Restorasyon Forum

Hoşgeldiniz Ziyaretçi. Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Restorasyon Forum - Reklam Alanı

Gönderen Konu: İstanbul Camiileri  (Okunma sayısı 12474 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Emre
  • Restorasyon Forum
  • **
  • İleti: 66
  • Cinsiyet: Bay
İstanbul Camiileri
« : 22 Ocak 2009, 00:03:14 »
İstanbul Tarihi Camileri


Sultanahmet Camii
Sultanahmet Meydanı’nda, Ayasofya Camisi’nin karşısında yer alan Sultanahmet Camisi, Sultan I.Ahmet tarafından mimar Sedefkâr Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştır. Caminin yapımına 1609 yılında büyük bir törenle başlamış, 1617 yılında cami, 1619 yılında ise külliyenin diğer bölümleri tamamlanabilmiştir.
İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biri olan külliye, cami, medrese, hünkâr kasrı, arasta, dükkanlar, hamam, çeşme, sebil, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethaneden meydana gelmekteydi. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır. İçindeki 21043 adet çini kullanılmıştır. Bu çinilerin çeşitliliği ve aynı zamanda sayılarının çokluğu piyasadaki mevcutlardan toplanmasından kaynaklanmaktadır.Beyaz zemin üzerine çeşitli renklerle meydana getirilen panolardaki selviler, laleler, sümbüller, nar çiçekleri, üzüm salkımları ve rûmi motifleri burada Türk çini sanatının en güzel örneklerini bir araya getirmiştir.
Bu konu üzerinde inceleme yapan Tahsin Öz, elliden fazla çiçek deseninin bulunduğunu ve benzerine rastlanmayan bu durumun süsleme sanatı yönünden bir hazine olduğunu söylemiştir. Bu çinilerin renginden ve vitraylardan içeriye sızan ışık karışımından ötürü Sultanahmet Camisi yabancılar tarafından “Mavi Cami” olarak isimlendirilmiştir. Cami, külliyenin merkezinde yer almaktadır. Cami, geniş bir avlu ve ona eş büyüklükte bir iç mekândan oluşur. Zeminden yükseltilmiş avluya basamaklarla ulaşılır. Avluda üzeri kubbeyle örtülü, fıskiyeli bir havuz yer almaktadır. Sultanahmet Camisi’nin bir diğer özelliği de minareleridir. İstanbul’daki tek altı minareli camidir. Altı minareli oluşu, Sultan I.Ahmet’in İstanbul’un fethinden sonra altıncı padişah oluşunu simgeler. Bu minarelerden dördü cami gövdesine bitişik ve üç şerefelidir. Diğer iki minaresi ise avlunun köşelerinde olup, iki şerefelidir. Bütün minarelerinde bulunan şerefe sayısı toplam 16 olup, Sultan I.Ahmet’in on altıncı Osmanlı padişahı olduğunu simgelemektedir.

Caminin ibadet mekânını örten kubbesi yaklaşık 34 m. çapında ve yerden 43 metre yükseklikte olup, 5 metre çapında dört fil ayağının üzerine oturmaktadır. Bu büyük kubbeyi destekleyen dört tane yarım kubbe vardır. Camiyi yerden kubbeye kadar 5 kat halinde ve renkli vitraylı 260 pencere aydınlatmaktadır. Çinilerin yanı sıra, yapıldığı dönemin diğer mimari öğeleri de burada bir arada kullanılmıştır. Sedef kakmalı mermer minber, işlemeli mermer mihrap, kalem işi süslemeler, sedef, bağa kakmalı ahşap kapılar, dolap, pencere kapakları ve rahleler, kubbeye asılan devekuşu yumurtaları ve avizeler, caminin iç mekânını süsleyen Osmanlı sanatı örnekleridir.
Külliyenin bir diğer yapısı Hünkar Kasrı’dır. Padişahın namaz öncesi veya sonrasında istirahat edebileceği bir yapı olarak tasarlanan bu bina bir cami etrafına yapılan ilk sultan kasrıdır. Külliyenin dış avlusunda yer alan Hünkâr Kasrı 1960’lı yıllarda yanmış ve yenilenmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü burada Halım ve Kilim Müzesini açmış, ancak eserlerin rutubetten etkilenmesi üzerine müze kapatılmıştır.
Külliyenin kuzeydoğu köşesinde türbe yer almaktadır. Bu türbe de Sultan I.Ahmed, eşi Kösem Sultan, oğulları Sultan II.Osman ve Sultan IV.Murad ile bazı torunları gömülüdür. Günümüzde bu yapı topluluğu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türbeler Müzesi Müdürlüğü’dür. Türbenin yakınında ise medrese yer alır. Bu medrese günümüzde Başbakanlık arşiv deposu olarak kullanılmaktadır.
Dış avlu duvarına bitişik olarak da sıbyan mektebi yer alır. Bu mektebin zemin katında bir çeşme ve dükkanlar, üst katında ise dershane vardır. Külliyenin kıble yönündeki en uç yapısı arastadır. 1912 yangınında bir kısmı yok olan arastanın bir bölümü Mozaik Müzesi olarak düzenlenmiş, 1986 yılından sonra arastanın bu bölümünde demir konstrüksiyonlu Büyüksaray Müzesi açılmış, arastanın diğer dükkânları halı ve turistik eşya satan bir çarşıya dönüştürülmüştür.
Sokollu Mehmet Paşa Yokuşu üzerinde bulunan darüşşifa ve imaret in bir bölümü Marmara Üniversitesi ve Sultanahmet teknik Lisesi tarafından kullanılmaktadır. XIX.yüzyılın sonlarında yapılan bu yapılar darüşşifa ve imareti orijinal görünümünden oldukça uzaklaştırmıştır. Yapı topluluğunun dört sebilinden üçü günümüze ulaşmıştır. Bunlardan biri arastanın içinden, diğeri dış avlu kapısı yanında, üçüncüsü ise türbe civarındadır.


Süleymaniye Camii (Eminönü)

Süleymaniye Cami Külliyesi İstanbul’un üçüncü tepesinde, tepenin Haliç’e bakan yamacında, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan’ın kalfalık döneminde külliye olarak yapılmıştır. Yaklaşık 6000 m2’lik bir avlu içerisindeki caminin çevresinde yedi medrese, sıbyan mektebi, imarethane, tabhane, darüşşifa, bimarhane, hamam, çarşılar darülhadis ve türbelerden meydana gelmiştir. Külliye bugünkü Kantarcılar Mahallesine bakan tepe üzerinde 13 Haziran 1550’de temelleri atılmış ve ilk temel taşı devrin büyük alimi Şeyhülislam Ebussuud Efendi tarafından konulmuştur. Yapı topluluğu yedi yıllık bir sürede tamamlanmış, 7 Haziran 1557’de törenle açılmıştır. Kaynaklara göre 59 milyon akçe yapımı için sarf edilmiştir.

Süleymaniye Camisi, Osmanlı Devleti’nin en görkemli günlerini yaşadığı çağda yapılmış bir eserdir. İstanbul panoramasının en önemli öğelerinden biri olan yapı topluluğu yalnızca bir ibadethane değil, etrafındaki külliye ve çevresindeki mahalleyle birlikte, çağının en önemli sosyal ve kültürel bir merkezi idi. Burada Mimar Sinan’ın sanatı, dehası, Osmanlı’nın büyüklüğü ve gücü simgelenmiştir.

İstanbul’da başka herhangi bir camide rastlayamayacağımız yapı topluluğunun avlusuna mermer üç katlı muhteşem bir kapıdan girilir. Avluda fıskiyeli bir havuz yer alır. Yine diğer camilerden farklı olarak, caminin dört minaresi de avlunun köşelerine yerleştirilmiştir. Dört minâre, Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki Osmanlı İmparatorluğunun dördüncü hükümdarı olduğunu gösterir. Minârelerin şerefelerinin toplam sayısı da Kanunî Sultan Süleyman’ın Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Sultan Osman Gazi’den sonra onuncu padişah olduğunu belirtir. Cami ön kısmının iki yanındaki minarelerde ikişer ve avlunun sonunda iki minarede de üçer şerefe olup dört minarede toplam on şerefe vardır ve alt kısımlarında sarkaç süslemeleri bulunmaktadır. Minarelerin birbirleriyle ve kubbeyle olan orantıları, görünüm ve estetik açıdan mimarinin en güzel örneklerinden biridir.

Caminin ibadet yerinin üzeri iki yarım kubbe, iki çeyrek kubbe ve on üç küçük kubbenin desteklediği merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe dört büyük payeye; kubbe kemerleri ise dört büyük granit sütuna dayanmaktadır. Kubbe 53 metre yüksekliğinde, 27.25 m. Çapında olup, kasnağındaki 32 pencere ile aydınlatılmıştır. Ayrıca içerideki yankıyı kuvvetlendirmek için kubbenin içerisine ve köşelere, ağzı iç tarafa açık gelecek şekilde 64 küp yerleştirilmiştir. Böylece mükemmel bir akustik meydana getirilmiştir. Camii içerisinde mükemmel bir hava dolaşım sistemi oluşturulmuş, giriş kapısı üzerindeki boşlukta aydınlatma için kullanılan 4000 mumun isi toplanmıştır. Bu islerden hat sanatında kullanılan mürekkep elde edilmiştir. İçerideki yazılar devrinin önde gelen hattatlarından Ahmet Karahisari ile öğrencisi Hasan Çelebi`nin eserleridir.

Yaklaşık 3500 m2’lik bir alana yayılan cami 59x58 m2’lik bir ölçüsü olup, içerisi 238 pencere ile aydınlatılmaktadır. Caminin mermer minberi, mihrabı Osmanlı oymacılık sanatının en güzel örneklerinin başında gelir. Ayrıca ahşap oyma vaiz kürsüsü, ahşap üzerine sedef bağa kakma pencere kapakları ve kapıları, pencere vitrayları caminin diğer sanat eserleridir.

Külliyenin medreseleri caminin doğu ve batı yönlerinde, dış avlu duvarlarına paralel olarak uzanır. Batı yönünde Evvel Medresesi, Sani Medresesi, Sıbyan Mektebi ve Tıp Medresesi, doğu yönünde ise Rabi Medresesi ve Salis Medresesi yer alır. Darülhadis Medresesi ise caminin kıble yönünde ve İstanbul Üniversitesi bahçe duvarında paralel olarak uzanır. Rabi Medresesi ile Darülhadis Medresesi’nin kesiştikleri yerde ise külliyenin hamamı vardır. Daha önce atölye olarak da kullanılan hamam,1980 yılında restore edilmiştir. Külliyenin tabhanesi, darüzziyafesi, imareti ve akıl hastalarının tedavi edildiği bimarhanesi kuzeybatıda, kıbleye paralel olarak yerleştirilmişlerdir. Caminin kıble yönündeki haziresinde çok sayıda mezar ile Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’a ait iki türbenin yanı sıra bir türbedar odası yer almaktadır. Kanuni ‘ye ait türbede, Sultan II. Ahmet, eşi Rabia Sultan, kızı Mihrimah Sultan, Asiye Sultan, Sultan II. Süleyman ve annesi Saliha Dilaşub Sultan gömülüdür. Türbenin çevresindeki hazirede Osmanlı tarihinin birçok ünlü kişisinin mezarları bulunmaktadır. Bunların arasında; Abdülaziz`i tahttan indirenlerden Hüseyin Avni ve Kaptan-ı Derya Ali paşalar, Sadrazam Ali Paşa, II. Mustafa`nın kızı Safiye Sultan, Maarif Nazırı Kemal Paşa... Mimar Sinan’ın türbesi ise caminin dışında, şu anda İstanbul Müftülüğünün bulunduğu yerin hemen yanındadır.

Süleymaniye Camisi ile ilgili diğer bazı camilerde olduğu gibi bir takım öyküler yıllardır anlatıla gelmiştir. Bunlar birer hoş anı olarak dinlenmeli, ancak gerçek olduğuna da bilimsel yönden inanmaya olanak yoktur:

Mimar Sinan caminin temelini attıktan sonra, temelin oturması için bir yıl caminin yapımına ara vermiş, bu süre içinde de Bağdat’tan Arafat’a uzanan Ayn-ı Zübeyde denilen su yollarını tamir etmişti. Bir yıl sonra tekrar dönmüş ve inşaata başlamıştı. Maddi olanaksızlıklar nedeniyle inşaatın durduğunu sanan İran kralı Şah Tahmasp, mücevherlerle dolu bir kutuyu, içinde küçümser ifadelerin de bulunduğu bir mektupla birlikte Kanuni Sultan Süleyman’a göndermişti. Bunun üzerine Kanuni, Mimar Sinan’a dönerek: “Bu gönderdiği taşlar benim camimin taşları yanında pek kıymetsizdir. Tez bunları öteki taşlara karıştırıp bina eyle!” demiş. İran sefirinin hayret dolu bakışları arasında Mimar Sinan taşları harca karıştırdı ve bu mücevherlerden oluşan harç caminin minarelerinin birisinde kullanılmıştır. Ne var ki Cumhuriyet döneminde Süleymaniye Camisi’nin onarımı yapılırken bu minare yenilenmiş, ancak taşlar arasında her hangi bir taşa rastlanmamıştır.

Bir başka söylentiye göre; Süleymaniye Camisi yapılırken birkaç çocuk minareye bakar ve yanındakilere: “Görüyor musunuz, minare eğri” der. O sırada oradan geçen Mimar Sinan bu sözleri duyar ve çocuğun yanına yaklaşarak: “Hakkın var, minare biraz eğri. Hemen bir urgan bulup, minareyi doğrultalım” der. Urganı minareye bağlatır ve güya düzeltiyormuş gibi işçilere çektirir. Sonra çocuğa dönerek: “Düzeldi mi evlat” diye sorar. Çocuk da: “Tamam Efendim, şimdi düzeldi.” der. Olayı hayretle izleyen ve niçin böyle yaptığını soran kalfalara Mimar Sinan: “Eğer böyle yapmasaydım, minarenin eğri olduğu inancı çocuğun bilincine yerleşecek ve belki de bu çocuk ileride bir çok kimseyi minarenin eğri olduğuna inandıracaktı.” cevabını verir.

Caminin yazılarını Hattat, Karahisari ve öğrencisi Hasan Çelebi yazmıştır. Hattat Karahisari kubbeye Nur Suresindeki “Allah gökleri aydınlatmıştır” ayetini yazarken işine o kadar yoğunlaşmıştır ki son harfin son düzeltmelerini yaparken daha fazla dayanamamış ve gözlerinin feri tükenmiştir. Bu büyük insan, bu cami için canla başla çalışırken iki gözünü de camiye hediye etmiştir. Caminin kalan detay rötuşlarını öğrencisi Hasan Çelebi tamamlamıştır.

Camideki 138 parça pencereyi yapan da İbrahim Usta’dır. Özellikle renkli pencerelerden giren ışık insanı büyülemektedir. Süleymaniye Camisinin kürsüsünü yapan sanatkar ihlasla o kadar uğraşmış ki kürsünün yapımı caminin yapımından uzun sürmüştür.

Süleymaniye Camisinin yapımının uzaması, yaşı bir hayli ilerlemiş olan Kanuni’yi, caminin açılışını göremeyeceği konusunda endişelendiriyordu. Bu arada Mimar Sinan’ın padişahın yanındaki itibarını kıskanan bazı paşalar vardı. Bunlardan bazıları padişaha: “Sultanım! Kubbenin duracağı şüphelidir!” derken kimileri de Sinan’a kendi türbesini yaptırmasından ötürü şikayette bulunuyorlardı. Bu arada padişaha: “Hünkarım Sinan, camiyi bıraktı da kendisine türbe inşa etmekle meşgul, sizin işinizi ağırdan alıyor” diyerek, Sinan hakkında yalan haberler çıkarmışlardı. Bu söylentiler üstüne sabrı büsbütün tükenen Kanuni, öfkeli bir şekilde Sinan’a: “Mimarbaşı! Niçin benim camimle meşgul olmayıp mühim olmayan işlerle vakit geçirirsin? Ceddim Sultan Mehmet Han’ın mimarı sana örnek olarak yetmez mi? Bana, bu bina ne zaman biter, tez haber ver!” deyince Mimar Sinan, Sultanın bu sözü karşısında şaşırmış ama sükunetle şu cevabı vermişti: “Saadetli padişahım! Devletinde inşallah iki ayda tamam olacaktır.” Sinan’ın bu cevabı karşısında bu sefer Kanuni şaşırmış ve neredeyse Sinan hakkında söylenen dedikodulara inanacak olmuştu. Çünkü caminin daha epey vakit alacak işleri vardı ve iki ayda tamamlanması onlara göre hayalden başka bir şey değildi. Ancak bu iki aylık süre içerisinde Sinan gece gündüz çalışmış ve camiyi ibadete açılacak hâle getirmişti. 7 Haziran 1557 yılında caminin açılışı için toplanan kalabalığın önünde Sinan, caminin anahtarlarını Kanuni’ye uzatmıştı. Kanuni ise anahtarı tekrar Sinan’a uzatarak: “Bina eylediğin beytullahı, sıdk-u safa ve dua ile senin açman evladır!” dedi. Sinan ise o an Hattat Karahisari’nin fedakarlığını düşünerek tevazu içerisinde: “Hünkarım! Dilerseniz camiyi açma şerefini, hatlarıyla camiyi süslerken gözlerini feda eden Hattat Karahisari’ye bahşediniz!..” dedi. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman ve orada bulunanların gözyaşları arasında camiyi,  Hattat Karahisari açtı.


