi, Memluklu, İlhanlı, Selçuklu ve Osmanlı sikkelerinden meydana gelmiştir. Bunların arasında Halife Abdülmelik tarafından 696 yılında bastırılan Emevi sikkesi günümüze gelen iki örnekten yalnızca biridir. Bunun yanı sıra Yunan, Roma ve Bizans sikkeleri de koleksiyonu tamamlamaktadır.

İslâm ve Osmanlı sanatı ile ilgili çeşitli çini, maden ve yazma eserler de müzede ayrı bir koleksiyon halinde sergilenmektedir. Bunların arasında çeşitli çiniler, tombak tepsiler, sahanlar, şamdanlar, buhurdanlıklardan meydana gelen madeni eserler bulunmaktadır.

Müzenin etnoğrafik eserler bölümünde XVIII. ve XIX. yüzyıllara tarihlenen Türk işleme sanatını yansıtan 500 parçadan oluşan bir koleksiyon bulunmaktadır. Türk kumaşları, Yörük kilim ve heybeleri, çorap ve kolonlar, iğne oyaları, tığ işi keseler, peşkirler, ayna örtüleri, yorgan yüzleri, bohçalar, makramalar, kavuk örtüleri, yastık yüzleri, yağlıklar, uçkurlar, berber önlükleri, havlular, çevreler etnoğrafik bölümün önemli eserleri arasındadır. Bunların yanı sıra saatler, tespihler, çeşitli nişan ve madalyalar, servis takımları, şekerlik takımları ve tatlı takımları da bulunmaktadır. Ayrıca halı ve kilim örneklerine de müzede yer verilmiştir.

Ürdün Kralı tarafından Atatürk’e hediye edilmiş müzikli sigara kutusu, Atatürk’ün imzası bulunan Türkçe Kuran, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım’a, Falih Rıfkı Atay’a yazdığı mektuplar, Atatürk’ün cep saati Atatürk ile ilgili bölümünde sergilenmektedir. Ayrıca müzede Türk temaşa sanatını oluşturan Karagöz figürleri de bulunmaktadır. Ragıp Tuğtekin tarafından tamamlanmış olan bu figürlerde Karagöz yapım tekniği, oyunları anlatan iki yazma da müzenin önemli eserleri arasında yer almaktadır.

İstiklâl Caddesi No:285 Beyoğlu
Tel : (0212) 245 20 41- 293 37 10
Faks : (0212) 293 07 23


İstanbul Modern Sanat Müzesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Karaköy’de, Meclis-i Mebusan Caddesi, Liman İşletmeleri Antrepo alanında bulunan Türkiye’nin ilk sanat müzesi Eczacıbaşı topluluğunun çalışmaları ile Oya Eczacıbaşı tarafından açılmıştır. Benzerleri Avrupa’da bulunan modern sanat müzelerinin uzun yıllardan beri Türkiye’de kurulmasına çalışılmıştır. Oya Eczacıbaşı’nın girişimleri sonucunda Galata’da XIX. yüzyıl sonunda yapılmış Denizcilik İşletmeleri’nin 4 no.lu antrepo binasında 11 Aralık 2004 tarihinde açılmıştır.

Türkiye’de Modern Sanatlar Müzesi kurma düşüncelerinin ilk adımı 1987’de İstanbul Kültür Sanat Vakfı kurucusu ve başkanı Nejat Eczacıbaşı tarafından atılmış ve yer olarak da Haliç’deki Feshane Binası düşünülmüştü. Feshane 49 yıllığına İstanbul Belediyesi’nden kiralanmış, Paris’teki Orsay Garı’nı müzeye dönüştüren Mimar Gae Aulenti tarafından düzenleme ve restorasyon çalışmalarına başlanmıştı. Çalışmalar iki yıl sürmüş, tam olarak bitmemesine rağmen İstanbul 3. Bianel’e ev sahipliği yapmıştı. Ne var ki, İstanbul Kültür Sanat Vakfı ile İstanbul Belediyesi arasında bazı sorunlar çıkmış; Belediye müzesi kendisi işletmek istemiş, fakat bunu kabul etmemiş ve sonunda Feshane terkedilmiştir.

