Restorasyon Forum

Hoşgeldiniz Ziyaretçi. Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Restorasyon Forum - Reklam Alanı

Gönderen Konu: Mimar Sinan'ın Hayatı ve Sanatçı Kişiliği  (Okunma sayısı 7967 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

RestorasyonForum

  • Yönetici
  • *****
  • İleti: 741
Mimar Sinan'ın Hayatı ve Sanatçı Kişiliği
« : 21 Eylül 2013, 17:57:14 »
Mimar Sinan'ın Hayatı ve Sanatçı Kişiliği

On yedi yıl yeniçeri olarak çalıştıktan sonra 1538 yılında başmimarlığa atanan ve ölünceye kadar elli yıl kesintisiz bu makamda kalarak Kanunî Süleyman,*11. Selim ve 111. Murad zamanlarında Osmanlı klâsik mimari üslubu ile özdeşleşmiş olan Sınan bin Ab- dülmennan, dünya yapı sanatının gelmiş geçmiş en büyük ustalarından biridir.




Çağdaşları ona saygı ile “Koca Sinan” diyorlardı. Avrupa’dan esen barok rüzgârları onun bıraktığı izleri dağıtınca ya kadar yüzlerce Osmanlı mimarı, gösterdiği yolda yürudu. Günümüzde, Türk kültürünün başlıca simgelerinden biri sayılmaktadır.


Sinan çocukluğunda,devşirme olarak yeniçeri ocağına alınmış, İstanbul’da eğitim görmüş­tür. Devşirme çocukların önceleri yalnız Rumeli’de alındığını göz önünde tutan bazı yazarlar, onun Arnavut, Bulgar, Sırp, Yunan, hattâ Avusturya kökenli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa, XV. yüzyıl ortalarından başlayarak devşirme sisteminin Anadolu’ya da uygulandığı bi­linmektedir. kaynaklar Sinan’ın Rumeli’den değil Anadolu’dan geldiğini göstermektedir. Er­meni asıllı bir Anadolu çocuğu olduğu iddiası da geçersizdir. Daha sonraları bu kural değiş­miş ise de XVI. yüzyıl başlarında Ermeniler devşirmenin dışında tutuluyor, Yeniçeri Ocağına alınmıyorlardı.


Aslında Sinan’ın etnik kökeni üzerinde fazlaca durmanın bir önemi ve gereği de yoktur. Çünkü Kühnel’in haklı olarak dikkatleri çektiği gibi, Sinan’ın eserleri en küçük ayrıntıya ka­dar o denli Türktür ki, onun Arnavut mu Rum mu olduğu tartışması tamamiyle yersiz olur. XVI. yüzyıla ait kaynak ve belgeler Sinan’ın Kapadokyalı olduğunu ortaya koyuyor. Risa- let ül-mi’ Mi’mariye’de ona Sinan-ı Kayseri denildiği gibi ,  1585-6 (H. 994) tarihli vakfiyesin­de, Sinan’ın Kayseri’de oturan erkek kardeşini ya da erkek kardeşlerinden birini- İstan­bul’a getirerek onu Müslüman yaptığı yazılıdır . Bir başka belgede ise Sinan’ın Kayseri’nin merkez ilçesine bağlı Ağırnas köyünden geldiği açıklanır. Bu belge, Kıbrıs’ın fethinden sonra Karaman ve Kayseri bölgesinde oturan zimmîlerin adaya yerleştirilmeleriyle ilgili olarak Si­nan’ın dilekçesine karşılık II. Selim’in Akdağ Kadısı ve sürgün işini yürüten Hüseyin Çavuş’a gönderdiği hükümdür.


Hüküm: “Hâlâ Hassa mimarlarım başı mektub gönderüb Kayseriye reâyâsı Kıbrıs’a sürül­mek fermân olunub kendü sâkin olduğu Ağırnas nam karye halkı ve âhar karyede sâkin olan akrabası... Zimmîler Kıbrıs’a sürgün olmakdan af olunmasın istida eylemeğin müşârünileyhin sâkin olduğu zikrolunan karyesi ve akrabasından olan mezkûr zimmîler Kıbrıs’a sürgün ol­makdan af olunmak emir idüb buyurdum ki varub vusul buldukta müşârünileyhin sâbıkan sâkin olduğu mezbur karyesi...” diye sürmektedir. Görüldüğü gibi, belgenin iki yerinde Sinan’dan Ağırnas “sâkini”, bir yerinde de orada “sâbıkan sâkin” olduğu söylenerek onun devşirilmeden önce Ağırnas’ta oturduğu konusu açıklık kazanmaktadır.