Rüstem Paşa Camii  (Eminönü)


Tahtakale’de Hasırcılar Caddesi üzerinde bulunan bu cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve aynı zamanda Sadrazam olan Rüstem Paşa tarafından 1560 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Mimar Sinan burada sekiz dayanaklı ilk kubbe denemesini uygulamıştır.
Cami merkezi plânlı olup, alt kısmına mahzenler, depolar ve dükkanlar yapılmıştır.Caminin revaklı avlusuna iki taraftan merdivenle çıkılmaktadır. 1962 yılında dış saçaklar, 1968’de de minaresi, dış avlusu ve zemin duvarları onarım geçirmiştir.
Dikdörtgen plânlı caminin merkez kubbesi kemerlerle dört fil ayağına ve sütunlara oturtulmuştur. Köşelerdeki kemerler yarım kubbe şeklindedir. İki yanlardaki sekizgen plânlı iki fil ayağı ile mekân üç kısma ayrılmış, ortadaki merkezi alan kare, kubbe kaidesi ise sekizgen şeklindedir. Yanlarda birer uzun dikdörtgen iki yan sofa bulunmaktadır. Bu sofalar ikişer büyük kemerle üç kısma ayrılmış ve her kısım tonozlarla örtülmüş ve üzerlerine küçük kubbeler yerleştirilmiştir.
Giriş cephesi, küçük fakat çarpıcı iç mekan duvarları, devrinin en meşhur İznik çini örnekleri ile süslüdür. Çiniler geometrik, yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiştir.
Caminin avlusu bir tavanla örtülmüştür. Bu tavan, kenardaki sütunlar arasına yapılmış kemerlerle son cemaat yerinin kemerleri üstünü örtmektedir. Son cemaat yeri altı sütunla beş kısma ayrılmış olup, her kısmın üstü kubbelidir. Caminin sağında binaya bitişik tek şerefeli bir minaresi vardır.


Yeni Camii (Eminönü)

Eminönü Meydanında, Mısır Çarşısının yanında bulunan, Sultan III. Mehmed’in annesi ve Sultan III. Murad’ın eşi Safiye Sultan adına 1597’de Mimar Davud Ağa tarafından yapımına başlanan caminin temeli 1957 yılında atılmıştır. Caminin inşaat alanının deniz seviyesinde ve dolma bir arazi olması nedeniyle temel çukurlarında su çıkmaya başlamış, bunun üzerine Mimar Davut Ağa, buraya büyük kazıklar çaktırarak bunların başlarını kurşun kuşaklarla birleştirmiş ve yapının temel taşlarını bu tabanlara oturtmuştur. 1598 yılında İstanbul’daki veba salgınında Mimar Davut Ağa’nın ölmesi üzerine, yapının mimarlığına Dalgıç Mehmed Çavuş getirilmiştir. İlk pencere taklarına kadar yükselen bina, 1603 yılında III.Mehmet ve Safiye Sultan’ın ölümü ve I.Ahmet’in tahta çıkması üzerine yarım kalmıştır.

Yarım yüzyıldan fazla (59 yıl) Sultan IV.Mehmet’in annesi Turhan Sultan tarafından 1660 yılında, duvarlarından bir sıra taş sökülerek yeniden başlatılmıştır. Bu kez mimarlığına Ser Mimar-ı Hassa Mustafa Ağa getirilmiş ve cami 1663’te tamamlanabilmiştir.

Yapı topluluğu cami, sıbyan mektebi, sebil, çeşme, hünkar kasrı ve türbeden oluşmaktaydı. Bunlardan sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır.

Caminin etrafındaki yolların genişlemesi nedeni ile dış avlusu ortadan kaldırılmıştır. Mısır Çarşısı yönünde 18 sütunlu, 21 kubbeli ve üç kapılı olan iç avlunun ortasında güzel bir şadırvanı vardır. Sekiz sütun ve dokuz kubbeli son cemaat yeri ikinci kat pencere altlarına kadar çinilerle kaplıdır. Pencere üstlerinde de Hattat Tenekecizade Mustafa Çelebi’nin hatları vardır. Sağda ve solda üçer şerefeli iki minare yer almıştır. Kare planlı camiye merdivenle üç kapıdan girilir. Çinilerle süslü olan dört fil ayağına ve dört kemere oturan merkezi kubbeyi dört yarım kubbe desteklemektedir. Köşelerdeki dört kubbe ve köprü ile türbe önlerinde sütunlarla çevrili kubbelerle birlikte 66 kubbe bulunmaktadır. Mihrabı ve minberi beyaz mermerdendir. Mihrabın solunda değerli taşlarla süslü bir mozaik tablo bulunmaktadır.

Turhan Sultan için yapıldığı söylenen Hünkar Kasrı, klasik Türk evinin bütün özelliklerini taşıyan görkemli bir yapıdır. En güzel İstanbul panoramalarından birini seyredecek şekilde konumlanmıştır. Üç odalı ve bir salonludur. Duvarları desen ve şekillerle, değerli İznik çinileri ile kaplıdır. Ahşapları sedef ve fildişi kakmalıdır. 1948 yılına kadar bir depo olarak kullanılmıştır.1948 ve 1966 yıllarında restore edildikten sonra 1967 yılında müze olarak açılmışsa da kısa bir süre sonra kapatılmış ve yeniden depo olarak kullanılmıştır. Ardından bu tarihi yapı kiraya verilmiş, 2002 yılında da Hünkâr Kasrı’nın içerisine giren hırsızlar, XVI. ve XVII.yüzyılın en güzel örneği olan çini panolarının bazılarını sökerek götürmüşlerdir.
Günümüzde Osmanlı mimarisinin bir biblo kadar güzel olan bu eserinin çatısından içeriye sular sızmakta ve perişan haldedir.

Yeni Cami külliyesinden Mısır Çarşısı yanında Turhan Hatice Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Türbenin içerisi çağının en güzel çinileriyle bezenmiş olup, Turhan Hatice Sultan’dan başka Sultan IV.Mehmet, Sultan II.Mustafa, Sultan III.Ahmet, Sultan III.Osman ve Sultan I.Mahmut gömülüdür. Ayrıca bir çok şehzade ve sultanların sandukaları da burada bulunmaktadır. Bu türbeye sonradan iki türbe daha eklenmiş olup, buraya Sultan Abdülmecid ve Sultan II.Abdülhamit’in şehzadeleri, sultanları, bir köşesine de Sultan V.Murat gömülmüştür. Türbenin bahçesinde ise bazı sultan ve hasekilerin mezarları bulunmaktadır.
Turhan Hatice Sultan türbesinin sağına Sultan III.Ahmet’in yaptırdığı bir kütüphane bulunmaktadır. Bu kütüphanenin kitapları, günümüzde Süleymaniye Kütüphanesindedir.
Bugünkü İş Bankası’nın sol tarafında bulunan geniş saçaklı, mermer işçiliği ve bezemesiyle dikkati çeken sebil, II.Meşrutiyetten sonra yanmış, sonradan orijinal biçimiyle yenilenmiştir.


Firuz Ağa Camii (Eminönü)

Divanyolu’nda, Adliyeden Sultanahmet’e inen yolun sağında bulunan Firuz Ağa Cami, Sultan II.Beyazıt’ın Hazinedarbaşısı Firuz Ağa tarafından yaptırılmıştır. Divanyolu’nun genişletilmesinden önce daha büyük bir avlusu olan cami, kapısı üzerindeki yazıttan da anlaşılacağı üzere, 1491 yılında yapılmıştır. Kitabedeki yazı Şeyh Hamdullah Efendi’ye aittir.

Tek kubbeli küçük camilerin tipik bir örneği ve Bursa üslubunun basit bir karışımı olan Cami, kare planlıdır. İçeride duvarların oluşturduğu dört köşenin yukarı kısımlarına dört bingi inşa edilmiş ve böylece oluşan sekiz köşeli kasnağın üzerine kubbe oturtulmuştur. Caminin iç avlusu yoktur. Yapı kesme taştan olup, kubbe kasnağı 12 kenarlı ve basıktır. Her duvarda altlı üstlü ikişer pencere vardır.

Son cemaat yerinin derinliği 4.25 m. Ve üç kubbelidir. Bu bölümün sütun başlıkları stalaklitlidir. Cümle kapısı dışarı biraz çıkıntılı olup, sade silmeli bir çerçeveye sahiptir. Kapının kenarları yuvarlağa oldukça yakın basık kemerli, beyaz ve pembe mermerden yapılmıştır. Kemer üstünde iki sıra, dört satırlık kitabe, onun da üzerinde sade bademler işlenmiştir. Tam ortada bir şemse, yanlarda ise birbirinin eşi iki geometrik Muhammed yazısı bulunmaktadır.

Firuz Ağa Camisi’nin tek şerefeli minaresi sol tarafta olup, gövdeye geçen pabuç kısmı son derece kısa ve baklavalıdır. Gövde ve kaide arasındaki çap farkı çok azdır. Şerefe ve korkuluk klasik üsluptadır.

Firua Ağa’nın türbesi günümüzde yoktur. Türbe binası Divanyolu’nun genişletilmesi sırasında Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa’nın emriyle yıktırılmış, Firuz Ağa’nın mermer mezar sandukası minarenin bulunduğu sol duvar önünde, açıklıkta durmaktadır. Caminin mezarlığı ise tamamen kaldırılmıştır.


Beyazıt Camii (Eminönü)

Bizans devrinin en büyük meydanı olan Forum Theododsiacum veya Tauri Forum’unun bulunduğu yerde, Beyazıt Meydanı’na ismini veren, Fatih Külliyesinden sonra ikinci büyük külliye olan II. Beyazıt Külliyesinin yapımına, kapı kitabesinden öğrenildiğine göre1500 yılında başlanmış, 1505 yılında da tamamlanmıştır. Cami kapısı üzerindeki bu kitabeyi Hattat Şeyh Hamdullah yazmıştır.

Caminin mimarı olarak Mimar Kemaleddin ve Mimar Hayreddin’in isimleri üzerinde durulmuşsa da sonradan bulunan bir belgeye dayanılarak mimarının Yakup Şah bin Sultan Şah olduğu ileri sürülmüştür. Günümüzde kesin bir söz söylenememekle beraber bu üç mimarın da burada çalıştıkları, ancak hangisinin mimarbaşı olduğu kesinlik kazanamamıştır. Rıfkı Melûl Meriç bunlardan Mimar Hayreddin’i burada Su Yolcu olarak çalıştığını ileri sürmüştür.

Hadikatü’l-Cevami Beyazıt Camii için şu bilgileri vermektedir:

“Der- beyan-ı Camii Sultan Beyazıd-i Hanı-ı Veli.
Sultan Beyazıd Hazretlerinin Camii Şerifi birer şerefeli, iki minareyle bina olunup, sonra imaret ve tabhane ve mektep ve dahi sonra medrese bina edip müderrisliğini Devleti Aliyye’ de şeyhülislam olanlara şart eylemiştir. İptida müderris olan, Zembilli Ali Efendi’dir. Bâdehû Fatih-i Mısır, Sultan Selim-i Kadim Hazretleri pederi üzerine müstakil türbe bina eylemiştir ve kurbinde bir sağır türbede kerimesi Selçuk Sultan medfûnedir ve mihrab üzerinde ve büyük kubbede ve orta kapı haricinde Şeyh Hamdullah hattile işbu nesr-i arâbî tarih vardır:
Vakad vakael ibtidâ bi’l-binâi fî evâhiri zi’l-hicce li-seneti sitte ve tısa mie 906. Ve’tefekul itmami fî seneti ahadi ve aşre ve tisa mie 911 Hicriye.

Yapı topluluğu cami, imarethane, sıbyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam, kervansaray ve türbelerden oluşmaktadır. Daha önce yapılmış bulunan Fatih Külliyesi’nden farklı olarak simetrik ve bir düzen içerisindeki külliye görünümünden uzak, dağınık bir şekilde inşa edilmiştir. Beyazıd Camisi değişik bir plân şekli göstermektedir. Caminin plân düzeni ile Ayasofya’nın plânı arasında bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Ancak bu iddia gerçeği yansıtmamaktadır. Erken Osmanlı mimarisinde görülen yan mekânlı camiler (ters T plânlı) tipinin klâsik mimariye geçişi arasındaki bir dönemin örneği olarak kabul edilmelidir. Burada yan mekânlı plan düzeninden yola çıkılarak tamamen Klasik Türk mimarisinin başlangıcı olmuş bir örnektir.

İbadet mekânı büyük bir kubbe ve ona bitişik iki yarım kubbe ile örtülmüştür. Bunların iki yanındaki dörder yan kubbe de üst örtüyü tamamlamaktadır. Caminin ibadet mekânı 37.02 ve 37.06x36.80 metre ölçüsündedir. Merkezi kubbe 16.78 metre çapındadır.Son cemaat yeri altı sütunun taşıdığı yedi kubbelidir. Mihrap ve minber mermerden yapılmış olup, oymalı ve kabartmalıdır. Minberin sağında renkli on sütun üzerine oturtulmuş hünkar mahfili, sağda da sekiz sütunun taşıdığı müezzin mahfili bulunmaktadır.

Caminin birer şerefeli minareleri tabhaneye bitişik olup, diğer camilerden ayrı özelliğidir. Bu nedenle iki minare arasındaki uzaklık 79 metredir. Bunlardan sağdaki minare 1953-1954 yıllarında onarılmış ve orijinalliğini yitirmiştir. Soldaki minare de küpüne kadar yıkılarak yenilenmiştir. Minarelerin üzerinde yontma silmeler, çerçeveler ve sivri kemerli nişler vardır. Buradaki kırmızı ve yeşil kakma ile yapılmış panoların içerisine kûfi yazılar yerleştirilmiştir. Renkli taşlarla geometrik süslemeli minarelerdeki bu bezeme, özellikle soldakinde tahrip edilmiştir.

Caminin şadırvanı Sultan IV.Murad döneminde (1623-1640) yapılmıştır.Avlu döşemesi ve şadırvanın sütunları Bizans’tan kalma malzemenin yeniden işlenmesi ile elde edilmiştir. Özellikle şadırvan sütunlarında Bizans izleri görülebilmektedir.

Külliyenin imarethane ve kervansarayının bugüne ulaşan kısmı Beyazıt Devlet Kütüphanesi tarafından kullanılmaktadır ve caminin solunda yer almaktadır. Medrese ise caminin sağında ve oldukça uzağında yapılmıştır. Günümüzde Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi olarak kullanılmaktadır. Külliyenin hamamı medreseden de uzakta olup, Ordu Caddesi üzerinde, Edebiyat Fakültesi’nin yanındadır. Halk arasında yanlış olarak Patrona Halil ismi ile tanınmaktadır.

Beyazıd Camisinin mihrap tarafındaki küçük hazirede 1512’de Yavuz Sultan selim’in yaptırdığı Sultan II.Beyazıd’ın türbesi bulunmaktadır. Oldukça sade ve zengin bir mimarisi olan bu türbenin duvarları kalem işleri ile süslüdür. Türbe içerisinde yalnızca Sultan II.beyazıd’ın sandukası bulunmaktadır. Caminin kıble tarafındaki boşlukta ise II. Bayezid’in kızı Selçuk Sultan’ın ve Tanzimat Fermanı’nın ilan eden Mustafa Reşid Paşa’nın türbeleri bulunmaktadır. Ayrıca burada Sultan II.Mahmud döneminin devlet adamları, Sadrazam Çerkez Mehmed Paşa, Şeyhülislam İvazpaşazade İbrahim’in mezarları bulunmaktadır.

Beyazıd Camisi 1797-1870-1940 ve 1958 yıllarında onarım görmüştür. Bu onarımlar sırasında ön cephedeki iki yan kapının üzerindeki ahşap revaklar kaldırılmıştır.

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Camiileri ve Mescitleri
« Yanıtla #1 : 27 Ocak 2009, 16:12:28 »
Şebsafa Hatun Cami   (Eminönü)



Zeyrek’te, Atatürk Bulvarı üzerindedir. Sultan I. Abdülhamid’in eşlerinden Fatma Şebsafa Hatun tarafından ölen oğlu Şehzade Mehmed için 1787 yılında yaptırılmıştır.Halk tarafından yanlış olarak Zeyrek Camii diye tanınan bu cami barok üslupta, tek kubbeli olarak kesme taş ve tuğladan inşa edilmiştir. Son cemaat yeri 5 sütunlu olup, bunlar yukarıdaki dışa kapalı mahfel kısmını taşımaktadır.

Merdivenle çıkılan caminin giriş kapısı üzerinde Şeyhülislam S.Yahya Tevfik’in (1715-1791) 9 satırlı, 20 mısralık talik yazılı ile h.1200 (1787) tarihli kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin 2. kıtası:

“ Şehzade Hazreti Sultan Mehmed Maderi
Fatma altıncı kadın Şebsafa Fahrünisa
Yaptı bir cami mahalli lâyıkında biriyâ
Etti zuhrü âhret makbul olan ruzu ceza”.