Bundan sonra yeni kurulacak müzeye sürekli yer aranmış, sonunda hükümetin yeni müzenin kurulmasını desteklemesi ile İstanbul’da Modern Sanat Müzesi açılmıştır.

Müzenin çağdaş bir konuma getirilmesini Eczacıbaşı Topluluğu üstlenirken, Akbank sinema bölümünü, Fuji Film fotoğraf bölümünü yapmış, Nejat Eczacıbaşı Vakfı koleksiyonlarını, Mimar Sinan Üniversitesi 20 eserini, İş Bankası da koleksiyonlarının kullanma hakkını, Nejad Devrim ve Fahrelnisa Zeyd en önemli eserini, Özdemir Altan da kendi yapıtını müzeye bağışlamıştır.

İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde, halka açık bir sanat kütüphanesi, yapıtların sergilendiği alan, süreli sergi salonu, modern fotoğraf koleksiyonları, 100 kişilik sinema salonu ve denize karşı bir restoran ve mağaza yer almaktadır.

Meclis-i Mebusan Caddesi
Liman İşletmeleri Antrepo Sahası No.4 Karaköy-Beyoğlu
Tel : (0212) 334 73 00
Faks : (0212) 243 43 19


Ercüment Kalmık Müzesi (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesi, Gümüşsuyu Sarayarkası Sokak’ta bulunan bu müze Ayşe ve Ercüment Kalmık tarafından 1997 yılında kurulmuştur. Müze ünlü Türk ressamı Ercüment Kalmık tarafından yapılan eserlerden oluşmaktadır.

Müze XIX. yüzyıl sonlarına tarihlendirilen Ercüment Kalmık’ın evinde düzenlenmiştir. Evin arka bahçesindeki, ressamın sanat atölyesi olarak kullandığı tonozlu yapı, ince ve şeffaf bir köprü ile ana yapıya bağlanmıştır. Günümüzde sergileme alanı dışında kalan üst katta ressamlar için geçici sergiler düzenlenmektedir.

Ercüment Kalmık (1908–1971) Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olmuş, Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı atölyelerinde resim çalışmalarını sürdürmüş, ardından Paris’te Andre Lhote’nin atölyesine devam etmiştir. Eserlerinde figüratif anlatımlara önem vermiş ve sonraki yıllarda soyutlamaya yönelmiş 1950’lerden sonra da kübizmin etkisinde kalmıştır.

Sarayarkası Sokak No:35–37 Gümüşsuyu, Beşiktaş
Tel : (0212) 517 66 08


Hüseyin Rahmi Gürpınar Müze Evi (Adalar)

İstanbul ili Adalar ilçesi, Heybeliada’da denize hâkim bir tepede, Türk edebiyatında önemli bir yeri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1912–1944 yılları arasında yaşadığı evi, ölümünden 70 yıl sonra Kültür Bakanlığı tarafından onarılmış ve doğumunun 136. Yılı olan 19 Ağustos 2000 tarihinde müze ev olarak ziyarete açılmıştır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde yazarlığa başlamış, daha sonra yazılarını İkdam Gazetesi’nde sürdürmüştür. Meşrutiyet döneminde iki mizah gazetesi yayınlayan yazar, daha çok romanları ile ün yapmıştır. Romanlarında Osmanlı toplumunun yaşamını gerçekçi ve mizahi bir üslupta kaleme almıştır. Yaşamının son 30 yılını Heybeliada’nın Burgazada’sına bakan yönündeki ağaçlık bir alanda bulunan 3 katlı evinde geçirmiştir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi Adalar Vakfı Başkanlığı tarafından düzenlenmiştir. Müze içerisinde XIX. yüzyıldan kalma halı ve mobilyalar, çeşitli örtüler, minderler başta olmak üzere yazarın kullandığı yemek, oturma ve yatak odaları otantik eşyaları ile birlikte sergilenmektedir. Bunun yanı sıra yazarın yazıları da burada bulunmaktadır.