Tuhfet ül-Mi’marin’e göre Sinan çocukluk  ya da delikanlılık- yıllarında “Vilâyet-i Ka­raman ve bilâd-iYunan’m devşirme oğlanları ile der-i Devlete” gelmiştir Ç Devşirme oğlanla­rı sağlıklı, boylu boslu, zeki ve yetenekli çocuklar arasından seçilirdi. Öksüz ve yetim olanlar, bir sanat bilenler, Türkçe konuşanlar, evliler alınmazdı: Devşirme işlerini yürütmek için her idari bölgeye bir yeniçeri yayabaşısı ve bir kâtip gönderilir, bunlar kadı ve sipahinin yar­dımıyla köyleri tarayarak yaşları sekiz ile onsekiz -en çok yirmi- olan erkek çocuklar arasın­dan uygunları seçer, seçilenlerin vaftiz kâğıtlarını görüp sağlık muayenelerini yaptıktan, kün­yelerini devşirme defterine geçirdikten sonra onları yüz yüzelli kişilik kafileler halinde İstan­bul'a sevkederlerdi.   Devşirme oğlanların kütük defterleri,Yeniçeri Ağasınca saklanırdı. Bu defterler ortada yok­tur. Vak’ay-i Hayriye’de,yeniçerilerle ilgili her şey gibi onlar da yok edilmiştir. Bu yüzden Si­nan’ın asıl adı  anasının ve babasının adları, doğum yılı bilinmemektedir . Onun Ağır- nas’taki gençlik dönemine ait bildiğimiz tek şey, yeniçeri ocağına Yavuz Sultan Selim zama­nında alındığıdır.