Kubbe kasnağında 16, duvarlardaki 13 pencere ile ibadet mekânı aydınlatılmıştır. Caminin sağında kesme taştan tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Şebsafa Hatun’un h.1200 tarihli (1787) mezarı caminin arkasındadır. Ayrıca sol tarafta klasik üslupta üzeri örtülü sıbyan mektebi yapıya eklenmiştir.
 
 Nuru Osmaniye Cami    (Eminönü)



Kapalıçarşı’nın Cağaloğlu ve Çemberlitaş’a açılan kapısının önünde yer alan Nuruosmaniye Camisi, Osmani ve Nuruosmani isimleriyle tanınmıştır. Bu caminin bulunduğu yerde daha önce, Hasan Canzade Şeyhülislam Hoca Sadettin Efendi’nin eşi Fatma Hatun’un mescidi bulunuyordu. Mescit harap ve yıkılmaya yüz tuttuğundan, Sultan I.Mahmud’un emriyle ortadan kaldırılmış ve yerine bugünkü caminin yapımına h.1161 (1748) yılında başlanmıştır. Ancak padişahın ölümü üzerine camiyi kardeşi III.Osman tamamlatmış h.1169 (1755), bundan ötürü de “Osman’ın Nuru” anlamında Nuruosmaniye olarak isimlendirilmiştir.

Nuruosmaniye Camisi’nin en büyük özelliği batı mimarisinin etkisiyle yapılmış ilk camilerden oluşudur. Burada klasik Osmanlı mimarisinin izlerini görmek çok zordur. Barok üsluptaki caminin mimarı da tartışmalıdır. Bazı kaynaklarda Mimar Mustafa Ağa’nın ismi geçiyorsa da büyük olasılıkla Simon Kalfa tarafından yapıldığı sanılmaktadır.

Yapı topluluğu; cami , medrese, imaret, kütüphane, türbe, çeşme, sebil ve muvakkithaneden meydana gelmiştir. Çevresinde dükkanlar ve aynı ismi taşıyan bir de han vardır. Külliyenin bulunduğu arazinin dışa eğimli oluşundan ötürü avlunun kuzey ve batı duvarları boyunca ortaya çıkan mekânlar dükkana dönüştürülmüş ve böylece külliyeye gelir sağlanmıştır.



Barok üsluptaki cami, iki kapılı, 12 sütunlu, 14 kubbeli revaklı geniş bir dış avlu ile çevrilidir. Bu avlu klasik plân üslubundan tamamıyla ayrılmış olup, yarım daire şeklinde bir plân gösterir. Klasik üsluptaki cami avlularında görünen şadırvan burada bulunmamaktadır.

İki taraftan geniş merdivenlerle çıkılan caminin giriş kapısı üzerinde Hattat Eğrikapılı Rasim’in yazdığı bir kitabe yerleştirilmiştir. Girişin iki tarafındaki ayetleri de Hattat Fahrettin Yahya yazmıştır.

Caminin ibadet mekânını örten kubbesi, klasik Türk mimarisinde görülen uygulamalardan ayrı olarak, payeler yerine duvarlar üzerine oturtulmuş ve ağırlık buraya verilmiştir. Mihrap dışarıya doğru çıkıntılı olup, üzeri de yarım bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe 25 metre çapında, kubbe eteğinde 32 pencere bulunur. Klasik mimariden ayrı olarak beş sıra halinde 174 pencere ile aydınlatılmıştır. Yapının dengesini kontrol etmek için mihrabın iki yanına döner terazi sütunlar yerleştirilmiştir.Ayrıca kubbenin dışa açılmasını önlemek için, yapının her iki tarafına ağırlık kuleleri oturtulmuştur. Minber ve mihrabı mermerdendir. Mihrabın sağından başlayan fetih suresi mermer üzerine oyularak bir kuşak gibi bütün camiyi çevrelemektedir. Ayrıca pencere üzerinde renkli taşlar üzerine hadisleri hattat Bursalı Müzehhip Ali Efendi celi-sülüs yazıyla yazmıştır.

Taş alemli ikişer şerefeli iki minaresi vardır.Osmanlı mimarisinde taş alemler ilk kez burada kullanılmıştır.

Kütüphanenin sağında III.Osman’ın annesi Şehsuvar Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Yapı topluluğunun imareti ve medresesi caminin kuzeyinde, Kapalı Çarşı yönünden avluya girildiğinde sağda yer almaktadır. Sebil sağdadır.Türbe ve kütüphane, hünkar mahfilinin arkasında yer almaktadır. Türbe de Sultan III.Osman’ın annesi Şehsuvar Valide Sultan gömülüdür.
 
 Zeynep Sultan Cami     (Eminönü)



Alemdar Caddesi üzerinde Gülhane Parkı karşısında yer alan Zeynep Sultan Camisi’ni Sultan III.Ahmet’in (1703-1730) kızı Zeynep Sultan 1769 yılında yaptırmıştır. Yapının mimarı Mehmet Tahir Ağa’dır. Zeynep Sultan Camisi ile birlikte bir sıbyan mektebi, bir sebil ve bir de çeşme yapılmıştır. Ancak, çeşme ve sebil, atlı tramvayların buradan geçebilmesi için yol genişletilmesi sırasında kaldırılmıştır. Daha sonra bu sebilin yerine 1780 tarihli, Sirkeci’deki I.Abdülhamit Külliyesinin (bu yapı da günümüze ulaşamamıştır) yine Mehmet Tahir Ağa’nın eseri olan sebil (1777) ve çeşme buraya taşınmıştır.

Zeynep Sultan Camisi de XVIII.yüzyılın sonlarına tarihlenen barok üslupta bir yapıdır. Mimar Mehmet Tahir Ağa bu camiden altı yıl önce (1763) yapmış olduğu Laleli Camisi’nde barok üslubun tüm özelliklerini uygulamış olmasına rağmen burada barok ile klasik üslubu kaynaştırmıştır.

Zeynep Sultan Camisi sıbyan mektebi, medrese, meşruta evler ile hazirenin bulunduğu bir avlu içerisindedir. Kuzeydoğudan ve güneybatıdan girilen avlusunun kapısı üzerinde sonradan yazılmış bir kitabede banisinin ismi ile bir de besmele bulunmaktadır. Caminin dört porfir sütunlu, sivri kemerli ve beş kubbeli son cemaat yerinden içeriye girilir. Caminin ana mekânı kare planlı olup, güney duvarında dikdörtgen çıkıntı yapan bölüm mihraba aittir. Kare mekânı örten 12.20 metre çapındaki kubbe trompların taşıdığı bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kubbenin ağırlığı trompların yardımıyla duvarlar tarafından taşınmaktadır. Girişin hemen üzerinde altı ince mermer sütunun taşıdığı ahşap bir kadınlar mahfili, onun solunda da hünkâr mahfili bulunmaktadır. Kubbe kasnağındaki yuvarlak alçı pencereler ve duvarlardaki dikdörtgen pencerelerle iç mekân aydınlatılmıştır. Caminin içerisi zengin kalem işleriyle süslenmiştir. Burada rûmi, palmet, lotus gibi klasik üslubun öğelerine yer verilmiştir.

Minare, caminin batısında olup, kürsü ve pabuç kısımları kesme taştan, gövdesi tuğladan tek şerefelidir. Minarenin tuğla gövdesi yapılırken taş merdivenler dışarıdan görülecek şekilde bırakılmış ve böylece tuğla örgü arasında beyaz renkleriyle helezoni bir şekilde minareye özgü bir konum yaratılmıştır. Minarenin şerefesindeki bitkisel bezemeli demir korkuluklar da tamamen barok üslubu yansıtmaktadır.

Caminin batısında, 1967 yılında yenilenen meşruta evlerinin yanı başındaki sıbyan mektebi ve önünde de haziresi bulunmaktadır. 1970 yangınında medrese ve sıbyan mektebi yanmış, 1983’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmış ve Abideleri Koruma Derneği’ne tahsis edilmiştir. Caminin haziresinde Zeynep Sultan’dan başka Alemdar Mustafa Paşa’nın mezarı vardır.

Zeynep Sultan Camisi uzun süre harap bir durumda kalmış, 1917’de onarılmıştır. Bunun ardından 1958’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce, 1983’te de Abideleri Koruma Derneğince onarılmıştır.
 
 Mahmut Paşa Cami     (Eminönü)



Eminönü İlçesi’nde, Nuruosmaniye Külliyesi’nin kuzeydoğusunda yer alan Mahmut Paşa Cami ve külliyesi, fetih sonrasının ilk büyük vezir külliyesi olup, Fatih külliyesinden sonra XV.yüzyılın en önemli yapı grubudur. 1460’lı yılların başında yapımına başlanan külliyenin camisi 1462’de tamamlanmış; diğer kısımlarının inşası ise 1474 yılına kadar sürmüştür. Külliye, Sadrazam Mahmud Paşa tarafından Mimar Atik Sinan’a yaptırılmıştır.

Yapı, cami, türbe, hamam, han, medrese, imaret ve sıbyan mektebinden oluşmaktaydı. Ancak, günümüze cami, türbe, han ve hamamdan başka yapısı ulaşamamıştır. Cami, giriş kapısı üzerindeki Arapça kitabesine göre 1462’de tamamlanmış, Hamam 1466-1467’de, medresesi 1472’de, türbesi ise 1473’te tamamlanmıştır.



Cami, tabhaneli ya da zaviyeli cami denilen erken dönem Osmanlı camileri tipinde yapılmıştır. Cami iki büyük kubbe ve etrafında üçer ufak kubbe ile örtülüdür. İçersindeki mavi üzerine beyaz yazılı çiniler sonradan konulmuştur. Minber ile mihrabı işlemeli mermerden yapılmıştır. Son cemaat yeri 6 kesme taş sütun üzerine 5 kubbelidir. Son cemaat yerinin arkasında beş kubbeli bir giriş kısmı daha vardır. Yanlardaki ufak kubbeler altında koridorlar yer alır. Kıble kapısının üzerinde hicri 868 tarihli ve caminin yapılış tarihini belirten bir kitabe bulunmaktadır. Kapısının etrafı işlemeli mermerdendir. Kapının yanında Sultan III. Osman’a ait onarım kitabesi yer almaktadır. Çıkan bir yangında büyük zarar gören cami 1755 yılında Sultan III. Osman tarafından tamir ettirilmiştir. Cami 1766 yılı depreminde yıkılmış, 1785 yılında tamir görmüştür. 1827 yılı yangınından sonra 1829 yılında tekrar tamir edilmiştir. Geçirmiş olduğu bu onarımlar nedeniyle, cami içerisindeki bezemeler orijinalliklerini kaybetmişlerdir. Kesme taştan tek şerefeli minaresi 1936 restorasyonundan sonra bu günkü şeklini almıştır.

İstanbul’ un en eski han ve hamamları olan Mahmud Paşa Hamamı ve Kürkçü Han ise caminin kuzeyinde yer alırlar. Caminin doğusunda bulunan medresenin sadece bir dershanesi günümüze ulaşmıştır.Caminin kuzeyinde bulunan hamam, İstanbul’daki en eski hamamlardan biridir.

Avlusundaki çeşme ve sebil Darüssade Ağası Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır.Mahmut Paşa’nın türbesi caminin arkasındadır.


Laleli Cami     (Eminönü)



Laleli semtinde, Ordu Caddesi ile Fethi Bey Caddesi’nin kesiştiği köşede yer alır. Sultan III. Mustafa tarafından 1760-1763 arasında yaptırılmıştır.. Külliyenin mimarı bazı kaynaklarda Mehmed Tahir Ağa olarak geçmektedir. Ancak bunu doğrulayan kesin bir bilgi bulunmamasına karşılık, yapının inşaatının ilk aylarda mimarbaşılık görevini Hacı Ahmed Ağa’nın yaptırdığı bilinmektedir. Yapının bitmek üzere olduğu (1762 Aralık başı) dönemde ise hassa başmimarı olarak yine Ahmed Ağa’nın adını veren belge bulunmaktadır.

Adını yakınındaki Laleli Baba Türbesi veya Laleli Çeşmeden alan külliye, cami, imaret, çeşme, sebil, türbe, han, medrese, muvakkithaneden oluşmuştur. Cami, külliyenin merkezini teşkil etmektedir. Bodrum niteliğindeki bir altyapının üzeri, aynı zamanda caminin avlusudur. Bu avlu yer seviyesinden yüksektedir ve avluya basamaklarla çıkılır. Laleli Camisi bu yüksek avlunun ortasında yer alır. XVII. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en özgün eserlerinden biridir. 24 pencereli büyük kubbesi, giriş ve kıble taraflarındaki üçer yarım kubbeyle desteklenir. Tek şerefeli iki minaresi vardır. Özellikle minarelerin külahları çok değişiktir. Toplam 105 pencere tarafından aydınlatılan caminin iç duvarları renkli somaki mermerlerle kaplanmıştır.

Cami barok üslupla yapılmış olsa da daha çok klasik üslubun özelliklerini taşımaktadır. Yapımından kısa bir süre sonra İstanbul’un geçirdiği 1766 depreminden çok etkilenmemiştir. Yalnız bazı kaynaklara göre sol taraftaki minaresi altı yıl sonra camiye eklenmiştir. Nitekim kapısı üzerinde bulunan 1197-1783 tarihli Arapça onarım kitabesinden, 1782’de geçirdiği büyük yangından sonra onarım gördüğü anlaşılmaktadır. Aynı yangında caminin vakfı olan dükkanlar da yanmıştır.

Caminin dış avlu cümle kapısı 1957-1958 yılında yol genişletme çalışmaları sırasında geriye çekilmiş ve caddeye ek dükkanlar yapılarak bodrum onarılmıştır. Yapıldığı yıllarda ticari amaçlarla kullanılmayan cami bodrumu da günümüzde çarşıya dönüştürülmüştür.

Külliyenin hanı, Fethi Bey Caddesi üzerinde, caminin kuzey yönündedir ve hala çarşı olarak kullanılır. Taş Han, Çukur Çeşme ve Sipahiler Hanı olarak da bilinen han iki katlı, biri büyük, diğeri küçük iki avlulu bir yapıdır. Külliyenin medresesi, bugün Tayyare Apartmanları olarak bilinen yapı topluluğunun bulunduğu yerde, eski adı Derbent Sokağı olan taraftaydı. 1894 depreminde harap olan yapı, 1911’deki yangında yanarak tamamen yok olmuş ve yerine bu apartmanlar yapılmıştır.

Külliyenin türbeleri ve sebili, Ordu Caddesi üzerinde Aksaray yönündeki köşesindedir. Öndeki türbede Sultan III. Mustafa, Sultan III. Selim, Heybetullah, Mihrimah, Mihrişah ve Fatma Sultanlar gömülüdür. Bu türbenin yanında Haseki Sultanlar Türbesi ve caminin haziresinde üzeri bronz şebekeli Âdilşah Kadın’ın üzeri açık türbesi vardır.



Kalenderhane Cami     (Eminönü)



Vezneciler’de, 16 Mart Şehitleri Caddesi’nde ve Bozdoğan su kemerlerine bitişiktir. Kiliseden çevrilme camilerdendir. Kalenderhane ismi Fatih döneminde verilmiş ve günümüze kadar bu isimle gelmiştir.

Bizans dönemindeki adı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Akataliptos İsa’ya ithaf edildiği sanılmaktadır. Ancak bu isim konusunda da kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Bugünkü yapının aslı, Latin istilası sırasında Katolik İtalyanlara tahsis edilmiş bir XII. yüzyıl kilisesidir. Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed vakfı olarak zaviyeye çevrilerek Kalenderi tarikatına tahsis edilmiştir. XVIII. yüzyılın ilk yarısında Babüssaade Ağası Maktul Beşir Ağa tarafından camiye dönüştürülmüş ve bütünüyle onarılmıştır. Aynı zamanda hünkâr mahfili de ekleyen Beşir Ağa’nın bu onarımı ile ilgili bir kitabesi bulunmaktadır.

Duvarları taş ve tuğla karışımı olan caminin bir büyük ve bir küçük olmak üzere iki kubbesi vardır. Köşeleri kum saatli olan mihrabı oldukça güzel bir eserdir. Minber ampir üslupta olup, ahşaptandır. İç duvarlarında renkli mermer kaplamalar ve kabartma halinde friz süslemeler bulunmaktadır.

XIX. yüzyılda büyük bir yangın geçiren cami, 1854’de onarılmıştır. Minaresi 1930 yılında yıldırım düşerek yıkılmıştır. Bu tarihlerden sonra terkedilmiş, 1966-1975 yılları arasında Harvard Üniversitesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi işbirliği ile yapılan bir araştırma ve kazıya konu olmuş, 1968 yılında restore edilerek tekrar ibadete açılmıştır.



Küçük Ayasofya Cami     (Eminönü)

Cankurtaran ile Kadırga arasında, Küçük Ayasofya Caddesi’nin sonundadır. Kiliseden çevrilme camilerdendir. 527 yılında Bizans İmparatoru I. Jüstinyen zamanında yapılmıştır. Sergios ve Bakhos adlı iki azize ithaf edilmiş olup, adı Sergios ve Bakhos Kilisesidir. Fetihten sonra 1504 yılında kilise, Sultan II. Beyazid zamanında Darüssaade Ağası Hadım Hüseyin Ağa tarafından kiliseye, beş kubbeli bir son cemaat yeri, binadan ayrı duran minare ile, içerisine bir müezzin mahfili, minber ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Çeşitli zamanlarda onarımlar geçiren binanın bugünkü minaresi 1955 yılında yaptırılmıştır.