Heybeliada, Adalar-İstanbul


Sait Faik Müzesi (Adalar)

İstanbul ili Adalar ilçesi, Burgazada Çayır Sokak’ta bulunan yazar Sait Faik’in yaşadığı ahşap ev annesi Makbule Abasıyanık tarafından müze olarak kullanılmak kaydı ile Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlanmıştır.

Sait Faik Abasıyanık babasının 1939’da ölümünden sonra kışın Şişli’de, yaz aylarını da Burgazada’da geçirmiştir. Yaşamının son on yılını Burgazada’da geçiren yazar, eserlerinin büyük çoğunluğunu burada yazmıştır. Müze olan ev bahçe içerisinde iki katlı bir yapı olup, birinci katında sofa, misafir odası, ikinci katında yine bir sofa ile sergi odası, arşiv odası ve yemek odası bulunmaktadır.

Sait Faik Abasıyanık’ın ölümünden sonra Burgazada’daki evi Darüşşafaka Cemiyeti tarafından içerisindeki eşyaları ile birlikte müzeye dönüştürülmüş ve 11 Mayıs 1964’te ziyarete açılmıştır. Müzede yazarın kullandığı mobilyalar, el yazmaları, mektupları, notları, defterleri, fotoğrafları, gazete ve dergilerde yazmış olduğu yazılar, kitapları ve kişisel eşyaları sergilenmektedir.

Çayır Sokak No:15 Burgazada, Adalar
Tel : (0216) 381 21 32


Orhan Kemal Müzesi

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Cihangir semtinde, Akarsu Caddesi’nde bulunan müze, Orhan Kemal Kültür Sanat Koordinatörlüğü’nün katkıları ile 2000 yılında açılmıştır.

Müze üç katlı bir yapı olup, sergileme alanı dışında kitaplık ve giriş katında da İkbal Kahvesi isimli bir kafe bulunmaktadır. Müzede Orhan Kemal’in Ara Güler tarafından çekilmiş özel yaşamı ile ilgili fotoğrafları, kitaplarının orijinal ilk baskıları, özel mektupları, Onun hakkında yazılan yazılar, çeşitli makaleler, kendisi ile ilgili doktora tezleri sergilenmektedir. Ayrıca yazarın çalışma odası, daktilosu, yatak odası, özel eşyaları ile ölümünden sonra alınan maskı da burada sergilenmiştir.

Akarsu Caddesi No:32 Cihangir-Taksim/Beyoğlu
Tel/Faks : (0212) 243 67 82


Hilmi Nakipoğlu Fotoğraf Makineleri Müzesi (Bakırköy)

İstanbul ili Bakırköy ilçesinde bulunan bu müze, Hilmi Nakipoğlu tarafından kurulmuştur. Müzede Hilmi Nakipoğlu’nun topladığı fotoğraflar ve fotoğrafçılıkla ilgili malzemeler sergilenmektedir. Bunlar arasında 1896 yılında yapılmış fotoğraf makinesinden başlayarak günümüze kadar gelen çeşitli marka ve ölçüde 900 adet fotoğraf makineleri sergilenmektedir. Ayrıca taşınabilen ve taşınamayan stüdyo tipi fotoğraf makineleri, çift objektifli makineler, casus veya mini makineler, Leica filmle kullanılan makineler, poloraid filmle kullanılan makineler de onları tamamlamaktadır. Başta Roll filmi olmak üzere çeşitli filmler ve aksesuarlar da burada bulunmaktadır.