Tezkiret ül-Ebniye’de, “Reis-i mi’maran Sinan Ibni Abdülmennan merhum ve mağfu- runleh Seyfülislâm Sultan Selim Han İbni Sultan Bayezid Han aleyhirrahmeti ve’l gufran haz­retlerinin zaman-ı saltanatlarında devşürme gelüb...” ve yine aynı tezkerede Sinan’ın ağ­zından, “Anın (Şeh-i âlem Selim bin Bayezid Hanın) devşirmesiyim ben kemine” denile­rek onun Yavuz Sultan Selim zamanında devşirildiği ayıklanmaktadır. Sinan devşirildiğinde kaç yaşındaydı? Konu üzerine ilk eğilenler bu sorunun cevabını onun türbesi üzerindeki kitabenin, onbirinci dizesinde bulmuşlar, “Yüzden artuk ömrüsürdü akı­bet kıldı vefât” sözlerini içeren satırı Sinan’ın öldüğü zaman yüzden yaşlı olduğu biçiminde yorumlamışlardır. Sinan H. 966 (1588) yılında öldüğü için de H. 896 (1490-l)’den önce doğ­duğa tezi böylece ortaya çıkmıştır. Meyer, Sinan’ın doğumunu 895 (1489) yılına tarihlemiş. Aslanapa aynı tarihi kullanmış,Goodvvin, 896 (1491) tarihinin kabul edilebileceğini belirtmiştir.Ancak, bu tarihler uygun görülecek olursa Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı 1512 yılında Sinan’ın 21 ile 23 yaş arasında olması gerekir ki, her ikisi de yeniçeri ocağına katılmak için çok fazladır. Bu yüzden 1512 yılında tam 20 yaşında iken devşirme alındığı varsayımından hareketle doğumunu
1492 (H. 897-8) yılına çıkaran görüş ağırlık kazanmıştır. Ne var ki, 1491 gibi 1492 tarihi de bir başka kabule -Sinan’ın 1512 yılında devşirildiği varsayımına dayanmaktadır. Oysa bu husus kesin değildir; 1513 ya da 1514 yılında devşirilmiş olabilir. Kaldı ki devşirme için yaş sınırı yirmi olmakla birlikte, yeniçeri örgütünce eğitilmeleri daha kolay olan genç çocukların yeğlendiği gerçeği de göz önünde tutulmalıdır. Devşirme oğlanları konu alan minyatürlerde açıkça görülebileceği gibi bunlar delikanlı değil, oniki-onbeş yaşlar orasında çocuklardır. Yukarıda açıkladığımız görüşler ışığında Sinan’ın mezar kitabesindeki “yüzden artuk ömr sürdü deyimini “çok uzun yaşadı”, ya da “öldüğünde çok yaşlıydı” biçiminde yorumluyor; büyük olasılıkla yirmi yaşından Önce devşirildiğini, bu nedenle de doğumunun 1490’lı yılların başına değil, fakat 1497-1498 gibi sonlarına tarihlenmesini daha akla yakın buluyoruz. Devşirme çocuklar kafileler halinde İstanbul’a varınca, bunların bir bölümü içoğlan olarak imaya ayrılır, ötekiler taşra hizmetlerini yerine getirmek üzere bir iki altın karşılığında Türk .ediklerine kiralanırdı. Fâtih Sultan Mehmed’in başlattığı bu uygulamanın amacı, devşirme çocuklara Türkçeyi, Türk gelenek ve göreneklerini, Islâmın gereklerini öğretmekti. Taşra hizmeti genellikle üç yıl olmakla birlikte,devşirme oğlan yetişinceye kadar sürer, sonra yokla­ma vapılır, sınavda başarılı olan çocuğun bu kez acemi ocağında askeri eğitimi başlardı. Yeni­leri ocağında yer açılınca Divân-ı Humâyun’a bildirilir, boşalan yerlere padişah fermanı ile  acemi oğlanlardan atama yapılır, acemi ocağında açılan yerler de taşra görevindeki devşirmelerden alınarak doldurulurdu.  Sinan’ın taşra hizmeti ile acemi oğlanlık dönemi 1512 ile 1521 yılları arasında olmak üzereen fazla dokuz yıl sürmüştür. Yavuz Sultan Selîm’in saltanatına rastlayan bu yıllarda, Iran ve Mısır seferleri, Çaldıran (1514), Merc-i Dabık (1516), Han Yûnus (1516), Reydaniye (1517) meydan dan savaşları yor alır. Bu savaşlarda yeniçeri kaybı fazla olduğundan acemi oğlanların yeniçeri ocağına, taşra hizmetindeki devşirme çocukların da acemi ocağına geçişleri hızlan­mış, bu arada Sinan da Kapıya çıkarak (1521) Belgrad Sefer-i Hümâyununa yeniçeri unvanıy­la katılmıştır. Belgrad seferinden sonra,Sinan sırası ile Rodos (1522), Mohaç (1526), Viyana (1529), Irâ- keyn (1534), Korfu ve Pulya (1537) ve Boğdan (1538) Sefer-i Hümâyunlarına katılmış; Rodos ile Mohaç arasında atlı sekbanlığa atanmış; Mohaç’tan sonra yayabaşı, Viyana seferinde zem- berekçibaşı yapılmış; Irâkeyn seferi dönüşünde de Hasekiliğe yükseltilmiştir.  Sinan’ın katıldığı askerî seferler, bir yandan onun yeniçeri ocağı içerisinde ilerlemesini sağ­larken,bir yandan da geleceğin mimarına çağının önemli kentlerini görme ve tanıma olanağı­nı veriyordu. Sinan’ın sefer yolları üzerindeki mimarî anıtları incelediğine ve gördüklerini ile­ride yararlanmak amacıyla değerlendirdiğine şüphe yoktur. Çünkü askerlik yaşamının son aşamasında onun Hassa başmimarlığına atanması rastlantıya bağlanamaz. Sinan, mimarlığı çok önceden aklına koymuş, acemi oğlanlık döneminden başlayarak kendini yapı sanatına hazırlamıştır. Askerî eğitimin yanı sıra acemi oğlanlardan bir bölümü tersane, mahzen, kapan gibi mirî tesislerde, bir bölümü İstanbul’a İzmit’ten odun, Mudanya’dan buz getiren gemilerde, bir bö­lümü Boğaz’ın iki yakası arasında yolcu taşıyan kayıklarda, bir bölümü de Saray, Yeniçeri Ağası ve vezirlerce yaptırılan inşaatlarda çalıştırılırdı. Sinan’ın daha çok yapı işlerinde görevlen­dirildiği tahmin edilebilir. Acemi ocağında edindiği dülgerlik sanatı, giderek yapı ustalığına dönüşmüş, inşaat işlerinde çalışırken mimarlığı ustalardan görerek öğrenmiş, katıldığı sefer­lerde köprü, kale gibi askerî amaçlı tesislerin yapımında ye ele geçirilen kentlerdeki önemli anıtların onarmamda çalışarak bilgi ve deneyimini artırmıştır. Sinan mimarlığa hangi tarihte başlamıştır? Bu sorunun cevabını, Sinan yapılarının listeler halinde sunulduğu XVI. yüzyıla ait yazmalarda aramak,fakat bunu yaparken,bu tezkerelerde adı geçen her yapıyı hemen Sinan’a maletmemek gerekir. Örneğin, Tuhfet ül-Mi’marin adlı yazmada hem de ilk sırada- kayıtlı Sultan Selim Camii ve türbesini Sinan’ın öz yapıları arasına alma olanağı yoktur.