Küçük Ayasofya Camisi 30x34 boyutlarında bir alanı kaplamaktadır. Kubbe 19 m. Yükseklikte ve sekiz köşeli bir kasnağa oturtulmuştur. Son cemaat yeri beş sivri kemerli olup, üzeri kubbelidir. Sütun başlıkları baklavalıdır. Orta kubbe köşelikleri stalaktitlidir. Kemerlerde eski süslerin kalıntıları görülebilmektedir.


Caminin cümle kapısı beyaz-pembe mermerdendir. Bu kapı üzerinde iki ayrı kitabe vardır. Bunlardan ortadaki caminin asıl kitabesidir. Arapça olan diğer kitabede ise onarımı ve tamamlandığı tarih bulunmakta olup, diğer kitabede ise Hadis-i Şerif yazılıdır. Bu cümle kapısındaki ahşap kapı, çok harap olmakla birlikte, XVI.yüzyıl ağaç işçiliğinin en güzel örneğidir.

Mihrabı mermerden beş kenarlı ve sadedir. Üzerindeki tacı süslüdür. Minberi de sadedir. Kapı üstünde pembe mermerden kenarları laleli bir taca sahiptir. Müezzin mahfili sekiz kenarlı on sütun üzerindedir. Tavanı çatılı, korkuluğu sağırdır.

Yapıdan ayrı ve caminin sağında bulunan minare sekiz kenarlıdır. Köşelerinde sütunçeler vardır. Caminin kuzeyinde ise Hüseyin Ağa Türbesi bulunmaktadır. Türbe sekiz köşeli, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır.



Şehzade Cami     (Eminönü)



Şehzadebaşı semtindeki cami, genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet için, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan külliye içerisindedir. Mimar Sinan, Şehzade Cami ve külliyesini 1544-1548 tarihleri arasında dört yılda tamamlamıştır. Mimar Sinan daha sonraları yaptığı bir değerlendirmede “Şehzade çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Edirne Selimiye de ustalık eserimdir” demiştir. Bu nedenle Şehzade Camisi, Mimar Sinan’ın mimari dehasındaki ana devirler olan bu üç anıt eserin ilk basamağıdır

Bu yap topluluğu, cami, imaret, tabhane, medreseler ve mekteplarden oluşmaktadır. Bunlardan imaret ile mektep avlu dışında olup, cami, medrese, tabhane ve türbeler bir avlu içerisindedir.

Cami kare planlı olup, üstü yarım küre şeklinde bir büyük kubbe ve bunun etrafında dört yarım kubbeyle örtülmüştür. Dört köşede yarım küre, dört de küçük kubbe vardır. Bütün kubbeler dört büyük fil ayağı üzerine oturur. Mimar Sinan’ın eserlerinde görülen sadelik ve tezyinat bu camide de görülür.



Hünkâr mahfili harimin solunda sütunlar üzerindedir. Minber ve mihrap mermerden işlenmiş olup, kafesli ve parmaklıklıdır. Müezzin mahfili ise sekiz sütun üzerindedir.

Camiye üç ayrı kapıdan girilir. Ortadaki cümle kapısının üzerinde bir kitabe bulunmaktadır. Cami avlusu 12 sütuna dayanan 16 kubbe ile çevrilidir. Buradaki kalem işleri dikkat çekicidir. Avlunun ortasında şadırvan vardır. Caminin sağ ve solunda ikişer şerefeli iki minaresi bulunmaktadır. Minareler çeşitli şekillerde işlenmiştir. Medrese, sıbyan mektebi, imaret ve tabhanesi, kuzey yönünde ve avluya duvar teşkil edecek biçimde yerleştirilmişlerdir.

Şehzade cami haziresi bir çok türbeyi içine almaktadır. Şehzade Mehmed’in türbesi camiden daha önce bitirilmiştir. Sonraki yıllarda eklenen çeşitli türbelerle bu alan bir hazireye dönüşmüştür. Özellikle Şehzade Mehmet Türbesi süsleme ve bezemeleriyle Mimar Sinan’ın eserlerinin en güzel örneğidir. Mermer, breş ve terrakotta ile polikrom bir kaplamaya sahiptir. Tek kubbe ile örtülü sekizgen bir yapıdır. Üç açıklıklı, düz saçaklı revaklı bir girişi vardır. Kubbe yivleri sıklaştırılmış ve derinleştirilmiş; silindirik tambur, yivli bir sütun tamburu niteliği kazanmış, bir palmet dizisiyle sonlandırılmıştır. Kapının iki yanına “cuerda seca” tekniğinde İznik çinilerinden panolar yerleştirilmiştir. İçeride de aynı teknikte yapılmış çini kaplama kubbe eteğine kadar yükselir. Şehzade Mehmed’in sandukasının üstüne ağaçtan bir taht yerleştirilmiştir. Şehzade Mehmed Türbesinin sol tarafında yine Mimar Sinan’ın eseri olan ve sekiz köşeli plân düzeninde tek kubbeli Rüstem Paşa Türbesi vardır. Ayrıca hazirede Şehzade Mahmud, Hatice Sultan, Fatma Sultan ve İbrahim Paşa’nın türbeleri yer almaktadır.

Külliyede, haziresinde beş tane, dış avlu duvarlarında dörtgen biçiminde bir tane olmak üzere toplam altı türbe vardır. Bunlardan özellikle Şehzade Mehmed Türbesi İstanbul`un en güzel mezar yapılarındandır.
 
 Sokullu Mehmet Paşa Cami     (Eminönü)

[

Kadırga, Su Terazisi Sokakta bulunan cami, II.Selim’in kızı ve Sadrazam Mehmet Paşa’nın eşi Esma Sultan tarafından 1571 yılında kocası adına yaptırılmıştır. Cami, Sultanahmet Meydanından Kadırga’ya inen yolun üzerinde, eğimli bir mevkide bulunan Bizans dönemine ait Aya Anastasia Kilisesinin bulunduğu yerde yapılmıştır. Mimarı Mimar Sinan’dır.

Dış avlusu olmayan caminin iç avlusuna kuzey kapısından merdivenlerle girilir. Bu avlunun üç tarafı revaklar ve bunların gerisinde yer alan üzerleri kubbeli 16 medrese odası ile çevrelenmiştir. Merdivenle çıkılan girişin üzerinde dershane ile yan girişlerde müezzin ve kayyım odaları bulunmaktadır. Ayrıca avlunun ortasında, sütun ve mermer şebekeli, kubbeli bir şadırvanı vardır.

Cami, dikdörtgene yakın plânlıdır. Son cemaat yeri, stalaktitli mermer sütunlar, sivri kemerlerle birbirine bağlanmış, üzerleri kubbeli yedi bölümden oluşmuştur. Yuvarlak kemerli portalin üzerinde sülüs hatlı kapı yazıtı bulunmaktadır.

Caminin ana mekânı 13 m. Çapında merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe mihrap ve portal tarafından ikişer, yan kenarlarının ortasında birer tane olmak üzere toplam altı ayağa dayanmaktadır. Bu ayaklar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmışlardır. Buradan bir altıgene ve oradan da çini pandantiflerle kubbe yuvarlağına geçilmektedir. Kubbenin yanlara açılmasını önlemek amacıyla, caminin dışına, her ayağın üzerine bir ağırlık kulesi oturtulmuş ve köşelere birer yarım kubbe eklenmiştir. Mihrap ve minberi taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Minberin külahı çinilerle kaplanmıştır. Caminin kemerlere kadar İznik çinileri ile kaplı mihrap duvarı, Türk çini sanatının en gelişmiş döneminin örneğidir.

Caminin kesme taştan minaresi, sağ taraftadır. Gövdesi üzerinde dikey hatlar bulunmaktadır. Pencereleri üzerinde mavi zemine beyaz süslü hatla, tamamen çini dekorlu kitabeler bulunmaktadır. Cami kalem işleri ile bezenmiştir. Özellikle avlu giriş kapısı tavanındaki malakâri örnekler ile mahfil tavanları çok güzel eserlerdir.

Caminin haziresinde Sokullu Mehmet Paşa’nın iki torunu gömülüdür.

Abbas Ağa Cami   (Beşiktaş)

Beşiktaş’ta, Sinanpaşa Mahallesi’nde, Selamlık Caddesi ile Abbas Ağa Cami Sokağı’nın kavşağında yer almaktadır.

Bânisi Darüssade Ağası Abbas Ağa’dır (ö.1672’den sonra). Abbas İbn Abdürrrezzak adı ile de bilinmektedir. Osmanlı sarayının ünlü darüssade ağalarındandır. IV:Mehmet’in padişahlığı (1648-1687) döneminde, saray hareminin ve haremağalarının etkinlik kazandığı yıllarda darüssaade ağası (1668-1671) oldu. Edindiği servetle İstanbul’un bir çok semtinde okul, cami, hamam ve çeşmeler yaptırdı. 1672’de darüssaade ağalığından azledilerek Mısıra sürüldü, orada öldü. Kahire’de İmam Şâfi Türbesi Haziresi’ne gömüldü.
Abbas Ağa Cami, Hadikatü’l Cevâmi’ye göre 1665-1666’da inşa edilmiştir. II.Mahmut tarafından 1834-1835’te yeniden yaptırıldığı bilinmektedir. İlk inşasında caminin yanında bir sıbyan mektebi ile bir çeşmenin tasarlandığı, yapının bir hünkâr mahfili ile donatıldığı tesbit edilmiştir. Sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır.

Caminin etrafı yüksek duvarlarla kuşatılmıştır. Çevre duvarının kuzey yönünde, biri ana girişe, diğeri de halen imam meşrutası olarak kullanılan hünkâr mahfiline geçit veren iki kapısı bulunmaktadır. Cümle kapısı ile cami arasındaki alan ahşap bir sakıfın altına alınmıştır. Cami, kapalı son cemaat yeri, enine dikdörtgen harim, harime batı yönünde bitişen hünkâr kasrı ve minareden oluşmaktadır. Duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülerek ahşap bir çatı ile örtülmüş, duvarlara iki sıra halinde dikdörtgen pencereler dizilmiştir. Hünkâr kasrı ise ahşap olarak tasarlanmıştır.Son cemaat yerinin batı kenarında bağımsız bir girişle donatılmış olan hünkâr kasrının, II.Abdülhamit devri onarımında elden geçirildiği sanılmaktadır.

Harimde bulunan fevkani mahfil, doğuda ve batıda duvarların yarısına kadar, kuzeyde ise derinliğine gelişerek son cemaat yerinin üstünü kaplamaktadır. Petek kısmı prizmatik üçgenlerden oluşan silindir gövdeli minare, son cemaat yeri ile hünkâr mahfilinin birleştiği köşede, kare bir kaide üzerinde yükselmektedir. Mahfilin cephelerinde, başlıklarında küçük oyma gülçeler bulunan ahşap pilastrlar vardır. Küçük bir mihrabı olan son cemaat yeri ile ana mekan ahşap bir duvarla ayrılmıştır.

Harim tavanındaki ahşap işçilik dikkat çekicidir. Tam ortadaki avize, altın yaldızlı beyzi bir göbeğe asılmıştır. Tavan yüzeyi, kalın çıtalarla oluşturulmuş sekiz köşeli yıldızlar, kenarları yumuşatılmış dikdörtgenler ve çeşitli geometrik şekillerle düzenlenmiştir. Tavan kornişlerinde yelpaze şeklinde ajurlu konsollar, mukarnası andıran sarkıtlı süslemeler ve perde motifleri görülmektedir.

Mahfil kare kesitli ahşap sütunlara oturtulmuş, mihrap eksenindeki sütun açıklığı, eğri çizgilerden oluşan alınlıkla taçlandırılmıştır. Mahfilin kuzey ve doğu kanatları çatıdan mamul kafeslerle, insan boyunu aşacak yükseklikte kapatılmıştır. Hünkâr mahfili niteliğindeki batı kanadı özel bir oda olarak ayrılmış, dışarıdan aplike, renkli ahşap süsleme ögeleri ile kapatılan küçük kare mekânın üzeri bağdadi bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbenin içi yağlıboya akantus yapraklı bir süsleme ile bezenmiştir. Kareden kubbeye geçişte, köşelerde beliren üçgen alanlar, altın yaldızlı ışınsal süslemelerle kaplanmıştır. II.Mahmut devrinin özelliği olan söz konusu mekânda tavana kadar devam eden bir mihrap tasarlanmıştır. Ana mekânın, beyaz yağlıboya ile boyanmış olan mihrabı ile ahşap mimberi oldukça basittir.

Abdi Çelebi Cami   (Fatih)



Fatih İlçesi’nde, Kocamustafapaşa mahallesi’nde, Müdafaimilliye Caddesi ile Marmara Caddesi’nin kesiştiği yerdedir.

Kanuni Dönemi ileri gelenlerinden Ruznameci Çelebi Abdullah Efendi tarafından yaptırılmıştır. Çilingir, Sankiyedim, Yedimiçtim gibi adlarla da anılmaktadır.

Mimar Sinan tarafından 940/1533 tarihinde inşa edilen ilk yapı dolma bir set üzerinde yükselmekte, dört fil ayağına bir kubbe oturtulmak suretiyle tasarlanmıştı. Geçen yüzyılın sonlarında çok harap olan cami, devrin seraskeri Rıza Paşa’nın (1844-1920) delaletiyle, gideri Hazine-i Hassa’dan ödenmek kaydıyla yeniden inşa ettirilmiş, Mimar Sinan’ın ilk tasarladığı camiden tamamen farklı, eklektik üslupta bir yapı ortaya çıkmıştır. İstanbul’da meydana gelen 1896’daki Ermeni Olaylarından sonra caminin çevresindeki Ermeni mahallesinde bir karakolun inşa ettirilmesi, caminin de yenilenmesine neden olmuştur.

Osmanlı devrinin son yıllarında bakımsız kalan cami 1993’de Süeda Hanım isimli bir hayırsever tarafından onarılmıştır. 1992 yıllarında yapının kuzey kesimine dernek binası, tuvalet ve abdest yerleri eklenmiştir. Ayrıca fevkani mahfilde kuzeye bakan pencerelerden biri kapıya çevrilerek minareye ve mahfile dışardan giriş sağlanmıştır.Son yıllarda yapılan ekler caminin ana yapısı ile uyumsuz bir görüntü arz etmektedir.

Yapının cepheleri pilastralarla bölünmüş, alt ve üst pencerelerin arasına yatay bir silme yerleştirilmiştir. Alt pencereler basık, üst pencereler ise yuvarlak kemerlidir. Üst pencerelerden cephe ekseninde bulunanlar yükseltilerek saçak kornişinden yukarıya taşırılmıştır. Birkaç istisna dışında Osmanlı yapılarında görülmeyen, buna karşılık Bizans dini mimarisinde çokça kullanılan, osmanlı dönemi Rum kiliselerinde de sürdürülen bu saçak ayrıntısı, Abdi Çelebi Camisi’nin Rum kökenli ustaların elinden çıkmış olabileceğini düşündürmektedir. Yapının dört köşesinde yükselen ağırlık kuleleri sekizgen, üst kısımları da soğan kubbelidir. Cami kiremit kaplı ahşap çatıyla örtülmüştür. Minaresi kuzeybatı köşesindedir.

Kapalı son cemaat yerinin üst katı kadınlar mahfili olarak değerlendirilmiştir. Fevkâni mahfilden harime açılan üç adet kemerin içinde mahfil zemini kavisli çıkmalarla genişletilmiş, bu çıkmalardan ortadaki daha geniş tutulmuştur. Kare planlı harimin tavanı köşede, pandantif görünümlü ahşap dolgularla kuşatılmış, böylece elde edilen sekizgen yüzeyin merkezine alçıdan yuvarlak bir göbek oturtulmuştur. Son devrin hattatlarından Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer’in eseri olan, yaldızla yazılmış sülüs hatlı Nur ayeti, alçı göbeği kuşatmaktadır. Mihrabı çevreleyen ve 1933 onarımına ait olduğu sanılan çini kuşakta mavi zemin üzerine beyaz renkte celi sülüs olarak yazılmış, Kamil Akdik imzalı İhlas suresi bulunmaktadır. Mihrap nişinde, son dönem özelliklerini yansıtan kalem işi perde motifleri görülür.

Başlangıçta mescit olarak faaliyet gösteren yapının mimberini 1756’da mahmut Ağa’nın yaptırdığı bilinmektedir. Halen görülen ahşap mimber ise, yapının mimarisi gibi eklektik özellikler göstermektedir. 19.Yüzyılın sonundaki yenileme sırasında konduğu anlaşılan bu mimberin köşk kısmı dilimli kemerlerle donatılmış, soğan kubbeli bir külah ile taçlandırılmıştır.