Nefus Nakipoğlu Zihinsel Engelliler Okulu 4. kat,
Osmaniye Caddesi No: 18/B, Bakırköy
Tel : (0212) 543 09 20


Çağlar Boyu Aydınlatma ve Isıtma Araçları Müzesi (Eminönü)
(Özel Mehmet Yaldız Müzesi)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Cankurtaran Mahallesi, Dalbastı Sokak’ta bulunan bu müze, dünyadaki ilk aydınlatma ve ısıtma araçlarının bir araya getirildiği bir müzedir. Mehmet Yaldız’ın çoğu Anadolu’dan olmak üzere dünyanın farklı yerlerinden topladığı 40.000 yıllık geçmişi olan taş, maden, pişmiş toprak ve porselen kandiller; yemek pişirilen ocaklar, şamdanlar, kurmalı gaz lambaları, Beykoz kandilleri, kömür ve soba ütüleri, kuzineler, Selçuklu mangalları, Osmanlı buhurdanları, havagazı lambaları, çeşitli soba ve avizeler, yağ lambaları, ispirto ve karpit lambaları bu müzede sergilenmiştir. Bunların yanı sıra Bizans ve Roma dönemine tarihlenen kandil ve fenerler de bulunmaktadır.

Cankurtaran Mahallesi, Dalbastı Sokak No:16
Sultanahmet-Eminönü
Tel : (0212) 517 66 08


Deniz ve Su Ürünleri Müzesi (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesinde Milli Eğitim Bakanlığı Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesi bünyesinde bulunan bu müze 1988 yılında ziyarete açılmıştır.

Müzede sergilenen eserlerin büyük çoğunluğu Türkiye çevresindeki denizlerin yanı sıra Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu’ndan derlenmiştir. Müzede 59 adet mercan, 869 adet mollüsk, 585 adet dondurulmuş balık teşhir edilmektedir. Bunların yanı sıra denizcilik ile ilgili çeşitli araştırma araçları da burada bulunmaktadır.

Beykoz-İstanbul
Tel : (0212) 413 21 32


PTT İstanbul Müzesi (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Hobyar Mahallesi’nde, yeni postanenin arkasında ve alt katında bulunmaktadır. Ulaştırma Bakanlığı İstanbul PTT Başmüdürlüğü yönetiminde bulunan müze, Posta, Telgraf ve Telefon ve Pul olmak üzere üç ayrı bölümden meydana gelmiştir.

Müzede ilk defa 23 Ekim 1840’ta başlayan, posta hizmetlerinde kullanılan araç ve gereçler sergilenmektedir. Ayrıca burada posta hizmetlerinin günümüze kadar geçirdiği devreler de görülmektedir. Müzede posta çantaları, merkez çantaları, posta kutuları, posta hatlarını gösteren haritalar ile bugün de kullanılan otomatik damgalama makineleri bu bölümde bir araya getirilmiştir.

Müzenin Telgraf ve Telefon bölümünde; ilk defa 9 Eylül 1855’te Edirne-Şumnu arasında çekilen ilk telgraf hattı, 1881 yılında İstanbul Soğukçeşme ile Yeni Cami psotane binası arasındaki ilk telefon tesisatından bu yana kullanılan mostar, Hük telgraf cihazları, elektro-mekanik ve elektronik telem primor cihazları, çeşitli telefonlar, manuel ve otomatik telefon santralleri ile PTT fabrikalarında yapılmış telefonlar sergilenmektedir.

Müzenin pul bölümünde ise Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze kadar gelen çeşitli pullardan meydana gelmiş koleksiyonlara yer verilmiştir.

Hobyar Mahallesi Yeni Postane Sokak,
Zaptiye Caddesi No:25 Eminönü
Tel : (0212) 520 90 37
Faks : (0212) 520 50 37


Özel TÜRVAK Sinema ve Televizyon Müzesi (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kavacık’ta bulunan bu müze Türk Sinema-Televizyon yayıncılığını geliştirmek ve bu konuda çalışan yayıncıları eğitmek ve emekçilerine destek olmak amacı ile Türker İnanoğlu Vakfı (TÜRVAK) tarafından kurulmuştur.