Açıklayalım:
Yavuz Sultan Selim 22 Eylül 1520 günü İstanbul’dan Edirne’ye giderken yolda ölmüş, naaşı 30 Eylül’de İstanbul’a getirilerek ertesi gün daha sonra Sultanselim adını alacak semtte topra­ğa verilmiştir. Babasının mezarı üstüne türbe, türbenin önüne de bir cami yapılmasını emre­den Sultan Süleyman, 17 mayıs 1521 günü camiin temelini attıktan sonra Belgrad seferine çıkmıştır. Belgrad’a 29 Ağustos’ta giren Sultan Süleyman 19 Ekim’de İstanbul’a dönmüş, kış aylarını yeni bir seferin hazırlıkları ile geçirmiş, 16 Haziran 1522’de Rodos seferine çıkıp, 29 Ocak 1523 günü İstanbul’a geri geldiğinde, Sultan Selim Camii ve türbesini tamamlanmış bulmuştur. Mimar kişiliğinin henüz gelişmediği 1520’li yılların başında Sultan Selim Camii ve türbesi gibi birinci derecede önemli bir inşaatın Sinan’ın sorumluluğuna verildiğini düşünmek yersiz olur. Sinan bu cami ve türbenin yapımında tahta işlerine ilişkin bir görev yüklenmiş olabi­lir. Ancak, bu durumda, gerçek katkısının Belgrad ve Rodos seferleri arasında İstanbul’da geçirdiği sekiz aylık sürenin ötesine geçemeyeceği gözden uzak tutulmamalıdır. Aynı kategoride ele alınması gereken bir başka yapı topluluğu,Gebze Çoban Mustafa Paşa külliyesidir. Bu külliyeyi meydana getiren yapılardan cami, medrese ve aşhane Tuhfet ül- Mi’marin’den başka Tezkiret ül-Bünyan ve Tezkiret ül-Ebniye isimli yazmalarda da kayıtlıdır ve üçü de Sinan’a maledebileceğimiz bir takım özelliklere sahiptirler. Ne var ki,cami ile medresenin 1523-4 (H.930) tarihli kapı kitabeleri, bu yapıların Sinan için çok erken oldu­ğunu açıkça ortaya koyar. Külliyenin yapımına Çoban Mustafa Paşa’mn 2.vezirliğe atanıp Kanunî’nin kızkardeşi Haf- sa Sultan’la evlendiği 1521 yılında başlanmıştır. Bu yüzden Sultan Selim camii ve türbesi gibi,Gebze Çoban Mustafa Paşa cami ve külliyesini de zamanın Hassa başmimarı Acem Alisi denilen Alaeddin tasarlamıştır. Bu külliyeye ait yapılara üç tezkerede rastlanması ise, Si­nan’ın bunları 1538-1588 yılları arasında onrarak adlarını defterine kaydetmiş olmasıyla açıklanabilir.1529 yılında da ölen Çoban Mustafa Paşanın camimin haziresindeki türbesine gelince: Eğer bu türbe  camı ile birlikte planlanıp inşa edilmiş ise öteki yapılar gibi onun da Sinan'a maledil- konusu olamaz. Yok, Çoban Mustafa Paşa toprağa verildikten sonra tasarlanmış ise Sinan’ın Viyana Seferi dönüşünde türbeyi yapma olasılığı ortaya çıkar. Ne var ki böyle olsa bile adından, yalnız Tuhfet ül-Mi’marin’de söz edildiği için kitabesi" Çoban Mustafa türbesini Sinan'ın tartışma kabul etmez eserleri arasına koyma olanağı yoktur.