Ağa Cami   (Beyoğlu)



Beyoğlu’nda İstiklâl caddesindedir. Caminin batısı Sakızağacı Caddesi’ne, kuzeyi Maliyeci Sokağı’na bakmaktadır. 1003/1594 yılında Galatasaray ağası Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. II.Mahmut 1834 yılında camiyi onartmıştır. Doğudan Rumeli han’a bitişik olan caminin etrafı çevre duvarıyla kuşatılmıştır. Maliyeci Sokağı’na bakan ana kapıdan avluya girilmektedir. Tamamı kesme taş olan yapının tüm kenarları taraklı mozaikle çerçeve içine alınmıştır. Cami, üstte sivri kemerli, dıştan revzenle kaplı, içeriden sitilize Türk çiçek motifli, renkli cam pencerelerle, altta ise dikdörtgen kesitli ve demir parmaklıklı iki sıra pencereyle aydınlatılmıştır. Yapıyı saçak hizasında dolaşan palmet frizinin hemen altında bir üçgenler kuşağı yer alır. Dışarıdan çokgen bir çıkma yapan mihrabın hemen arkasında, içinde bânisinin gömülü olduğu bir hazire yer alır. Caminin kuzeybatısındaki kesme taş minarenin, dikdörtgen kesitli kaidesinden petek kısmına, prizmatik üçgenlerle geçilmiştir. Silindir gövdeli ve şerefe korkulukları kesme taş olan minare, ahşap üzerine kurşun kaplı bir külah ile örtülmüştür.

Dört basamakla çıkılan kâgir son cemaat yerinden bir kapıyla harime geçilmektedir. Girişte, fevkâni mahfilin tam altında kalan iki bölüm sağ ve solda ahşap korkuluklarla ayrılmıştır. Harim, mahfilin altında kalan giriş bölümüne göre biraz daha yükseltilmiştir. İki basık paye, kuzeybatıdan bir merdivenle çıkılan fevkani mahfili taşır. Payelerle mahfilin birleştiği yeri mukarnaslı konsollar desteklemektedir. Mahfilin altı kalem işiyle bezenmiştir. Enine dikdörtgen harim, kenarları parhlanmış iki paye ile üçe ayrılmıştır. Payeler, zeminden belirli bir yüksekliğe kadar on iki köşeli yıldızlardan oluşan geometrik süslemeyle kaplıdır. Tavan, klasik üslupta kalem işi ile bezelidir. Mahfil seviyesinden başlayan siyah üzerine altın yaldızlı yazı kuşağı iki koldan mihrabın tepeliğine kadar dolaşır. Duvarlar, zeminden itibaren pencerelerin ortasına kadar mavi, yeşil fayanslarla kaplıdır. Caminin içi, klasik motifler kullanılarak Kütahya çinileriyle, pencereler ise kalem işleriyle süslenmiştir.

Avlusunda, aralarında ajurlu mermer şebekeler ve içbükey çeşme aynaları olan, sivri kemerli sütunların oluşturduğu çokgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır. Şadırvan Mimar Sinan’ın eseridir. Bugün yerinde olmayan, fakat Mimar Sinan’ın tezkirelerinde adı geçen Kasımpaşa’daki, Sinan Paşa Camisi’nden getirtilmiştir. Fıskıyesi ise Oluklubayır Tekkesi’nden getirilmiştir.

Ağalar Cami   (Eminönü)
 Bugün Topkapı Sarayı olarak adlandırılan Saray-ı Cedîd’in üçüncü avlusunda bulunan Ağalar Cami, Hasoda’nın yanındadır.
 
 R.Ekrem Koçu, sarayın içindeki camilerin en büyüğü olan bu ibadet yerine Hünkâr Cami de denildiğini bildirmektedir. Burada İçoğlanları ve Enderun-ı Hümayun zülüflü ağaları namaz kıldıklarından, daha sonraları buraya Ağalar cami denilmiştir. Yapının kesin tarihi bilinmemekle beraber, Ağalar Camisi’nin duvar örgü tekniği Fatih Sultan Mehmet döneminden kaldığına işaret etmektedir. Kapılarından biri üstündeki 1136/1723-24 tarihli kitabeden ve duvar örgü tekniğindeki farktan, 18.Yüzyılda Seyyid Mehmed Ağa adlı bir kişi tarafından büyük ölçüde tamir ettirildiği anlaşılmaktadır.
 
 II.Mahmud döneminde, yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması kararının bu camide alındığı da söylenmektedir. Ağalar Cami, 1881’e kadar cami olarak kullanılmış, bundan sonra depo ve yemekhane olmuş ve üstünün kurşunları alınarak yıkılmaya bırakılmıştır. Topkapı Sarayı müzeye dönüştürüldükten sonra, 1925’ten itibaren kütüphane ve okuma salonu olarak restore edilmiş, sarayın çeşitli yerlerindeki yazma kitaplar burada toplanmış ve bunu anlatan 1928 tarihli bir kitabe güney tarafındaki kapısı üzerine konulmuştur.
 
 Ağalar Cami, dikdörtgen planlı, enlemesine uzanan bir yapıdır. Yanına kapısında 1136 tarihli kitabe olan mescit eklenmiştir. Cami ilk yaıldığında, üstünün kiremit kaplı bir ahşap çatı ile örtülü olduğu ancak, 18.Yüzyılın ortalarında şimdi görülen beşik tonozun inşa edildiği, bunun sonuncu elemanın Türk klasik dönem mimarisine ters düşmesinden anlaşılır. Üstünde daha önce bir kubbe olduğu yolundaki görüş pek inandırıcı değildir. Ağalar Cami taş ve tuğla dizileri halinde yapılmış, yuvarlak kemerli alt sıra pencereleri bu biçimlerini 18.Yüzyılda almıştır.
 
 Ağalar camisi’nin yanında bugün okuma salonu olan mescidin duvarları çinilerle kaplanmıştır. Mescit ile esas cami arasında kalan ve ancak Altınyol’dan ulaşılan mekan ise hareme mahsus namaz yeri idi.
 
 
 Ahi Çelebi Cami   (Eminönü)



Eminönü’nde, Haliç kıyısında, Zindan Hanı’nın batısında ve Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı’nın kesiştiği köşede yer almaktadır.

Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır.Ancak bazı söylentilere dayanılarak kapı üzerine 1500 tarihi konulmuştur. Yapıldığı yıl kesin olarak belli değildir. Yaptıran ise Âhi Çelebi Mehmed bin Tabib Kemal Ahî Can Tebrizî’dir. Vakfiyelerde de “Merhum Ahî Çelebi bin Kemalü’l-Tabib olarak geçmektedir. Fatih, II.Bayezid, Yavuz Selim ve Kanuni devirlerinde yaşamıştır. Önce Candaroğulları hizmetindeyken, daha sonraları İstanbul’a gelerek Mahmutpaşa semtinde bir dükkânda tabiblik yapmıştır. İlk bilgilerini babasından alan Ahî Çelebi, fatih Darüşşifası’na hekimbaşı olmuştur.Mısır’da ölmüş ve İmam Şafii Türbesi’ne gömülmüştür. Böbrek ve mesane taşları üzerine kaleme aldığı telifi ve tıbba ait bazı eserleri bilinmektedir.

Ahi Çelebi Camii, Kanlıfırın Mescidi ve Yemişçiler Camii adlarıyla da anılmaktadır. Ayvansarayî’nin Hadikatü’l-Cevâmi’de verdiği bilgiye göre, 15.yüzyılda Ahi çelebi Tabib Kemal tarafından yaptırılmıştır. Yemiş İskelesi’nde çıkan yangınlarda iki defa
yanmış; ilki 1539, ikincisi ise 1653’tedir. İkinci yangından sonra Mimar Sinan tarafından tamir edildiği için Tezkiretü’l-Enbiye’de Onun eserleri arasında adı geçmektedir. 1894 depreminde de hayli zarar görmüş ve onarım geçirmiştir. Ahi Çelebi, İstanbul’un en eski camilerinden biri olup, bugün harap durumda ve mimari açıdan pek fazla bir özelliği bulunmamaktadır. Evliya Çelebi’nin ünlü seyahat rüyasını gördüğü cami olması nedeniyle İstanbul folklorunda önemli bir yer tutmaktadır.

Evliya Çelebi’nin ünlü rüyası:
1040 yılı Muharremi’nin aşura gecesi (19 Ağustos 1630), İstanbul’daki evinde bir ara dalıveren Evliya Çelebi, eskilerin deyimiyle “beyne’n-nevm ve’l-yakaza”, yani uykuyla uyanıklık arasında bir rüya görür. Yemiş İskelesi yakınında helâl mal ile yapılmış eski bir cami olan Ahi Çelebi Camii’nde, minberin dibinde oturmaktadır. Birden kapı açılır ve camiin içi nurdan bir cemaatle doluverir. Hayret ve hayranlık içinde olup biteni seyreden Evliya, gelip yanına oturan zata kim olduğunu sorar.
Aldığı cevap heyecan vericidir:
“Aşere-i Mübeşşere’den okçuların pîri Sa’d ibni Ebi Vakkas!”
Peki, camiyi nura boğan cemaat? Okçular pîrinin anlattığına göre, ön saftakiler peygamberlerin, arka saftakiler evliyanın ruhlarıdır. Ashabın, muhacirînin ve bütün Kerbelâ şehitlerinin ruhları da hep orada. Mihrabın sağında oturan Hz. Ebubekir ve Ömer, solundaki Hz. Osman ve Ali’dir. Mihrabın önündeki de Hz. Üveysü’l-Karâni. Müezzinlerin, dolayısıyla Evliya Çelebi’nin piri olan Bilâl-i Habeşi, camiin solunda duvar dibinde oturmaktadır. Ve işte şimdi içeri kanlı esvaplarıyla girenler de Hazreti Hamza ve cümle şehitlerin ruhları!
Sa’d ibni Ebu Vakkas, Evliya’nın “Yâ sultanım, bu cemaatin bu camide cem’ olmalarının aslı
nedir?” sorusunu da şöyle cevaplandırır:
“Azak câniblerinde cüyûş-ı muvahhidînden Tatar-ı sabâ-reftâr askeri muzdaribü’l-hâl olmağla
Hazret’in himâyesinde olan bu İslambol’a gelüp andan Tatar Han’a imdâda gideriz; şimdi
Hazret-i Risâlet dahi İmam Hasan ve İmam Hüseyin ve on iki imamlar ve bizden gayri Aşere-i Mübeşşere ile gelüp sabah namâzının sünnetin eda idüp sana kamet eyle diyü işaret buyururlar; sen dahi savt-ı a’lâ ile ikamet-i tekbîr idüp ba’de’s-selâm Ayetü’l-kürsî’yi tilâvet eyle, Bilâl Sübhanallah desin, sen Elhamdülillah, Bilâl Allahü ekber desin, sen âmin âmin de. Ve cümle cemaat ale’l-umûm tevhîd ederiz, Ba’dehu sen Ve salli ala cemîi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn ve’l-hamdüli’llâhi rabbi’l-âlemîn diyüp kalk, heman mihrabda Hazret-i Risâlet otururken dest-i şerîfin bûs idüp ‘Şefâat ya Resûlallah’ deyüp recâ eyle!”
“Seyahat ya Resulallah!”
Tam o sırada camiin kapısında bir nur şimşek gibi çakar ve her yer “nûrün alâ nûr” olur. Bütün cemaat ayağa kalkmıştır; Peygamberimiz, sağında İmam Hasan, solunda İmam Hüseyin olduğu halde kapıda belirir. Yüzünde al şaldan bir örtü, elinde bir asâ vardır ve kılıcını kuşanmıştır. “Bismillah” diyerek mübarek sağ ayağını içeri atıp nikabını açar ve selâm verir:
“Esselâmü aleyküm yâ ümmetî!”
Camidekiler hep bir ağızdan selâmı alırlar. Resulullah mihraba geçip sabah namazının sünnetini kılarken Evliya dehşet içinde tir tir titremekte, bu arada Peygamber’in eşkalini dikkatle incelemektedir. Evet, aynen Hilye-i Hâkanî’de yazdığı gibidir: Destârı on iki kolanlı beyaz şal, gerdanında sarı sof şal, ayaklarında sarı çizmeler...
Peygamber sünneti kılıp selâm verdikten sonra sağ eliyle dizine vurarak Evliya’ya “İkamet eyle!” buyurur. Evliya, segâh makamında “ikamet ve tekbir” eder. Resulullah aynı makamda hazin bir sesle Fâtiha’yı okuyarak ruhlar cemaatine sabah namazını kıldırır. Selâmdan sonra Evliya, Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın tarifine göre Bilâl-i Habeşî ile müselsel müezzinlik yapar. Resulullah mihrapta yanık bir sesle Yâsin-i Şerif okuduktan sonra ayağa kalkınca Sa’d ibni Ebi Vakkas, Evliya’yı elinden tutup huzura götürür ve der ki:
“Âşık-ı sâdıkın ve ümmet-i müştâkın Evliya kulun şefaat rica eder!”
Ve ardından Evliya’ya döner:
“Mübarek dest-i şeriflerini bûs eyle!”
Evliya büyük bir heyecan içindedir; ağlayarak Peygamber’in elini öper ve “şefaat”
diyecek yerde,
“Seyahat ve Resulallah!” deyiverir.
Bu dil sürçmesi Resulullah’ın çok hoşuna gitmiştir; tebessüm ederek:
“Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! Fâtiha!” buyurur.
Ruhlar Fâtiha okuduktan sonra, Evliya Çelebi hepsinin ellerini bir bir öpmeye başlar. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre Hz. Peygamber’in pembe renkli eli gül gibi kokmaktadır ve sanki
kemiksizmiş gibi yumuşacıktır. Diğer peygamberlerin elleri ayva kokusundadır. Hz.
Ebubekir’in eli kavun, Ömer’inki anber, Osman’ınki menekşe, Ali’ninki yasemin, Hasan’ınki
karanfil, Hüseyin’inki beyaz gül.
Evliya camideki bütün ruhların ellerini öptükten sonra Hz. Peygamber tekrar “Fâtiha” der;
herkes yüksek sesle “seb’al-mesânî”yi okur ve “Esselâmü aleyküm eyâ ihvânûn” diyerek
camiden çıkar; sahabeler de Evliya’ya hayır dualar ederek onu takip ederler. Sadece Sa’d ibni
Ebi Vakkas durur ve belinden sadağını çıkarıp Evliya Çelebi’nin beline kuşattıktan sonra şu öğütleri verir:
“Yürü sehm ü kavs ile gazâ eyle ve Allah’ın hıfz-ı emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şerîflerin bûs itdinse cümlesini ziyaret itmek müyesser olup seyyâh-ı âlem ve ferîd-i âdem olursun. Amma geşt ü güzer itdiğin memâlik-i mahrûsaları ve kılâ-i büldanları ve âsâr-ı acîbe ve garîbeleri ve her diyarın memdûhât, sanâyiât, me’kûlât ve meşrûbâtını ve arz-ı beledi ve tul-ı neharların tahrir idüp bu seyr-i garîbe ile ve benim silâhımla amel idüp dünyâ ve âhiret oğlum ol, tarîk-i hakkı elden koma gıll u gışdan beri ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, iyilerden iyilik öğren!”
Bu öğütleri verdikten sonra Sa’d ibni Ebi Vakkas da Ahi Çelebi Camii’nden çıkıp gider.
“Önce bizim İstanbulcuğumuzu yaz!”
Derin bir inşirah ve büyük bir mutluluk içinde uyanan Evliya Çelebi, abdest alıp fecir namazını kıldıktan sonra Kasımpaşa’ya gider ve rüya tabircisi İbrahim Efendi’ye güzel rüyasını en ufak ayrıntıyı bile kaçırmadan anlatır. İbrahim Efendi’ye göre, Evliya seyyah olup bütün dünyayı dolaşacak ve öteki dünyada Resulullah’ın şefaatine nâil olacaktır. Bu tabirle yetinmeyen Evliya Çelebi,
Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede’nin tabirini de merak eder ve huzuruna varır.
Dede’nin tabiri daha gönül ferahlatıcıdır:
“On iki imamın ellerini öpmüşsün, dünyada azim sahibi ve başarılı olacaksın! Aşere-i
Mübeşşere’nin ellerini öpmüşsün, cennete gireceksin! Çâr-yâr-ı güzînin ellerini öpmüşsün,
dünyada bütün padişahların dostu olacak, sohbetlerinde bulunacaksın. Hazreti Resul’ün yüzünü
görüp mübarek ellerini öpmüş, hayır dualarını almışsın, iki dünyada saadete ereceksin. İmdi,
Sa’d Vakkas’ın nasihati üzere önce bizim İstanbulcuğumuzu yazmaya başla, yürü işin rast gele,
el fâtiha!”

Caminin bilinmeyen vakfiyesi953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde özet olarak verilmiştir.Vakfiyede Meyve Kapısı haricinde gösterilen cami ve bâninin Edirne’de bir hamam, Trakya’da sekiz köy, mezralar vakfedilmiştir.Ayrıca Ahî Çelebi’nin oğlu Ruhullah Çelebi’nin kızı Ayşe Hatun da 934/1528’de 10.000 akçe nakit ve yıllık 1.250 akçelik bir meblağı vakfa ilave etmiştir.