Müzede ilk sesli çekim yapan kamera, Türkiye’ye ilk gelen sinema gösterim makinesi, TRT’de kullanılan sinema ve televizyon ile ilgili araç ve gereç örnekleri sergilenmektedir. Ayrıca orijinal film senaryoları, film anlaşmaları ve sözleşmeleri de yine burada sergilenmiştir.

Müzenin dokümantasyon bölümünde 22.000’e yakın kitap, 10.000 yerli ve yabancı filmin video kaseti, filmlerin orijinal afişleri ve filmlerden alınmış fotoğraf kareleri sergilenmiştir.

Müzenin tiyatro odasında ise Darülbedai’den günümüze gelen tiyatro biletleri, el ilanlarının yanı sıra Muhsin Ertuğrul, Vasfi Rıza Zobu, Raşit Rıza, Bedias Muvahhit ve Behzat Budak gibi tiyatro sanatçılarının fotoğrafları başta olmak üzere diğer sanatçıların da fotoğrafları ile oyunlarından alınmış sahnelere yer verilmiştir.

Şehit Teğmen Mehmet Ali Yılmaz Sokak NO:4
Kavacık, Beykoz
Tel :(0216) 425 19 00
Faks :(0216) 425 19 18


İstanbul Oyuncak Müzesi (Kadıköy)

İstanbul ili Kadıköy ilçesinde, Göztepe semtinde bulunan müze, şair-yazar Sunay Akın tarafından ailesine ait köşkte kurulmuş, 23 Nisan 2005 tarihinde ziyarete açılmıştır. Müzenin tasarımını Ayhan Doğan yapmıştır. Müze 500 m2’lik bir alanda kurulmuş olup, 4000 adet oyuncak sergilenmiştir. Oyuncakların sergilendiği her oda birer tiyatro sahnesi görünümünde teşhir edilmiştir.

Müzede sergilenen oyuncaklar Sunay Akın tarafından yurt içi ve dışından toplanmıştır. Müzedeki en eski oyuncak 1817 yılına ait Fransa’da yapılmış oyuncak bir kemandır. Ayrıca Amerika’da 1820 yılında yapılmış bebek ile 1860 yılına ait misketler, Almanya’da yapılan yaklaşık yüz yıl öncesine ait teneke oyuncaklar ile porselen bebekler müzenin oyuncak örneklerindendir.

Müzenin giriş katında Kızılderililerin günlük hayatlarını yansıtan figürlerin yer aldığı “Vahşi Batı” bölümünde George Washington'dan Nixon'a kadar A.B.D başkanlarının oyuncakları sergilenmiştir. Kızılderililerin köyleri, kovboy kasabaları, Amerika Kuzey-Güney Savaşları’nda mavi ceketliler, kaleler burada görülmektedir. Ayrıca Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yapılmış oyuncaklar, bez bebekler, tel arabalar, İstanbul’da üretilmiş teneke oyuncak kalıpları, Eyüp oyuncakları ile Sultan II. Abdülhamit dönemine ait gölge oyunlarının kahramanları onları tamamlamaktadır.

Müzenin birinci katında batan Titanik’te ölen yolcuların anısına 1912’de yapılan siyah renkli oyuncak ayı, oyuncak gemiler ve uçaklar bulunmaktadır. Müzenin sirk odasında dönme dolaplar, palyaçolar, bebek arabaları, piyanolar, oyuncak okul, porselen bebekler, istasyonlar, tüneller ve raylar üzerindeki trenler, inekler bulunmaktadır.