Öte yandan, yine Çoban Mustafa Paşanın yaptırdığı ve bugün Bulgaristan’ın Svilengrad ilçe yakınlarında Meriç ırmağını kesen Mustafa Paşa köprüsünü Sinan’ın öz yapıları arasına biliriz. Uç tezkerede de kayıtlı olan Mustafa Paşa köprüsü 1529 yılında Viyana seferinin başlamasından az önce tamamlanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın birinci Viyana kuşatmasını da içine alan dördüncü Sefer-i Humayunu 10 Mayıs 1529’da başlayıp,ordunun aynı yılın 16 Aralık günü İstanbul’a varması ile son bulur. İrâkeyn seferine ise 11 Haziran 1534’de çıkılmıştır. Bu hesaba göre, eğer kendisini ne zaman zaman başkent dışında özel görevler verilmediyse, Sinan, yaklaşık dört buçuk yılını İstanbul’da geçirmiştir. Askeri sorumluluklarının yanı sıra mimarlık çalışmalarına bu yıllarda  hız vermiş, ilk mescid ve camilerini bu dönemde tasarlayıp gerçekleştirmiştir.Mimar Sinan’ın eseri olduğunu kesinlikle söyleyebileceğimiz ilk bina Karagtımrük’te bulunan 1550-1 vH.937) tarihli Üçbaş mescididir. İkinci ve üçüncü binalar ise 1532-3 (H.939) Kumkapı Muhsine Hatun mescidiile Ayvansaraylı Hüseyin Efendi’nin 1533-4 (H.940) yılına tarihlediği eski Kasım Paşa Camii olmaktadır. Kagir dort duvar üzerine ahşap çatılı iddiasız yapılar olan bu üç dinî binadan başka aynı yıllarda sinan seferlerde de boş durmuyor, onarım işleriyle meşgul oluyordu. Örneğin Irâ- kevr seferi süresinde ordunun Bağdat’ta kışlamasından yararlanılarak,Kanunî’nin emriyle ona­rılan Ebu Hanife ve Abdülkâdir Geylânî’nin makamlarını yenileme faaliyetinde Sinan’ın etkin bir  rol oynadığına şüphe olmamak gerekir. 1530 yıllar Sinan’ın mimar olarak deneyiminin arttığı, kendini Hassa mimarlığına hazırladığı yıllardır. Çabaları boşa gitmeyecek, mimarbaşı Acem Alisi’nin ölümü üzerine boşalan  baş mimarlığa 2.VezirDamad Lütfi Paşanın tavsiyesiyle 1538 yılında atanan Sinan bu tarihten sonra kendisini artık tamamiyle mimarlığa verecektir. Hassa başmimarı olarak Sinan’ın yüklendiği ilk önemli iş,İstanbul Haseki Hiırrem Sultan Cami ve medresesidir. Bunları hızla bitirmiş, Üsküdar Mihrimah Sultan külliyesinin yapımına geçeceği sırada beklenmedik bir olay Şehzade Mehmed’in genç yaşta ölümü önemli bir fırsatı Sinan’ın ayağına getirmiş, Sultan Süleyman,oğlu Şehzade Mehmed’in türbe ve camii­ni tasarımıyla Sinan’ı görevlendirmiştir. 1548 yılında tamamlanan Şehzade Mehmed Camii, Sinan’ın ilk büyük eseri, Osmanlı mimarisinin evrensellik yolunda ulaştığı ilk menzildir. 1548’den ölümüne kadar önünde bulunan kırk yıl içerisinde,Sinan daha nice menzillere kademe kademe erişecek, küçüklü büyüklü yapılar ile Osmanlı mimarisini mantıki sonucuna ulaştıracaktır.   Prof. Dr. Aptullah Kuran
Bu Foruma yaptığınız ilk ziyaretiniz ise, Forumumuzda bilgi alışverişinde bulunabilmeniz için öncelikle Kayıt olmalısınız. Üye olmayanlar Forumumuzda. Konu açamaz, Eklenti indiremez. Forumumuzu tam anlamıyla kullanmak için Üye olabilirsiniz..

 

* Bizi Takip Edin

Son Mesajlar

SimplePortal 2.3.7 © 2008-2024, SimplePortal