Cami, tuğladan dört sivri kemer üzerine oturtulmuş, oldukça basık tek kubbelidir. Son cemaat yeri altı kubbelidir. Kubbeyi taşıyan sivri kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri kemerli pencere izleri çıkmıştır. Binanın kare şeklindeki kubbe kasnağı çepeçevre bir demirle çevrilmiştir. Yanlara doğru ikişer payandanın da sonradan ilave edildiği anlaşılmaktadır. Büyük kemer içlerinde sağ ve solda dörderi kıble duvarında üç, mihrap duvarında ise iki üst pencere mevcuttur. Minare sağda yer almaktadır. İçerideki kapısı yüksekte olduğundan bir merdivenle ulaşılmaktadır.Minare kaidesi de bu geçide olanak vermek amacıyla dışarıdan kıbleye doğru uzatılmıştır. Son cemaat yerinde minare tarafındaki duvardan bir kapı açılarak eklenti olan ilave binalara geçiş sağlanmıştır. Caminin cümle kapısı son derece basittir. Mihrabı mermer plaklarla kaplanarak yenilenmiştir. Sağdaki ilave yapı üzerinde bulunan çeşmenin kitabesi 1281/1864 tarihlidir. Binanın mimari açıdan önemi olmamakla birlikte, tarih açısından önemli bir yeri vardır.
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 739
İstanbul Camiileri ve Mescitleri
« Yanıtla #2 : 27 Ocak 2009, 16:13:36 »
Ahmed Ağa Cami   (Üsküdar)

Bağlarbaşı’ndan Selimiye Üsküdar yönüne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, Karacaahmet Türbesi’nin karşısında, Karacaahmet Mezarlığı’na bitişiktir.

Caminin kuzeybatı köşesinde, imam odası ile pencere arasında on dört satırlık manzum kitabe yapının, üzengi ağalarından Rodoslu Hacı Hafız Ahmed Ağa tarafından ahşap olarak yaptırıldığını, daha sonra da oğlu Tophane Müşiri Fethi Ahmed Paşa tarafından 1272/1857’de yeniden inşa ettirildiğini belgelemektedir.

Yapı kâgir ve ahşap çatılıdır. Basık kemerli, uzun dikdörtgen pencerelerle aydınlanan caminin, türbeye bakan cephesinin altında dükkânlar bulunmaktadır. Kuzeydoğu köşesi, kitabeye kadar uzanan mermer bir sütunla yumuşatılmıştır. Ana mekâna, merdivenlerle minare kaidesinin yola ve mezarlığa bakan yönlerinden girilmektedir. İç mekân birçok değişikliğe uğramış ve tarihi özelliğini kaybetmiştir. Tavanı ahşap kirişli, mihrap ve minberi basit ahşaptan yapılmıştır.

Kuzeydoğu köşesinde yer alan minaresinin dikdörtgen kesitli kaidesi yapı kitlesinin içerisine dahildir. Sıvalı minaresi kurşun kaplı bir külahla örtülüdür.

 
 Ali Kethüda Cami   (Sarıyer)



Sarıyer'de Yenimahalle caddesi üzerindedir.II. Mustafa zamanında (1695-1703) sadrazam kethüdası olan Ali Efendi tarafından yaptırılmıştır. Hadikatü’l Cevamî’de 1720-1721’de Nevşehirli İbrahim Paşa’nın kethüdası Mehmet Ağa tarafından tamir ettirildiği ve bu sırada bir minare eklendiği yazılıdır. Yapının 19.Yüzyılın ortalarında yenilendiği mimari özelliklerinden anlaşılmaktadır. İlk yapıldığında, deniz kıyısında yer aldığı, zamanla kıyının doldurulması sonucu biraz daha içeride kaldığı tesbit edilmiştir. Nitekim deniz yönünde kayıkhanelerin bulunduğu, kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Kıble doğrultusunda gelişmiş, derinliğine dikdörtgen bir alana yayılan yapı, kâgir duvarlı ve ahşap çatı ile örtülüdür. Bir bodrum katı üzerine oturtulan caminin, kapalı bir son cemaat yeri ve harimi bulunmaktadır. Cümle kapısı kuzeyde, mihrap ekseni üzerindedir. Ana mekân, sekizgen kesitli, pilastr başlıklı yedişer ahşap sütunla derinliğine üç nefe ayrılmıştır. Sütunlar kuzey, doğu ve batı duvarları boyunca mihrap duvarına kadar uzanan fevkani mahfili taşırlar. Mahfilin, kuzey kanadında , mihrabın karşısına gelen kısmı yarım daire bir çıkma yapmaktadır. Aşağıdakilerle aynı hizada olan ahşap sütunlar çatıyı desteklemektedir. Üst katta batı yönündeki pencerelerden beş tanesi kapı olarak kullanılmakta, bu açıklıklardan son yıllarda yapıya eklenen kadınlar bölümüne geçilmektedir.Kuzeydeki ana girişten başka, doğu duvarında bir yan giriş bulunmaktadır. Duvarlar dışardan, kesme taş örgüsüne benzer şekilde taraklı mozaikle kaplıdır. Bütün cephelerde iki sıra halinde, dikdörtgen açıklıklı ve kesme taş söveli pencereler sıralanmaktadır.Gerek pencere söveleri gerekse de aynı özellikleri gösteren cümle kapısı söveleri pilastr şeklinde yontulmuştur. Yalnızca ana girişin üstünde daire şeklinde bir pencere açılmıştır.

Harimin tavanı, boydan boya, ince ve kalın çıtalarla yapılmış, sivri uçlarında iç içe geçen baklava şekilleriyle düzenlenmiştir. Bu düzenleme yer yer kare çerçeveler içine alınmış, çiçek süslemeleri ile renklendirilmiştir. Mihrap beyaz ve siyah mermerle üslupsuz bir şekilde yenilenmiştir. Ahşap minberin kapısında ve köşk kısmının sütunlarında, II.Mahmud devrinden itibaren yaygınlaşan çubuklu süslemeler bulunmaktadır. Minberin köşk kısmının üzerinde, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağa oturan piramit şeklinde bir külah bulunmaktadır.

Kuzeybatı köşesindeki minarenin, yapı kitlesi içine gömülü kaidesinin kuzey yüzünde, diğer pencerelerle aynı boyutta üst üste iki sağır pencere vardır. Kesme taştan inşa edilmiş, silindir gövdeli minare, birçok geç devir örneğinde olduğu gibi, yine kesme taştan, soğan kubbe biçiminde bir külahla son bulmaktadır. Caminin kuzeydoğu köşesinde, basık bir kitle halinde abdest mekânları yer almaktadır.

Ali Paşa Cami   (Eminönü)

Beyazıt’da, Fuat Paşa Caddesi ile Mercan Caddesi’nin kavşağında, İstanbul Üniversitesi Merkez Binası bahçesinin güneydoğu kapısının karşısında yer almaktadır.

Yapı Ağa Mescidi ve Yakup Ağa Cami olarak de tanınmaktadır. Saray Ağası Yakup Ağa’nın 954/1547’de ölümünden önce, Eski Saray’dan kalkan cenazelerin namazlarının kılınması için yaptırdığı mescidin yanması üzerine, Sultan Abdülaziz dönemi sadrazamlarından Âli Paşa (1815-1871) tarafından 1286/1869’da yaptırılmıştır.

Yapının mimarı İtalyan Boriori’dir. Kitabe üzerinde, beyzi bir madalyon içinde Sultan Abdülaziz’in tuğrası yer almaktadır. 1912 Mercan Yangını’nda hasar gören yapı, otuz yedi yıl harap durumda kaldıktan sonra 1949-1953 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, Âli Paşa dönemindeki üslubuna uygun olarak restore edilmiş ve ibadete açılmıştır.

Eklektik üsluptaki bu yapı, altındaki dükkanları, köşesindeki sebili ve sekizgen prizma biçimindeki kitlesi ile dikkat çekicidir. Dıştan sekizgen olan şema, içte yuvarlatılmış ve üstü kubbeyle örtülmüştür. Alttan, dönen bir merdivenle çıkılan kapalı son cemaat yerinden yine aynı türde bir merdivenle mahfile çıkılmaktadır. Bu merdivenin altında da bir kapıyla çokgen gövdeli, kırık piramidal külahlı, gövdesi üzerinde madeni aydınlatma şebekeleri bulunan minareye geçilir. Şerefe, uçlarında sarkıtları bulunan konsollara oturtulmuş olup, korkulukları yine şebekeli madeni levhalardan meydana gelmektedir.

Caninin yapıldığı arazinin konumu nedeniyle, ana eksende olmayan son cemaat yeri Fuat Paşa Caddesi’ne bakan giriş cephesi üzerindeki yarım altıgen planlı ve her kenarında dilimli kemerlere sahip bir pencere ile aydınlatılan bir çıkma bulunmaktadır. Bu çıkma, yapının bu kesimine sivil mimari özelliği katmaktadır. Cami caddelere bakan cephelerindeki pencerelerle aydınlatılmıştır. Bu pencerelerden doğrudan ana mekâna açılan üç tanesi oldukça yüksek tutulmuş olup, yuvarlak kemerlerle donatılmıştır. Kemerlerin üzengi hizalarına üçgen çıkıntılar konulmak suretiyle at nalı kemer havası verilmiştir. Bu pencerelerin üzerinde, içeriden alçı vitraylar, dışarıdan Mühr-i Süleyman biçiminde şebekelerle donatılmış birer yuvarlak tepe penceresi yer almaktadır. Yapının mihrabı çokgen çıkıntısı ile cephede vurgulanmıştır.

Cami, iç süslemesinin bugünkü sadeliğine karşın, dıştan çok hareketli bir görünüme sahiptir. Yapının saçak silmesi klasik oranlardan uzaklaşmış mukarnaslardan oluşmaktadır. Ana kitlede, saçağın üst bölümünde, her cephede dilimli kemer şeklinde biçimlendirilmiş, içi rumîleri hatırlatan stilize bitki motifleri ile dolgulu alınlıklar, cephelerin köşelerinde birer palmet oluşturmakta ve böylece yapıyı bir taç gibi sarmaktadır. Harime açılan yuvarlak kemerli pencerelerin iki yanı, üzengi hizasına kadar bir sıra altıgen kesme taşla hareketlendirilmiş, altıgenlerin birleşme noktalarında oluşan boşluklar kırmızı ve yeşil taş kakmalarla doldurulmuştur.

Dükkanlar ve sebilin yer aldığı zemin kat ile caminin bulunduğu birinci katın arası, küçük konsollardan oluşan bir kuşakla belirtilmiştir. Günümüzde namaza tahsis edilmiş olan ancak gerçek işlevi tam olarak anlaşılamayan zemin katta, basık kemerli pencereler yer almaktadır.
 Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Cami   (Zeytinburnu)



Topkapı’da, sur dışında, eski Edirne yolu üzerindedir. Arakiyeci İbrahim Ağa, Takkeci İbrahim Çavuş, Takkeci Cami olarak da anılmaktadır.

Kitabesinde de belirtildiği gibi, camiyi yaptıran İbrahim Çavuş’tur ve inşa tarihi 1000/1591-92’dir. Cami, mektep ve sebilden meydana gelmiştir. Taş levha ve iri dikmelerle inşa edilmiş bir duvarla çevrelenmiş, üç kapılı geniş bir avlu içerisindedir. Doğu tarafındaki Takkeci Sokağı’nda İbrahim Ağa’nın bir diğer sebili, kendinin ve oğlu Halil Çavuş’un kabirleri bulunmaktadır.Avlunun kuzeydoğu köşesinde ve diğer taraftaki sebilin karşısında Derviş Paşa’nın 1235/1819 tarihli çukur çeşmesi bulunmaktadır. Haziredeki 1173/1759 tarihli Takkeci İbrahim Cami Şeyhi Ali Efendi’nin kabir taşından ve Hadaika’daki ifadeden caminin aynı zamanda vakfiye gereğince Halveti tekkesi olarak da kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Cami, 1236/1830’da onarım görmüştür.1985’te Vakıflar İdaresi’nin yaptırdığı çalışmalarda da mahfil tavan ve dikme ve kemerlerinde orijinal altın yaldızlı nakışlar bulunmuştur.

Cami 1,15 m. kalınlığında, kaba kesme taş ve iki sıra tuğla ile yapılmıştır. Çatılı ancak, içeriden 5,50 m çapında ahşap kubbelidir.Caminin iç ölçüleri 11,70x11,25 m’dir. 7,75 m. Derinliğinde iki sıralı ahşap direk üzerinde, geniş saçaklı son cemaat yeri “U” şeklinde binayı çevrelemektedir. Ön ve yan saçak alınları üçgen biçimindedir. Sağda bulunan minare kaidesinin bir eşi de solda yapılarak denge kurulmuştur. Buradan, dışarıdan ve içeriden mahfile çıkılmaktadır. Minare kesme taştan, çok kenarlı bir gövdeye sahip, şerefe altı stalaktitlidir. Bütünü ile orjinaldir. Mahfile minareden de çıkılmaktadır. Son cemaat duvarındaki cümle kapısı sade silmeli çerçeve içinde, iki sıra bademle tezyin edilmiştir. Caminin kitabesi makaralı kapı üzerinde, üç satır halindedir. Türkçe olarak kartuşlar içine girift bir celi sülüsle yazılmıştır. Ahşap cümle kapısı orijinaldir ve kündekâri tekniği ile yapılmıştır. Cümle kapısı sağ ve solunda ikişer alt ve üst pencere bulunmaktadır. Alt pencereler arasında iki adet üstü dilimli ve köşeleri malakâri ile süslenmiş mihrap bulunmaktadır. Son cemaat yerindeki alt pencerelerin kemer aynalarında mermerden celi sülüsle Fatiha, İhlas, Felak ve Nas sureleri kabartma olarak yazılmıştır.Caminin sağ duvarında, minare yanında ikinci bir kapı vardır. Cami on dört alt ve on dört üst pencereye sahiptir. Üst pencereler sivri kemerli ve basit müzeyyen alçılıdır. Mihrap üzerindeki müzeyyen pencerede besmele yazısı vardır. Pencere ahşap kanatlarının bazıları günümüze kadar gelebilmiştir. Mihrap duvarındaki pencerelerin kemer aynalarında son cemaat pencerelerindeki gibi celi sülüs yazılar bulunmaktadır. Diğerlerinde ise çini panolar yer almıştır. Dokuz ahşap direk üstündeki mahfil “U” şeklindeki camiyi sağ ve sol duvar ortalarına kadar sarmaktadır. Yan duvarların mahfil altına isabet eden iki pencere arasında karşılıklı olarak birer kitabesi bulunmaktadır.

Takkeci İbrahim Ağa Camisi’nin ünü ise, içerisindeki çinilerden dolayıdır. 16.Yüzyılın en güzel İznik işi çini örnekleriyle pencerelerin kemer tepelerine kadar bütün duvarlar kaplanmıştır. Nar çiçeği kırmızısı, parlak camgöbeği, yeşil, lacivert renkler rumî ve hatayî desenler kullanılmıştır. Pencere aralarında vazo ve çiçek buketleri ile bezenmiş panoların, kemer köşelikleri ve içleri zengin motiflerle süslenmiştir. Mihrabın alçı mukarnasları hariç, tamamı çini ile kaplanmıştır ve mihrap ayeti de çiniyle yazılmıştır. Bununla birlikta bazı duvarlarda taklit çiniler de kullanılmıştır. Bazı panolar tamamen sökülerek alınmış ve yerlerine baskı tekniği ile yapılmış yenileri konmuştur. Bunlardan bazılarının Gülbenkyan tarafından Lizbon’daki Salazar Müzesi’ne hediye edildiği bilinmektedir.

Caminin mermer minberi, şebekeli korkuluğu, kafesli yanlıkları ve sade silmeleri ile devrinin güzel ve nisbetli bir eseridir. Ahşap kubbe yaldızlı çatı ile dilimlenmiş, eteklerindeki mukarnasları altın yaldızlı iki sıra badem ve yapraklarla tezyin edilmiştir. Kubbe göbeğinde yuvarlak içinde tekrarlanan bir ayet bulunmaktadır.

Caminin avlusunun kıble tarafındaki kapının sağına bitişik üstü açık bir sebil, su kuyusu ve haznesi ayrıca da bir mektep binası bulunmaktadır. Mektep, tek katlı ve çatılıdır. Sebil ve mektebe giriş takkeci Cami Sokağı’ndan ayrı bir kapı iledir. Mektebe bitişik olan sebilin avluya bakan penceresi yanında büyük bir kitabesi bulunmaktadır. Kitabe dokuz satır olarak celi sülüsle caminin kitabesini de yazan Nûşî tarafından yazılmıştır. 1002/1593-94 tarihini taşımaktadır.