Müzenin ikinci katında ise; oyuncak askerler, kurşun askerler, Noel Baba, Süpermen, Batman ve Cindirella gibi masal kahramanları ile uzay odası da bulunmaktadır. Müzedeki tahta oyuncaklar, şatolar, üç tekerlekli bisikletler de onları tamamlamaktadır.

Müzede 70 kişilik bir toplantı ve gösteri salonu bulunmakta olup, müzeye katkıları nedeni ile bu salona İyigün Özütürk’ün ismi verilmiştir. Ayrıca müzede bir de kafeterya ve oyuncakçı dükkânları bulunmaktadır.


Ömerpaşa Caddesi, Dr.Zeki Zeren Sokak No:17
Göztepe, Kadıköy-İstanbul
Tel : (0216) 359 45 50 – 51

Fotoğraflar, www.istanbuloyuncakmuzesi.com adresinden alınmıştır.


Pera Müzesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Tepebaşı’nda Bristol Oteli olarak tanınan yapı içerisindeki müze, Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından kültür amaçlı olarak kurulmuştur.

Müzenin bulunduğu Bristol Oteli 1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından otel olarak yapılmıştır. Yakın zamanlara kadar otel işlevini sürdüren bu yapıyı Mimar Sinan Genim restore etmiş ve aynı zamanda da donanımlı bir müzeye dönüştürmüştür.

Müzede Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın özel koleksiyonları sergilenmektedir. Yapının birinci ve ikinci katları müzeye ayrılmıştır. İkinci katta Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi bulunmaktadır. Müzenin çok amaçlı sergi salonları dördüncü ve beşinci katlardadır. Bodrum katında ise Oditoryum-fuaye bulunmaktadır.

Müzenin büyük bir bölümünü Anadolu ağırlık ve ölçüleri koleksiyonu oluşturmaktadır. Burada eski çağlardan günümüze kadar gelen çeşitli malzeme ve tekniklerde üretilmiş tartı ve ölçü aygıtlarından örnekler sergilenmiştir. Bunun yanı sıra Kütahya ve çini seramikleri koleksiyonunda da Kütahya işi çini ile seramikler sergilenmiştir.

Müzenin önemli bölümlerinden birisi de resim koleksiyonlarının yer aldığı bölümdür. Bu koleksiyon 300’den fazla tablodan oluşmaktadır. Oryantalist resim koleksiyonu ayrı bir bütün halindedir. Bu bölümde XVII.-XIX. yüzyıllar arasında Osmanlı yaşamından esinlenmiş olan Avrupalı oryantalist ressamların eserleri bir araya getirilmiştir. Bunların arasında Osman Hamdi Bey’in resimleri ile Kaplumbağa Terbiyecisi isimli tablosu da yer almaktadır.


Meşrutiyet Caddesi No:141 Tepebaşı, Beyoğlu
Tel :   (0212) 334 99 00
Faks : (0212) 245 95 11


Sabri Artam Vakfı Otomobil Müzesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Çengelköy’de bulunan Sabri Artam Vakfı Otomobil Müzesi 1997 yılında ziyarete açılmıştır.

Dört katlı müzenin ilk iki katı ziyarete açık olup, burada değişik tarihlere ait 50 otomobil sergilenmektedir. Giriş katında modeli ve sahibi nedeni ile farklı özellikleri olan yakın yıllara ait otomobiller sergilenmektedir. Müzede 1957–1988 yıllarına tarihlenen Ferrari marka arabalar bulunmaktadır. Ayrıca 1957 model 12 silindirli, 200 km. hız yapabilen, kırmızı 250 GT Boano ile, Ferrari’nin kaybettiği oğlu Dido’nun adını taşıyan, 1970 model, altı silindirli, 240 km. hız yapabilen, sarı 246 GT Ferrariler de bulunmaktadır.

Müzenin ikinci katı klasik model otomobillere ayrılmıştır. Burada sergilenen otomobiller yapıldıkları dönem ve markalarına göre teşhir edilmektedir.