Caminin doğusunda Takkeci Cami Sokağı’nın öbür tarafında, köşe başında İbrahim Ağa’nın diğer sebili ve kendisi ile oğlunun kabirleri bulunmaktadır. Sebil, köşede her iki sokağa karşı ikişer pencerelidir. 4,10x4,50 m. Ölçülerinde taş söve ve başlıklardan yapılmıştır. İlk yapıldığında üstü diğer sebil gibi açık olduğu sanılan yapının bugün üstünde çinko kaplı bir ahşap kat bulunmaktadır. Sebilin eski Edirne yolu üzerindeki cephesinde içerideki su haznesine bağlı bir çeşmesi vardır. Bu çeşme üzerinde üç beyitlik mermerden Türkçe kitabede İbrahim Ağa’nın adı ve 986/1578 tarihi yazılıdır. Sebilin diğer köşesinde pencere üst başlığındaki diğer mermer kitabede su ayeti ve bir hadis bulunmaktadır. Sebilin arkasında bulunan bahçedeki yüksek sanduka büyük olasılıkla Takkeci İbrahim Ağa’nın kabridir. Dört yanında gülçeler bulunan ve sekiz köşeli baş ve ayak taşlarında Arapça ve Türkçe kitabelerde bu hayratın sahibi olan zatın 1004/1595-96 da vefat ettiği yazıldır. Yanındaki daha küçük olan ve örfi kavuklu taşıyla dikkati çeken kabir ise oğluna aittir. Kitabesinde Türkçe olarak İbrahim Ağa’nın oğlu Halil Çavuş’un 995/1587’de vefat ettiği yazılıdır.


Arap Cami    (Beyoğlu)




Tersane Caddesi, Galata Mahkemesi Sokağı’nda ve Haliç’in Galata yakasındaki en büyük camidir. Bu caminin İstanbul’u kuşatan Araplar tarafından yaptırıldığına dair bir söylence vardır. Ama bu tarihsel verilerle çatışmaktadır. İstanbul fethedildiğinde burada bir kilise bulunmaktaydı. Bu kilise Fatih Sultan Mehmed tarafından Galata Camii adıyla 1475 yılında camiye dönüştürülmüştür. Eski kilise, doğrudan doğruya Fatih vakıflarından biri olarak cami yapılmıştır. 1492’deİspanya’dan göçe zorlanan Endülüs Araplarının bu cami etrafına yerleştirildikten sonra Arap Camii ismini almıştır.

Arap Cami, III.Mehmed döneminde (1595-1603) bir onarım gördükten sonra, 1731’deki Galata yangınının arkasından 1147/1734’te Galata’nın bu bölgesinde hayır eserleri yaptıran I.Mahmud’un (1730-1754) annesi Saliha Sultan tarafından büyük ölçüde restore edilmiş ve bir de şadırvan eklenmiştir. Cami, 1807’de bir yangın geçirmişse de hemen onarılmıştır. Bu onarımla birlikte Divan-ı Hümayun kâtiplerinden Hacı Emin Efendi tarafından binanın manzum bir tarihçesi yazılarak taşa işlenmiş ve mihrabın sağındaki duvara konulmuştur. Bu manzumede caminin esasının Mesleme bin Abdülmelik’e dayandığı da anlatılmıştır.

Arap Camisi’nin büyük ölçüdeki onarımı 1285/1868’de II.Mahmud’un kızı Âdile Sultan ile kocası Mehmed Ali Paşa tarafından yapılmıştır. Bu sırada avlunun altına bir sarnıç ile, bugün görülen şadırvan da inşa edilmiştir. Balkan Savaş’ından bir süre önce cami tekrar onarıma alınmış, bütün çatısı açılmış ve 1913’te yapılan bu onarımla büyük değişikliğe uğramıştır. Bu sırada ahşap döşemenin altından çok sayıda kitabeli ve armalı mezar taşları çıkmış, bunlar Arkeoloji Müzesi’ne konulmuştur. Ayrıca binanın doğu kısmında Bizans üslubunda bazı fresko resimlere de rastlanmış, çok sayıda Bizans korkuluk levhaları bulunmuştur. Giritli Hasan Bey adında bir kişinin kontrolünde yapılan bu onarımda, avlu tarafındaki cephe ileriye alınmış, Arap Mimari üslubunu taklit eden yeni bir son cemaat yeri ilave edilmiş, mahfiller, ahşap direkler üzerine yeniden inşa edilmiştir. Mihrabın yanındaki hücrenin Mesleme’nin Çilehanesi olarak düzenlenmesi ve kaldırılan hünkâr mahfili merdiveninin yerinde, rüya ile keşfedildiği söylenen Arap baba merkadinin yapılması yakın tarihlerdedir. Son yıllarda kilisenin çan kulesi olan, çok değişik biçimli minaresi küçük bir onarım görmüştür. Bu minarenin Şam’daki Emeviye Cami minarelerine çok benzemesi de camiyi Araplara bağlayan söylenceyi desteklemektedir.

Arap Cami dikdörtgen planlı ve gotik üslupta bir yapıdır. Minareye yakın duvarda esasları gotik kemerli bir iki pencerenin izleri görülebilir. Dominiken kiliselerinin kuleleri biçiminde olan kare kesitli minarenin de altında gotik sivri kemerli bir dehliz, avluya geçilmesini sağlar. Kulenin üçüz pencereleri örülerek mazgal biçimine dönüştürülmüştür. Caminin içinde mihrap bölümünde gotik mimarisinin en başta gelen özelliği olan kaburgalı tonozlar görülmektedir. Mihrap ve hünkar mahfili ile yan kapıların röveleri, barok üsluptadır ve büyük ihtimalle 1734-35’te Saliha Sultan tarafından yapılan onarım dönemine aittir.
 Asariye Cami   (Beşiktaş)



 Beşiktaş’ta Yıldız Mahallesi’nde Asariye Caddesi ile Asariye Çıkmazı’nın kesiştikleri köşede yer almaktadır.

Aynı yerde daha eski tarihli bir caminin bulunduğu bilinmekle birlikte, kaynaklarda söz konusu yapının inşa tarihi ve yaptıranı hakkında farklı görüşler yer almaktadır. Bugünkü yapı II.Mahmud tarafından, büyük olasılıkla hükümdarlığının (1808-1839) sonlarına doğru yaptırılmıştır. Caminin ta’lik hatlı mermer kitabesi kırık olduğundan tarihi tesbit edilememiştir. Bu kırık kitabe, bugün cami bahçesinin kuzeydoğu köşesinde durmaktadır.

Daire planlı ve kâgir olan yapıya, geç dönem özelliği olarak, dış görünüşüne egemen olan ve kuzeybatı köşesinde dikdörtgen bir çıkma yapan ahşap hünkâr kasrı eklenmiştir. Hünkâe kasrı çıkmasını taşıyan, iki mermer sütunun arasına, daha sonra iki adet kare kesitli ahşap sütun yerleştirilmiştir. Ana mekân, yüksek ve yuvarlak bir kasnağa oturan, içeriden sıvalı, dışarıdan kurşun kaplı bağdadi bir kubbe ile örtülmüştür. Kâgir duvarlarda iki sıra halinde dikdörtgen açıklıklı pencereler yer almakta, alttakiler, II.Mahmud döneminde sıkça görülen, baklava taksimatlı ve pullu şebekelerle donatılmış bulunmaktadır. Harimin cümle kapısı kuzeyde, mihrap ekseninde yer almakta ve kapalı son cemaat yerine açılmaktadır. Daire planlı ana mekân, alışılmış cami tiplerinden farklıdır. Pencere aralarındaki sekiz çift bağdadi pilastr, kubbe eteğine kadar devam etmektedir.

Eteğinde geniş bir silmenin dolaştığı kubbenin iç yüzeyi kartonpiyer tekniğinde yapılmış, ampir üslubunda süsleme grupları ile bezenmiştir. Merkezde, avizenin asılı olduğu yuvarlak madalyon şeklindeki göbek içinde, yapraklardan ve çiçeklerden oluşan sekiz kollu bir süsleme görülmektedir. Geri kalan yüzey, çift plastrların hizasında bulunan birer çift silme ile sekiz dilime ayrılmıştır. Silmeler arasında, kubbe merkezine doğru gittikçe daralan sekiz adet dikdörtgen bölüm içinde, yaprak dolgulu oval süsleme grupları yer alır. Bu dilimlerin eteğinde çelenk motifleri, merkeze bağlanan kısımlarında ise perde motifleri bulunmaktadır.Aynı perde motifleri mihrabın üzerinde de görülür. İki yandan ahşap pilastralarla sınırlanan mihrabın yanlarında, ampir üslubu ile uyumlu, cami ile yaşıt pirinç şamdan durmaktadır. Ahşap minber, iki tarafındaki plastralar ve eğri çizgilerden oluşan tepeliği ile aynı üslubun egemenliğini vurgulamaktadır.

Caminin kuzeybatı köşesinde, hünkâr kasrı çıkmasının altındaki kapıdan, hünkâr kasrının zemin kat sofasına girilir. Güney yönünde bir odanın bulunduğu bu sofadan merdivenle üst kata çıkılır. Hünkâr mahfili ile bağlantılı üst kat, bir sofa, iç içe iki oda ve bir abdestlikten oluşmuştur. Harim yönünde dışbükey bir çıkma yapan hünkar mahfili ahşap karkaslı, ajurlu madeni şebekelerle kapatılmıştır. Karkasın üzerinde, marköteri tekniğinde, II.Mahmud döneminde çok sık görülen çubuk biçiminde ve oval kakmalar bulunmaktadır. Son cemaat yerinin üstünde büyük bir mahfil, kuzeydoğu köşesinde ise hünkâr mahfilinin simetriği olan ve aynı biçimde bir çıkma ile donatılmış ancak şebekesiz müezzin mahfili bulunmaktadır.

Caminin kuzeydoğu köşesinde kesme taş minarenin kare kaidesi gövdeye kadar yükselmektedir. Pabuç kısmı olmaksızın kalın bir simitle başlayan silindir gövdeli minarenin şerefesinin altına madeni akantus yaprakları aplike edilmiştir. Sekizgen yıldızlarla süslü şerefe korkuluklarının alt kısmına girland kabartmaları yerleştirilmiştir. Çıkmaz sokağın kuzeyinde, eskiden şadırvanın olduğu yerde halen tuvaletler ve abdest alma mekânı bulunmaktadır.


Aşçıbaşı Cami   (Eyüp)

Eyüp, Nişancı Mustafapaşa Mahallesi’nde Aşhane Sokağı ile Aşçıbaşı Cami Sokağı’nın kesiştiği köşede yer almaktadır.

Ayvansarayî’ye göre, yapıyı yaptıranın Aşçıbaşı Mehmed Ağa olduğu ve mihrabın önünde gömülüdür. Vakfiyesi 999/1589 tarihlidir. Çeşitli onarımlar geçirerek günümüze gelen bu yapı, bugün aralarda tuğla hatılları olan moloz taş duvar örgüsüne sahiptir. Mihraba dik, dikdörtgen bir plan arz eden yapı içten ahşap tavan, dıştan dört tarafa meyilli kiremit çatı ile örtülüdür. Çatının altındaki bir sıra kirpi saçaktan sonra tuğlaların dekoratif yerleştirilmesi ile hareketli bir kuşak elde edilmiştir. Kuzeydeki kapının üzeri konsollara oturan genişçe bir basık kemer şeklinde olup, üzeri kirpi saçaklı sundurma gibi düzenlenmiştir. Bunun üzerinde ise tuğladan yuvarlak kemerli yüksek pencere açıklıklarına sahip yapıda içte bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Asıl harim mekânı kare planlı olup, son cemaat yerinin üstünde ahşap korkuluklu bir mahfili bulunmaktadır.

Dıştan dikdörtgen çıkıntı yapan mihrap, içten derin yarım yuvarlak bir niş şeklinde düzenlenmiştir. Mihrap nişi önünde köşelerde birer kaideye oturan yivli ahşap sütunçeler bulunmaktadır. Aşağıdan yukarıya hafifçe daralan bu sütunçeler üstte yine ahşap bir lento ile birbirlerine bağlanmıştır. Sade ahşap bir minberi bulunan camide mihrap nişi, duvar yüzeyleri ve pencere içleri tamamen geç devir kalem işleri ile süslenmiştir. Harap durumda olan kalem işlerinde kiremit renkli çerçeveler içinde “C” ve “S” kıvrımlı sarı, kirli sarı renklerde bitkisel motifli süslemeler görülmektedir. Pencerelerin alt hizasına kadar duvar yüzeyleri, son yıllarda fayansla kaplanmıştır.
Cami hariminin kuzeybatı köşesinde dışa taşkın bir minare yer almaktadır. Bir sıra düzgün kesme küfeki taş, iki sıra tuğla ile örgülü kare kaide üzerinde geçiş bölgesindeki üçgenlerin bir taş, biri tuğla olarak ele alınmıştır. Kaval silmeden sonra sıvalı olan yuvarlak minare gövdesi tekrar kaval silme ile oval hareketli taş şerefeye kadar uzanmaktadır. Şerefede korkuluklar demir parmaklıklı ve yine sıvalı olan pabuç bölümünden sonra iri alem şeklindeki taş külah ile minare son bulmaktadır.

Caminin doğu tarafında sokak köşesinde, uygun bir biçimde yer alan çevre duvarı üzerindeki mermer kaplamalı çeşme son yıllarda yapılmıştır. Bugün yapının mihrabı önünde ve batı tarafında toprağa gömülü olarak birkaç tane mezar taşı bulunmaktadır.


Atik Ali Paşa Cami   (Fatih)



Atik Ali paşa’nın “Zincirlikuyu, Karagümrük, vasat Ali Paşa” camileri de denilen cami, Atikali semtinde Fevzi Paşa caddesinde’sindeki set üstündedir. Zincirlikuyu adını, caminin yakınında bulunan bir kuyudan almıştır. Cami çevresinde, hattat Rakım Efendi’nin medresesi ve türbesi ile Semiz Ali Paşa’nın medresesi bulunmaktadır.

Caminin yapılış tarihi bilinmemekle birlikte, II.Beyazıd devri sadrazamlarından Atik Ali Paşa tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Kitabesi bulunmayan cami, Atik Ali Paşa’nın 915/1509 vakfiyesine göre İstanbul’da camileri, medresesi, imaret ve hankahı, Edirne’de camisi, hankahı bulunmaktadır.bu hayrat için İstanbul’da, Rumeli’de ve Anadolu’da bir hayli köy, arazi, dükkan, bedesten, hamam, bahçe ve evler, fırın, bostan, değirmenler bırakmıştır. Mora’da beş Muallimhanesi bulunmaktadır. Ayrıca 119 cilt kitap da vakfedilmiştir. Vakfıyede Balat’ta görülen cami, Kariye Cami’dir.


Yapı bir çok kez onarım görmüştür. Özellikle 1648 depreminde son cemaat kemerlerinin tamamen, minaresinin de şerefesine kadar yıkıldığı kayıtlara geçmiştir. 1960’lara kadar ahşap olarak kalan son cemaat yeri, temel izlerine göre yeniden yapılmıştır.

Cami iki sıra kesme taş,üç sıra tuğla ile inşa edilmiştir. Plan olarak iki kare ayak üzerinde altı kubbelidir. Son cemaat yeri de kesme taştan kare dört ayak üstünde üç kubbe ile örtülüdür. Kemerlere isabet eden yerlerde, dış duvarlarda istinat ayakları mevcuttur. Kemerler son tamirde dışta taş, içeride tuğla ile örülmüştür. Altta ve üstte sekizer pencere vardır. Ayrıca mihrap duvarında üstte iki yuvarlak pencere daha bulunmaktadır.Kaidesi kaba yonu kesme taştandır. Pabuç kısa, gövde kesme taştandır. Şerefe altı helezoni yivlidir. Cümle kapısı da kesme taştan dışarı çıkık, üstte sivri kemerli, sade silmelidir. Kitabe yeri boştur. Mihrap alçıdan, yeni uçları püsküllü, altı sıra bademlidir. Minber, taştandır, ancak yağlıboya ile boyanmıştır. Nisbetli, sade bir eserdir.


Atik İbrahim Paşa Cami   (Eminönü)
(Çandarlı İbrahim Paşa Cami)




Eminönü İlçesi’nde, Mercan Ağa Mahallesi’nde, Uzunçarşı Caddesi ile Fincancılar Yokuşu’nun kavşağında yer almaktadır. Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa (1429-1499) tarafından yaptırılan bu caminin yanında bir medresesi de bulunmakta, ayrıca bir mektebi olduğu da Vakfıyeden öğrenilmektedir. Günümüzde sadece cami ayakta kalabilmiştir.

Çandarlı İbrahim Paşa Camisi’nin, cümle kapısı üzerinde bulunan kitabeden öğrenildiğine göre, inşaatı 898/1492’de başlamış ve 900/1494’te bitirilmiştir. Tarih boyunca çeşitli yangın ve depremlerle tahrip olmuştur. Yakın tarihlerde de onarılarak ibadete açılmıştır.

Plan olarak enlemesine dikdörtgen biçiminde, kesme taştan, çatılı ve bir minarelidir. Ayrıca sekiz sütunlu bir son cemaat yeri bulunmaktadır. 1559’da çizilen bir gravürde çatılı olduğu görülmektedir. Evliya Çelebi de binayı tarif ederken çatılı olduğundan söz etmektedir. Cümle kapısı az çıkıntılı ve kemerlidir. Son cemaat duvarında sağda ve solda birer mihrap bulunmaktadır. Son cemaat yerinin sütun araları sonradan duvarla örülmüşken son onarımlarda yıkılarak kaldırılmıştır. Sütunlar ve başlıkları da değiştirilmiştir. Caminin altta on altı, üstte on yedi penceresi vardır. Giriş kapısı içinden altı betonarme sütun üzerindeki mahfile çıkılmaktadır. Minare kaidesi, on bir kenarlıdır ve gövdeye dik baklavalarla geçiş yapmaktadır. Gövde hemen hemen kaidesi kadar kalındır. Tavan ahşap alçıdan mukarnaslı olup, her ikisi de yenidir.


Atik Mustafa Paşa Cami   (Fatih)



İçerisinde sahabeden Hazret-i Câbir’in kabrinin bulunduğu inancıyla Câbir Cami olarak da adlandırılan bu tarihi yapı aslı eski bir Bizans kilisesidir. İstanbul’un kuzeybatı köşesinde kara tarafı surları ile Haliç kıyısı arasında kalan sahada Ayvansaray semtinin içinde, ancak 1933’lerde yapılan düzenleme sonucunda adını verdiği mahallenin surları dışında kalmıştır.

Eski bir kilise olan bina, 1490 yılında Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştür. Yapılış tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte bazı araştırmacılar Bizans İmparatoru I. Leon Flavius tarafından 458 yılında yaptırıldığını belirtmektedir. Kilisenin adı hakkında da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak kimi kaynaklarda Aziz Petros ve Aziz Marcos Kilisesi olarak geçer. Bazı kaynaklarda ise kilisenin IX. yüzyılda İmparator Teofilos’un kızı Prenses Tekla tarafından yaptırıldığı ve adının da Hagia Tekla Kilisesi olduğu belirtilir.

İstanbul’un Bizans dönemine ait eski eserlerine ait toplu bir eser yazan Patrik Konstantinos, Fransızcası 1846’da yayımlanan (Rumca ilk baskı 1824, 2.bas.1844) kitabında burayı havarilerden Petrus (Petros) ve Marcus’un (Markos) kilisesi olarak gösterir. Bu teşhis sonraları İstanbul’un eski eserleri ve tarihi topografyasına dair belli başlı kitaplarda da tekrarlanmıştır. Bu hipoteze esas olan söylenceye göre, I.Leon döneminde (457-474) Galbios ve Kandidos adlarında iki patris Kudüs’ü ziyaretlerinde bir Yahudinin evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryem’in evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryem’in elbisesini (mafarion) çalarak 458’e doğru Bizantion’a getirirler ve Blaherna semtinde havari petros ve Markos adlarına bir kilise yaptırarak bu kutsal elbiseyi küçük bir yapı olan bu kiliseye koyarlar. Fakat İmparator bunu öğrenince daha büyük olan Blaherna Kilisesi’ni inşa ettirerek, elbiseyi oraya taşıtır. Bu eşyanın oraya konulmasının hatırası için her yıl 2 Temmuz günü büyük tören yapılıyordu. Fakat Atik Paşa Cami olan kilisenin, iki patrisin 458’e doğru inşa ettirdikleri bina olması olasılığı çok zayıftır. Buna karşılık bu bölgede İmparator Teofilos’un (hd 829-842) kızı Tekla’nın bir kilise ve manastır kurduğu ve azizelerden Aya Tekla adına sunulan bu manastıra çekilerek burada öldüğü bilinmektedir. Aya Tekla Kilisesi, bir savaştan dönerken büyük bir kasırga ile selden kurtuluşunu o gün yortusu olan Aya Tekla’nın bir mucizesine borçlu olduğu inanan, İsaakios Komnenos (1057-1059) tarafından 1059’da tamir ettirilmiştir. Bu onarımın önemli ölçüde bir yenileme olduğunu, I.Aleksios’un (1081-1118) kızı Anna Komnena’nın kitabından öğrenmekteyiz.

İstanbul’un fethinde kilisenin ne durumda olduğu bilinmemekle birlikte Fatih vakfiyelerinde adı geçen Ayaleharna Mahallesi’nin Blaherna olması olası görülmüş ve buradaki Çokalica Manastırı’nın adı Çuhalica olarak açıklanarak, bunun Meryem’in elbisesi ile bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır. Blaherna’daki Meryem Kilisesi, bu caminin çok yakınında olduğuna göre (100-150 m. mesafede) manastırın tarihte adı geçen Tekla Kilisesi yanındaki manastır olabileceği de bir hipotez olarak düşünülmüştür. 1430’da Blaherna Kilisesi yandığında, Meryem’in kutsal elbisesi, komşu Tekla Kilisesi’ne konulmuştur. Elbise, çuha yaklaşımı ile, vakfiyedeki Çuhalica’nın Tekla Kilisesi olduğu, dolayısı ile Atik Mustafa Paşa Cami, eğer Tekla Kilisesi ise, kutsal elbisenin saklandığı mabedin olması olasıdır.

Kilisenin, II.Bayezid döneminde sadrazam olan ve I.Selim’in 1512’de idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği bilinmekte ise de bu biraz tartışmalıdır. 953/1546 tarihli İstanbul Vakıflar Tahrir Defterinde çok daha küçük mescitler ayrı başlık altında yer alırken bu cami, Koca Mustafa Paşa’nın bu semte adını veren, yine kiliseden çevrilme diğer camisi ile birlikte kaydedilmiştir. Vakıf defterinden öğrenildiğine göre, bu caminin çevresindeki pek çok sayıda ev ve dükkan da onun evkafındandı. Binanın bütün saçak bölümü Türk dönemine değiştirilip, esas Bizans yapısı kubbenin yerine Türk mimari üslubunda bir kubbe yapıldığına göre, bu işlemin 1509 depreminden sonra gerçekleştirildiğine ihtimal verilebilir. Ayvansaray’da büyük tahribat yapan 1729 yangınında cami de zarar görmüştür. İstanbul’da eski eserlerde izler bırakan 1894 depreminde de Atik Mustafa Paşa Camisi zarar görmüş ve minaresi yıkıldığından yeniden yapılmıştır.

Caminin apsisinin sağ tarafındaki hücre, bir türbe şekline sokularak, buraya konulmuş olan ta’lik hatla yazılı bir levhada buranın Hazret-i Câbir’in kabri olduğu bildirilir. Bu bölmenin kapısı üstünde de “Hâza merkad-i Câbir bin Abdullahü’l Ensarî” yazısı vardır. Hadika’nın verdiği bilgiye göre ise Eyyub-i Ensarî ile Bizans döneminde Bizantion’un önüne gelen sahabeden olan Câbir bin Abdullah burada gömülüdür. Aslında islâm tarihinin bilinen iki Câbir bin Abdullah’ından ikisi de Bizantion kuşatmalarında bulunmamıştır. Bu türbenin bir makam olduğu anlaşılmaktadır.

Atik Mustafa Paşa Cami olan bu kilise, Bizans dini mimarisinde kapalı haç planlı yapılar gurubunun, köşe duvarlı tipindedir. Binanın içinde haç biçimindeki mekânı, dört taraftaki dört hücrenin köşeleri meydana getirmektedir. Ortada dört kolun birbirlerine kavuştukları karenin üstünde büyük ihtimalle Bizans döneminde, pencereli yüksek kasnaklı kubbe bulunuyordu. Türk mimarisinin klasik döneminde, burası bugün görülen penceresiz basık kasnaklı kubbe yapılmıştır. Bu arada, aslında iç bünyenin dışa aksettirilmesi yüzünden inişli çıkışlı olması gereken saçak hattı da, yan cephelerde kemerlerin kesilmiş olmasından , düz bir biçimde değiştirilmiştir. Ayrıca orijinal pencerelerin çoğu örülmüş ve sövelerinden belli olduğu üzere yeni pencereler de açılmıştır.

Kiliselerde bulunan ve mutlaka olması gereken narteks (giriş holü) burada yoktur. Bilinmeyen bir tarihte yıkıldığı sanılan bu bölümün yerine basit, üstü çatılı ve mimari özelliği olmayan bir son cemaat yeri yapılmıştır. Minare ise 1894 depreminden sonra standart tipte yapılan taş külahlı minarelerdendir. Caminin içinde Bizans dönemine ait hiçbir bezeme bulunmamaktadır. Türk döneminde de yapılan ahşap minber ile mermer vaaz kürsüsü sanatsal bir özellikte değildir. Caminin tonoz ve duvarlarını kaplayan kalem işleri çok yakın tarihlerde, 1894’ten sonra yapıldığı sanılmaktadır.

Caminin dışında bulunan, yekpare mermerden oyulmuş bir vaftiz teknesi 1922’de Arkeoloji Müzesi’ne taşınmıştır. 1957’de Amerikan Bizans Enstitüsü, binanın güney cephesinde badana tabakası altında fresko tekniğinde yapılmış bazı aziz resimlerine rastlamışlardır. Bunlardan ikisi hekim asıllı azizlerden Ayios Kosmas ve Ayios Damianos olarak teşhis edilmiştir. Diğeri ise melek Mikael’dir. Üzerleri tahta ile kapatılan bu freskolar dış tesirlere ve özellikle insanların tahriplerine açık bırakılmıştır. Caminin şadırvanı, girişin önünden geçen sokağın karşı tarafındadır.

Ayazma Cami   (Üsküdar)



Üsküdar`da, Salacak`la Şemsipaşa semtleri arasında, Kızkulesi`nin karşısında ve Marmara`ya hakim bir tepe üzerindedir.
Cami, 1760-1761 yıllarında Sultan III. Mustafa tarafından annesi Mihrişah Emine Sultan ile kardeşi Şehzade Süleyman adlarına yaptırılmıştır. Mimar Mehmed Tahir Ağa`nın eseridir.Kapısı üzerindeki kitabelerden yapının 1174/1760-61 tarihli olduğu anlaşılmaktadır. Kitabe ta’lik hatla yazılmış olup, tarih manzumesi Sadrazam Râgıp Mehmed Paşa’ya, hat ise Şeyhülislâm ve hattat Veliyüddin Efendi’ye aittir.

Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde bulunan 5446 numaralı ve 1172/1758-59 tarihli belgeden caminin yerinde daha önce Ayazma Sarayı ve Bahçesi’nin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başka bir arşiv belgesine göre 1740’lı yıllarda Ayazma Sarayı iyi durumda olup, onarılarak İran elçisine tahsis edilmiştir.

Camiye vakıf olarak bir hamam ile birçok dükkan ve han yaptırılmış, ayrıca cami, hamam ve avluya bitişik çeşmeye Bulgurlu’dan su getirilmiştir. Birkaç kez onarım gören caminin yıkılan minaresi de iki defa yeniden yapılmıştır.

Geniş bir avlunun ortasına yerleştirilen caminin son cemaat yerine yarım daire düzeninde on basamaklı merdivenle çıkılır.Avlu kapıları üstünde celi hatla yazılmış ayet-i kerimeler bulunmaktadır. Son cemaat yeri üç bölümlüdür. Esas mekân dikdörtgen planlı olup, dört kemere oturan merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Sol tarafta yapıya bitişik Hünkâr köşkü yer almaktadır. Sokak yönünde taş konsollar tarafından taşınan mekân, sütunlar tarafından taşınan ve iki katlı olan bir galeriyle caminin hünkâr mahfiline bağlıdır. Caminin içinde bulunan hünkâr mahfili de sütunlar üzerinde taşınır. Altın yaldızlı süslemeler bu bölümün en çarpıcı yönüdür.

Ayazma Cami Avrupa sanat üslubunun etkisinde kalınan bir dönemde yapılmış olmakla birlikte, büyük kemerler içindeki pencereler, Türk klasik mimarisi özelliğini taşımaktadır. Minber vaaz kürsüsü ve mihrapta çeşitli renkli taşların zarif birleşmesiyle meydana getirilmiş zengin bir süsleme dikkati çekmektedir.

Ayazma Caminin müştemilatından olan sıbyan mektebi, hamam ve muvakkıthane yıkılmıştır.Önceleri cami yakınında inşa edilen vakıf dükkânlarından ise sadece bazı izler kalmıştır. Caminin duvarlarında küçük konsol çıkmaları üzerinde oturan tam bir Türk köşkünün minyatür modeli biçimindeki kuş evleri görülmektedir. Caminin haziresinde ise saraya mensup bir çok kimsenin mezarı bulunmaktadır.

Geniş avluyu çevreleyen duvarın bir köşesinde mermerden büyük bir çeşme vardır. Kitabesinden 1174/1761’de cami ile birlikte yapıldığı anlaşılan bu çeşmenin manzum tarih kitabesi şair Zihnî’nindir.Çeşme, mermer bir cepheye yapıştırılmış dört köşe bir paye şeklindedir. Alt kısmı taş olan avlu duvarında açılan esas kapının önünde taş korkuluklu iki taraflı rampa bulunmaktaydı.

Ayazma Cami, Türk mimarisinde artık yabancı üslubun hâkim olduğu bir dönemin örneği olmakla birlikte, normal ölçüleri aşan yüksekliği ve yapıldığı yerin topografik durumu ile bunu bir kat daha arttıran gösterişli bir görünüme sahiptir. Marmara ve Boğaz’ın girişine hâkim oluşu ile şehrin Anadolu Yakasına değişik bir güzellik kazandırmaktadır.


Aziziye Cami   (Beşiktaş)

 Maçka, Taşlık’ta Vişnezade Mahallesi’nde Abdülaziz (1861-1876) tarafından yapımına başlanmış, ancak bitirilememiştir.

Projesine göre Abdülaziz bu camiyi Maçka’nın Dolmabahçe üzerindeki hâkim bir noktasında dört minareli olarak yaptırılmak istenmiş, mimar olarak da Sarkis Balyan düşünülmüştü.

Yaptırdığı bütün büyük yapılarda şehrin kuzey tarafını tercih eden Abdülaziz, inşaatı başlatmadan önce cami giderleri için, günümüzde de Akaretler olarak anılan sıra evleri yaptırmıştır. 1874 sonları veya 1875 başlarında büyük bloklar halindeki temel taşları yerleştirilerek bina temelden yükselmeye henüz başlamışken Abdülaziz 30 Mayıs 1876’da tahttan indirilmiş ve inşaat durdurulmuştur. Duvarların ve büyük ana payelerin uzun süre burada duran temel taşları, bu mevkinin “Taşlık” adını almasına neden olmuştur.

Cumhuriyet döneminde bu temeller üzerinde Taşlık Gazinosu inşa edilmiş, 1980’li yıllarda ise Swissotel-Bosphorus oteli inşa edilmiştir. Caminin, avlu olarak tasarlanmış bölümü ise Vişnezade İnönü Parkı olarak düzenlenmiştir.

Kaynak : www.kenthaber.com
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

yase

  • yase
  • Restorasyon Forum
  • ***
  • İleti: 202
  • Cinsiyet: Bayan
BEZM-İ ALEM VALİDE SULTAN (DOLMABAHÇE) CAMİİ
« Yanıtla #3 : 12 Şubat 2009, 15:47:30 »
TARİHİ :
             Sultan II. Mahmud’un hanımı, Sultan Abdülhamid’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından yapımına 1270 (1852) tarihinde  başlanmış, oğlu Abdülmecit tarafından 1853 tarihinde  tamamlanmıştır.  

MİMARİ YAPISI :
             Dolmabahçe Camii, 19 yüzyıl Osmanlı mimarisinin pek çok önemli eserine imzasını atan Nikogos Balyon tarafından, batı akımlarının en yoğun biçimde etkisi gösterdiği bir dönemde inşa edilmiştir. Bu dönemde barok, rokoko, ampir gibi bir yorumlama anlayışına gidilmiştir. Yani batılı unsurları ile Osmanlı süsleme unsurlarını katıştırılarak kullanılmasıdır. Deniz kenarında, bir avlu ortasında yapılan cami ana hacim, kubbe ile ortama bir mekanda ibarettir. Tek şerefeli iki adet minaresi vardır.

            Taş ve mermerden inşa edilmiş olan cami’nin cephesini, boylu boyunca iki yandan da iki katlı hünkar kasrı kaplamaktadır. Kasrın iki yanındaki merdivenlere üst katlara çıkılır. Bu kısımda odalar yer almakta, ayrıca buradan mahfelerle de gidilebilmektedir.  

            Cami 1948-1961 yılları arasında Deniz Müzesi olarak kullanılmış, müzenin yeni binasına taşınmasıyla 1966 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore edilerek yeniden ibadete açılmıştır.

1960'lı yıllar

jasmine to sence
restoratör

 

* Bizi Takip Edin

Son Mesajlar

Ynt: KKTC Lefkoşa Selimiye Camii (Aya Sofya Katedrali) Gönderen: karacanenes
[25 Mart 2024, 12:09:22]


Teknik Personel Gönderen: TAŞYAPI
[24 Mart 2024, 16:13:27]


ÖN MUHASABE VE MİMAR PERSONEL ALIMI Gönderen: osman.blnk
[24 Mart 2024, 10:19:47]


Restorasyon alanında iş arıyorum Gönderen: Sudenur uysal
[22 Mart 2024, 19:19:58]


RESTORASYON ALANINDA DENEYİMLİ İNŞAAT TEKNİKERİ Gönderen: cabiyotlu
[22 Mart 2024, 11:02:48]


Ynt: NAKKAŞ/KALEMİŞİ/RESTARASYON EKİBİ Gönderen: nAKkaŞBey38
[22 Mart 2024, 01:59:53]

SimplePortal 2.3.7 © 2008-2024, SimplePortal