Bosna Bulvarı No:104 Çengelköy
Tel (0216) 316 6863


Proje4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi (Beşiktaş)

2001 yılında "Proje4L İstanbul Güncel Sanat Müzesi" adıyla Türkiye'deki güncel sanatı ve sanatçıları desteklemek amacıyla kurulan ve inşaat döneminden itibaren bir müze olarak tasarlanan mekân yaklaşık 2000 metrekarelik alanda, pek çok sanatçıya yaratıcılıklarını sanatsal üretime dönüştürebilme imkânı sunmuştur. Kısa sürede uluslararası standartlara ulaşan ve Türk çağdaş sanatının yurt dışında saygınlık kazanmasına önemli katkıda bulunan Proje4L, genç sanatçılarımızın dünya çağdaş sanat platformunda tanınmalarına destek oldu.

Müze, 2005 yılından itibaren, Elgiz Koleksiyonu'nu kalıcı olarak sergilemeye başladı. Halen "Proje4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi" adı altında "özel koleksiyon müzesi" kimliğiyle faaliyet göstermektedir.

Dinamizmini, "Artvarium" adı ile kurduğu proje odasını süreli projeler için sanatçıların kullanımına sunarak sürdüren Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, ayrıca düzenlediği koleksiyonculuk eksenli konferans ve paneller aracılığıyla çağdaş-sanat-severlerini buluşturan bir paylaşma ortamı yaratıyor.


Harman Sokak Harmanci Giz Plaza Levent 34394 Istanbul
Tel:  00 90 212 281 51 50
Fax: 00 90 212 283 17 99

Kaynak : www.kenthaber.com
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

melikee_fgh
  • Ziyaretçi
tesekkur
« Yanıtla #8 : 24 Kasım 2011, 15:00:40 »
merhaba   
Siteniz oldukça bilgilendirici ve başarılı bir site. Sitenizi google readera ekliyorum. Fırsat buldukça soru ve cevaplar ile sitenize katkıda bulunmaya çalışacağım.

degirmen

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 1
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #9 : 30 Ağustos 2012, 13:14:03 »
çok güzel yazı olmuş
İstanbul da yaşamama karşın bu kadar çok müze olduğunu bilmiyordum. Biz Ayasofya / Topkapının dışında bir şey bilmiyorduk.
Bu cumartesi bir kaçına gitmek nasip olur inşallah müze kart varmış. bu konuda bir bilgisi olan ?
Harun Değirmen

ozan erdost
  • Ziyaretçi
Ynt: İstanbul Müzeleri
« Yanıtla #10 : 29 Haziran 2013, 16:04:19 »
istanbul oyuncak müzesi gerçekten görülmesi gereken bir yer
gitmeyenlere tavsiye ediyorum
www.istanbuloyuncakmuzesi.com
www.oyuncaktuneli.com

 

* Bizi Takip Edin

Son Mesajlar

Ynt: KKTC Lefkoşa Selimiye Camii (Aya Sofya Katedrali) Gönderen: karacanenes
[25 Mart 2024, 12:09:22]


Teknik Personel Gönderen: TAŞYAPI
[24 Mart 2024, 16:13:27]


ÖN MUHASABE VE MİMAR PERSONEL ALIMI Gönderen: osman.blnk
[24 Mart 2024, 10:19:47]


Restorasyon alanında iş arıyorum Gönderen: Sudenur uysal
[22 Mart 2024, 19:19:58]


RESTORASYON ALANINDA DENEYİMLİ İNŞAAT TEKNİKERİ Gönderen: cabiyotlu
[22 Mart 2024, 11:02:48]


Ynt: NAKKAŞ/KALEMİŞİ/RESTARASYON EKİBİ Gönderen: nAKkaŞBey38
[22 Mart 2024, 01:59:53]

SimplePortal 2.3.7 © 2008-2024, SimplePortal